Hayır, AKP’ye karşı toplumsal dirençten bahsetmeyeceğim. Bu defa direncin olumsuz bir biçiminden, mikropların antimikrobiyal ilaçlara direncinden söz edeceğim.
İtalya’nın İçişleri Bakanı ve sağcı Lega’nın lideri Matteo Salvini hafta başında İsrail’i ziyaret ederek Başbakan Binyamin Netanyahu’yla görüştü. Mussolini’ye övgüler düzen Salvini, beklendiği gibi Netanyahu’yla sarmaş dolaş pozlar verdikten sonra Yad Vaşem holokost anıtını ziyaret etti.
Yirminci yüzyılın en önemli arkeologlarından Gordon Childe, toplumların yaklaşık elli bin yıla yayılan ölü gömme uygulamalarını inceleyerek şu sonuca varmıştı: Toplumlar daha yerleşik, kültürel ve maddi açıdan daha istikrarlı hale geldikleri ölçüde cenaze geleneklerinin ve ölü gömme ritüellerinin daha sade ve abartısız olması eğilimi baskınken, toplumsal ve kültürel istikrarsızlık dönemlerinde
Memleket Erkan Can’ın Gemide filminde canlandırdığı İdris Kaptan karakterinin bu repliğiyle çınlıyor sanki.
Bilmeyenler bir arama yapıp devamını izleyebilir. Fena halde cinsiyetçi ve küfürlü olduğu konusunda uyarırım. Sorumluluk kabul etmiyor ve devamını buraya zinhar yazmıyorum.
Soğuk Savaş döneminde Hollywood’da çekilmiş üçüncü sınıf bir casus filmi izliyoruz sanki.
Mart başında İngiltere’nin Salisbury kentindeki bir bankta kızıyla birlikte bilincini kaybetmiş halde bulunan Sergey Skripal adlı çifte ajan üzerinden üretilen argümanlar, Batı medyasında kimilerince “giderek soğumaya başlayan bir serin savaş” diye adlandırılıyor artık.
Donald Trump’ın dün çelik ve alüminyuma uygulanan gümrük tarifesini sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 artırmasını öngören kanunu imzalaması bekleniyordu (bu yazı yazıldığında henüz imzalamamıştı).
“Dünyanın en muhteşem ürününü satıyoruz. Neden onun reklamını bir kalıp sabunun reklamını yaptığımız kadar etkili bir şekilde yapmayalım?”
Yabancısı olduğumuz bir kentin daha da yabancısı olduğumuz bir mahallesinde adres arıyoruz. Daracık sokakların hepsinin birbirine benzemesi yetmiyormuş gibi bir de yağmurdan önümüzü göremez haldeyiz.
Çok değil ama yine de eski zaman, öyle Yandex’e, Google’a sorup yol bulmalar yok henüz. Zaten ben hâlâ onlarla pek yolumu bulabiliyor değilim ya, neyse…
Erdoğan Afrin seferini başlatalı 20 gün oluyor. 20 günde hayatını kaybeden asker sayısı 15. ÖSO adı verilen taşeron kuvvetin kaç ölü verdiği belli değil.
TSK’nın yaptığı açıklamaları okuduğunuzda operasyonun oldukça yavaş seyrettiği sonucuna ulaşıyorsunuz. Afrin’e ne zaman ve nasıl girileceği konusunda herhangi bir açıklama yok.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın önceki gün CNN International’da Christiane Amanpour’a konuştu.
Malum ABD-Türkiye ilişkileri gergin. Ama söyleşinin iki tarafı da Haziran 2013’teki gerginliklerini unutmuş gibiydi. Sözcü Kalın, muhatabına ilk adıyla hitap ediyor, samimi bir görüntü vermeye özen gösteriyordu.
Yumurta Kafa otururken duvarda,
Yuvarlanıp düşüvermiş aşağıya
Kralın tüm atları ve adamları,
Bir daha toplayamamış Yumurta Kafa’yı.
Bu, İngiliz dilindeki en bilinen tekerlemelerden bir tanesi. “Yumurta Kafa”nın orijinali Humpty Dumpty.
Başkan Trump dün Beyaz Saray’ın Oval Ofisinde bir grup senatörle bir araya geldi. Konu El Salvador, Haiti ve bir dizi Afrika ülkesinden ABD’ye gelmiş göçmenlerin korunmasıyla ilgili Demokrat ve Cumhuriyetçi Partiler arasında bir mutabakata varılmasıydı.
Zehirlenmekten korktuğu için yemeklerini McDonalds’tan yiyor.
Evli ama eşinden ayrı, kapısına kilit vurulmasını istediği bir odada yatıyor.
Odada bir televizyon olmasına rağmen iki tane daha konulmasını istiyor.
Günde 5-6 saat televizyon izliyor, bir yandan da uzun uzun telefonla konuşuyor.
Çoğu zaman olmadık şeyler söylüyor, kendini anlatıyor.
