Memleket Erkan Can’ın Gemide filminde canlandırdığı İdris Kaptan karakterinin bu repliğiyle çınlıyor sanki.
Bilmeyenler bir arama yapıp devamını izleyebilir. Fena halde cinsiyetçi ve küfürlü olduğu konusunda uyarırım. Sorumluluk kabul etmiyor ve devamını buraya zinhar yazmıyorum.
Ama yaygın psikoloji bu… Ortalık İdris Kaptanlardan geçilmiyor. Biz de onun yancısı Kamil oluyoruz.
“Reis” başta olduğu sürece malzeme de eksik olmuyor. Son örnek, “Doğan Medya da satılmış, nabıcaz be Kamil?”
Peki, bu psikoloji kendiliğinden mi ürüyor, yoksa bir kaynağı var mı? İdris Kaptan kim?
Evet, işi gücü yenilgi pazarlamak olan bir zevat var. Büyük bölümü evvelden “Taraf” olmuş, “yetmez ama”cı, akil sevici bir takım.
“Yine mi onlar, siz de bıkmadınız; ayağınızı taşa çarpsanız onlardan biliyorsunuz” diyebilirsiniz. Evet, yine onlar. Bitmiyorlar, bitmediler. Şimdi de İdris Kaptan olmuş, sağa sola saçılmış, yenilgi satıyorlar.
Yakın zamana kadar hevesle AKP için kılıç salladılar. Şimdilerde Erdoğan “kılıç artığı” diye konuşuyor; onları da kastediyor mu bilmiyorum. Öyleler… İdris Kaptan ve Kamil gibi her haltı yedikten sonra “nabıcaz be Kamil” diye ortalıkta dolaşıyorlar.
Bir de koyu muhabbet içinde oldukları, “demokrasinin beşiğindeki” endişeli özgürlük aşıkları var.
Ne diyorlar?
“Doğan Medya’nın satışı Türkiye’de basın özgürlüğü için kara bir gün”.
“Hürriyet’in satışı Kemalist devletin teslim bayrağı çekmesi, sesini kesip oturması demektir.”
“Tayyip Erdoğan ile Doğan Grubu arasındaki kronik savaş artık sona erdi. Galip gelen taraf Erdoğan. Mağlup olan taraf ise sadece Aydın Doğan değil, bugün itibariyle Türkiye’de demokrasiye inanan herkes.”
Hürriyet başta olmak üzere, Aydın Doğan’ın Türkiye’de basın açısından ne ifade ettiğine ilişkin bir araba lafla birlikte söyleniyor bunlar: “Evet, Doğan medyası şöyleydi böyleydi ama şu da var ki, biz kaybettik.” Sırf bu satıştan bile milyon dolarları cebe indiren Aydın Doğan’ın mağdur ve “bizden” olduğuna inanacağız bu gidişle.
Dün sevgili Gülay Dinçel, Doğan Medya’nın satışının sermayeye verilen “düşük maliyetli” bir ayar olduğunu yazmıştı. Ne eksiği, ne fazlası; olan biten işte bu kadar: seçim öncesi sermayeye verilen ayar. Aydın Doğan, gönüllü veya gönülsüz bunun enstrümanı oldu işte. Gönüllü müydü, değil miydi sorusu bizi niye ilgilendirsin. Onu Ahmet Hakan’la Ertuğrul Özkök düşünsün. Yok ille de gıybet peşindeyseniz, Hande Fırat veya Abdülkadir Selvi’giller bir ara nasılsa dayanamayıp yazar.
Ama yenilgi tacirleri bıkıp usanmadan önümüze “nabıcaz be Kamil” sorusunu koyuyor.
Tamam, siz kendinizi yenilmiş sayıyor olabilirsiniz de bizi niye Kamil yerine koyuyorsunuz, onu anlamadım.