Tüccar kafasıyla 'ticaret savaşı' kazanılmaz

Donald Trump’ın dün çelik ve alüminyuma uygulanan gümrük tarifesini sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 artırmasını öngören kanunu imzalaması bekleniyordu (bu yazı yazıldığında henüz imzalamamıştı).

Trump’ın önceki hafta gündeme getirdiği ve ekonomi danışmanı Gary Cohn’un istifasına neden olan bu adım, gerek Avrupa Birliği gerekse Çin tarafından bir ticaret savaşını tetikleyebilecek provokatif bir hamle olarak yorumlandı.

ABD dünyanın en büyük çelik ithalatçısı. Ve ABD’nin dış ticaret açığının yüzde 65’i Çin’den kaynaklanıyor. Ancak Çin, ABD’ye çelik ihraç eden ülkeler arasında 11’inci, alüminyum ihracatındaysa 4’üncü sırada. Yani ABD’nin Çin’le ticaretinde bu iki metalin payı ihmal edilebilir düzeyde.

Ancak ilginç olan Trump yönetiminin gümrük tarifelerini “ulusal güvenlik” gerekçesiyle artırma kararı alması. ABD Ticaret Bakanlığının çelik ve alüminyum ithalatının ülkenin ulusal güvenliğine zarar verip vermediğiyle ilgili Nisan 2017’de başlattığı soruşturma, 2018 başında “tehdit oluşturduğu” yönünde sonuçlandırıldı. Böylece Trump, güneş panelleri ve çamaşır makinelerine uygulanan gümrük tarifelerinin artırılmasının ardından çelik ve alüminyum için de harekete geçti.

Gerekçenin “ulusal güvenliğe” bağlanması ve Trump’ın özel olarak Çin’i hedef alan tweet’ler atması, ABD Başkanı’nın özellikle Çin’e karşı bir ticaret savaşı başlatma tehdidi savurduğu yorumlarını beraberinde getirdi. Nitekim Trump 7 Mart’ta doğrudan bu ülkeyi hedef alarak, “Çin’den bu yıl ABD’yle muazzam ticaret açığında [fazlasında demeye çalışıyor] bir milyar dolarlık indirime gitmesi için bir plan geliştirmesi istenmişti. Çin’le ilişkilerimiz çok iyi olageldi ve ne gibi fikirlerle geleceklerini merakla bekliyoruz. Hemen harekete geçmek zorundayız!” diye yazdı.

Aralık ayında yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde de merkeze Çin’in yerleştirilmiş olması ve son kararın “ulusal güvenlikle” ilişkilendirilmesi göz önünde bulundurulduğunda Çin’in ticaret savaşıyla tehdit edildiğini söylemek abartılı değil. Kaldı ki Pekin de Trump’ın tehdidine “meşru ve gerekli karşılığı” vereceğini duyurarak durumu böyle okuduğunu gösterdi. Dahası çelik ve alüminyum kararını hazır giyim, ayakkabı ve tüketici elektroniği gibi Çin’in çok daha fazla pay sahibi olduğu sektörlerdeki tarife artışlarının izleyeceği iddiaları gündemde.

Trump, 2 Mart’ta tehdidinin arkasındaki tüccar mantığını, her zaman olduğu gibi Twitter hesabından şöyle açıklıyordu: “Bir ülke (ABD) iş yaptığı bütün ülkelerle ticaretinde milyarlarca dolar kaybediyorsa ticaret savaşı iyi bir şeydir ve kazanılması kolaydır. Örneğin belli bir ülkeyle [ticaretimizde] 100 milyar dolar açık veriyorsak ve bize ukalalık taslıyorlarsa artık onlarla ticaret yapmayız ve büyük kazanç elde ederiz. Gayet basit!”

Ancak ABD’li birkaç çelik tekeli haricinde ABD’li kapitalistlerin çoğunluğu dahi Trump’la aynı fikirde değil. Bazıları Trump’ın bu adımıyla ara seçimlerde çelik ve alüminyum işletmelerinin yoğunlaştığı Pennsylvania gibi çekişmeli eyaletlerde seçimi kazanma hesabı yaptığını fısıldıyor.

Peki, tüccar Trump’ın mantığı ABD’nin gerçekten Çin’i köşeye sıkıştırmasını sağlayabilir mi?

Bloomberg’in 7 Mart’ta yayımladığı bir analizde Çin’le ABD arasındaki ticaretin yapısı hakkında bazı ipuçları sunuluyordu. Çin’in ABD’ye ihracatında telefon, bilgisayar, optik cihazlar, konfeksiyon ürünleri, ayakkabı, oyuncak, televizyon ve monitör, bilgisayar aksesuarları, mobilya, ev tekstili gibi doğrudan tüketime yönelik malların payı büyük. ABD’nin Çin’e sattıklarındaysa entegre devreler, optik cihazlar, plastik, otomobil ve otomobil parçaları, bilgisayar çipi üretim makineleri, uçak, turbojet ve türbin gibi katma değeri yüksek ara malı ve sermaye mallarının önde olduğu görülüyor. Dahası Apple (44,8 milyar dolar), Intel (14,8 milyar dolar), Qualcomm (14,6 milyar dolar), Micron (10,4 milyar dolar) gibi önde gelen ABD’li teknoloji firmaları Çin’de muazzam gelirler elde ediyorlar.

Sadece bu verilerle bile, olası bir ticaret savaşının ABD’de enflasyonu tetikleyerek zaten ciddi şekilde erozyona uğramış olan reel gelirlerde daha da büyük kayıpları beraberinde getireceği söylenebilir. Dolayısıyla tüccar Trump’ın oy artırma hesabı açısından bile ticaret savaşı tehdidi işlevli görünmüyor.

Dahası Çinli iktisatçı Minqi Li, Yazılama Yayınevi’nin kısa bir süre önce Türkçeye kazandırdığı Çin ve 21. Yüzyıl Krizi başlıklı kitabında, bu ticaret kompozisyonunun da ipucunu verdiği bir olguya işaret ediyor. İki ülke arasındaki ticaretin “eşitsiz mübadele” boyutu, nominal ticaret hadlerinin ötesine bakılmasını gerektiriyor. Minqi Li, 2012 yılında Çin’le ABD arasındaki “emek cinsinden” ticaret haddinin 0,12 olduğunu vurguluyor. Bu rakam, Çin’in 2012 yılında ABD’ye ihraç ettiği 1 milyon dolar değerindeki malın içerdiği “işçi-yıl” cinsinden doğrudan ve dolaylı emek girdisinin ABD’den ithal ettiği 1 milyon dolar değerindeki malın içerdiği doğrudan ve dolaylı emek girdisine oranını ifade ediyor. Daha da somut ifade etmek gerekirse, Çin’in ABD’ye yaptığı bir milyon dolarlık ihracatın 100 işçinin bir yıllık çalışmasına karşılık geldiğini farz edersek, ABD’nin Çin’e yaptığı bir milyon dolarlık ihracat 12 işçinin bir yıllık çalışmasına karşılık geliyor.

Bir ülkenin emek cinsinden ticaret haddinin 1’in üzerinde olması, eşitsiz mübadele yoluyla başka ülkelerde üretilen artığa el koyduğu anlamına geliyor. Son altı yılda Minqi Li’nin verdiği 0,12’lik oran Çin lehine değişmiş bile olsa, 1’i geçmiş olması ihtimali son derece zayıf. Başka bir ifadeyle Çin’le ABD arasındaki ticaretin kazananı halen açık bir farkla ABD.

O halde tüccar kafasıyla ticaret savaşı kazanılmıyor.