Cumhurbaşkanı önce Retweet Partisi’nin kurulduğunu ilan etti. Abdullah Gül’ün sivil milislere yargı dokunulmazlığı veren KHK maddesine ilişkin pek ölçülü, gayet mutedil tweet’iyle ilgili konuştu. “Üzüldük”, dedi, “ne muğlaklığı, madde gayet açık…”
“John Maynard Keynes, tüm işin otomasyonla gerçekleştirildiği çok gelişkin bir toplumda bunun etkisinin ne olacağı sorununa ilişkin bir tahminde bulunmuştu.
Müjdeler olsun! Artık Wolverine Avengers’la birlikte yumruk sallayacak, X-Men Avatar’la hemhal olacak, Bart Simpson Mickey Mouse’un kuyruğunu çekebilecek. Bu hem Amerika hem de insanlık adına kutlu bir haber.
İngilizcede “saving one’s own skin” deniyor. Türkçeye “postu kurtarmak” diye çevrilebilir. Paçayı ya da bazen başka bir yeri kurtarmak diye de söyleyebiliyoruz. Biz gerisini bırakalım, derisinden devam edelim. Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı sonrasında yapılan yorum bu: Mistır Prezidan postu kurtarmaya çalışıyor. Bunun için de postu Kudüs’e seriyor.
Sandıklar kapanır kapanmaz herkesin herkesle hemhâl olduğu bir dönemin içinde bulduk kendimizi. Dört partili bir yapıda koalisyon ihtimallerini takip etmek zor değil de, kimin kime, hangi koşulla destek vereceğini izlemek zor. Çünkü ortada ilke namına bir şey yok. Baksanıza memleketin “solcu”su bile sosyal medyada koalisyon formülü çıkarıyor!
Önceki gün George Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın internet sitesinde Türkiye’deki seçimlerle ilgili hayli kapsamlı bir analiz yayımlandı.
Tuhaf şey, MİT TIR’larından çıkan mühimmatların görüntüleriyle ilgili tartışmalarda en doğru sözlerden birini iktidar partisinin “trol başı” Mustafa Varank’ın ettiği bir ülkede yaşıyoruz.
Cumhurbaşkanı’nın dün ettiği sözlere bakılırsa durum AKP açısından pek parlak değil. “Anadolu’da bir sükunet, rehavet var, sürpriz olabilir” diyor asık bir yüz ifadesiyle. “Sürpriz” olmaması için her yola başvuracakları kesin.
Genelkurmay Başkanı bir haftadır kayıp. Bir operasyon geçirdiği söyleniyor. Ne operasyonu olduğunu bilen pek yok. Ama bir “operasyon” geçirdiği kesin.
Esas tartışma, bu “operasyonun” istifasına neden olup olmadığı...
“Farklılıklara saygı duymak”, “farklılıklara tahammül etmek” ve benzeri basmakalıp sözleri artık tersinden düşünmek durumundayız. Çünkü bugün, birbirine özdeş olanların hiçbir farkları olmadığını söyleyebilmek bu klişeleşmiş sözlerden daha kıymetli.
“Dindar Kürt seçmenden HDP’ye kayan oyları gören AKP, ‘algı operasyon timi’ni devreye soktu. Son bir ayda HDP adaylarının itibarını, ‘dinsiz, komünist, Ermeni, sünnetsiz’ söylemiyle zedelemeye çalışacaklar.”
Yunanistan’da 25 Ocak’ta Syriza’nın (Radikal Sol Koalisyon) iktidara gelişine bir iç mesele olarak bakan iki ülkeden biriydik. Diğeri İspanya...
İsmet İnönü’nün sözüydü... “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de onun içinde yerini alır” diye hatırlanıyor genelde.
Obama 10 Eylül konuşmasını yapmadan evvel, Beyaz Saray kadrosunun üst düzey bürokratlarıyla Başkan’ın yapacağı konuşmanın arka planına dair bir telekonferans düzenlendi. ABD başkanlarının önemli konuşmaları öncesinde başvurulan bir uygulama bu… Ve 10 Eylül konuşması, Ortadoğu’da İslam Devleti’ne (İD, eski adıyla IŞİD) karşı başlatılacak seferin ilan edileceği konuşmaydı. Yani önemliydi.
Daha önce çok defa yazdık, AKP’nin iddialı olduğu alanların başında gelen dış politika, gerici iktidarın zayıf karnıdır diye... Kabul edelim, bu alanda bir “vizyona” sahiplerdi. Sadece soL’da değil, hâkim medyada ve uluslararası basında da bu vizyon yeni Osmanlıcılık olarak adlandırıldı. Ve çöktü… Üstelik çökeli epey bir zaman oluyor.
Emekli Korgeneral Jay Garner, Irak işgali sonrasında atanan ABD’nin ilk sömürge valisiydi. İşgalin ardından iki ay gibi kısa bir süre görev yaptı. Ama Irak’la, özellikle de Kürtlerle halen devam eden pek derin bir ilişki kurdu. Merkezi hükümetle Barzani yönetimi arasında petrol yasası tartışmalarının en yoğun olduğu dönemde, Kanadalı petrol tekellerine Irak Kürdistanı’nda iş bağlıyordu.
Sıkılmadılar.
Solculukla en ufak bir alakaları yok. Ama ömürlerinin hiç değilse yarısını sola don biçerek geçirdiler.
“Vatana ihanet!”
“Savaş nedeni!”
“Casusluk faaliyeti!”
“Herkes haddini bilecek!”
Suriye’ye yönelik provokasyon planları deşifre olduğundan beri böyle bağırıyorlar. Operasyon planlarıysa belli. Paralel diyecek, “hesap verin” diyen herkesi de paralelin paralelinde olmakla suçlayacaklar. “Hırsız var” haykırışlarını “casus var” çığlıklarıyla bastırmayı deneyecekler.
Abdullah Öcalan’ın önceki gün Diyarbakır Newroz’unda okunan mektubunun en kritik kısmı bana göre şu: “Şu ana kadar yürütülen bir diyalog süreciydi ve önemliydi. Bu süreçte iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini, yeterliliğini test etmiştir.
Gümrük Memuru Teoman Coşkun Dudak’ın hikayesini işitince aklıma Şener Şen’in “Namuslu” filmi geldi. Muhtemelen birçok kişinin de aklına gelmiştir. Gerçi Namuslu’nun sonunda mutemet Ali Rıza Öğün, hırsızlığa yapılan övgüye dayanamayıp namussuzlara katılıyordu. Memur Teoman öyle yapmamış, namusu elden bırakmamış, sürgüne razı olmuş.
Erdoğan Cuma akşamı bir televizyon kanalında karşısına oturttuğu tuzlukların sorularını yanıtlarken, Obama’yla yaptığı telefon konuşmasını da anlattı. Gülen’in ABD’de olmasıyla ilgili rahatsızlığını belirttiğini ve Obama’nın da sözlerine olumlu baktığını söyledikten sonra ekledi: “Yani mesaj alınmıştır dedi.”
Beyaz Saray tarafından yalanlanması yalnızca üç-beş saat sürdü.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) dün “Günümüz Koşullarında Gazetecilik” başlığıyla bir toplantı düzenledi. Toplantıya bütün ulusal gazeteler ve haber ajanslarının genel yayın yönetmenleri davetliydi. Toplamda 36 gazete ve ajansa çağrı gönderilmişti.
MİT kanununda yapmak istedikleri değişikliğin İçişleri Komisyonu’nda görüşülmesi öncesinde MİT’ten bir heyet, AKP’li komisyon üyelerine bilgi vermiş.
Bilgi vermek derken, yanılmayın... Daha ziyade, bu yasa görüşülürken yine Meclis’te çıkacak cenge hazırlamışlar vekillerini. Öyle anlaşılıyor.
“Türk siyasetinin yeni yükseleni hürriyetçi ve laik bir anafikir olacaktır.”
Konuşma aynen şöyle geçiyor.
“Adnan için de fazla oldu yani.”
“Adnan ne diyor peki?”
“Burnundan soluyor. Neyse bir kadeh rakı içirdim ona.”
“Ya bana da fazla oldu.”
“Sana ne fazla oldu! İ.nelik, g.tlük yapma. S.kerim belanı ha!”
Üslubundan tahmin etmişsinizdir. Son sözler, “Bu milletin a.na koyacağız” diyen, havuzculardan şu malum zatı muhtereme ait.
Bugün soL’un manşetinde CHP’li gençler var. Necmettin Erbakan’ın yeğeninin Fatih’te partilerinin belediye başkan adayı gösterilmesine tepki olarak 17 Ocak’ta ilçe teşkilatlarını işgal eden gençler onlar.
Bir pazar sabahı telefonu çaldı. “Çabuk buraya gel. İsrailliler geri döndü. Galiba Doktor Samir’in evini yıkacaklar” diyordu telefondaki ses. Samir Nasrallah, üç kızı ve eşiyle Mısır sınırından birkaç yüz metre ilerideki Hay Esselam’da yaşayan bir eczacıydı.
2011 ortalarıydı. Türkiye ve Batı medyasında “Arap Baharı”, “devrim”, “Ortadoğu’da diktatörlüklerin sonu” vb ifadelerden geçilmiyordu. Üstelik bu yoğun propagandanın solda da pek çok alıcısı vardı. Tunus ve Mısır’daki halk hareketleriyle 1848 devrimlerini karşılaştıranlardan tutun, “bu süreç post-İslamcı dünyanın başlangıcı olacak” diye yazanlara kadar ne isterseniz bulabiliyordunuz.
Amerikan filmlerinin “edepli” çevirisidir bu klişe. Hani yerel teşkilattan acar komiser büyük bir politik entrikayı çözmek üzeredir. Tam en kritik delile ulaşacaktır ki olay yerine takım elbiseli, zebella gibi adamlar daıverir. “Çekilin, FBI. Bu artık federal bir soruşturma.” “F...king feds!” der komiser sessizce, bizde “kahrolası federaller” diye çevrilir.
Gürültü neden koptu? 2004’te yapılan MGK toplantısından ve MİT’in bir takım cemaatçileri, tarikat üyelerini fişlemesinden.
Mehmet Reşit İşbilir ve Veysel İşbilir’in bedeninden 8 kurşun çıkarıldı. Özel harekat polisleri tarafından hedef gözetilerek, sokak ortasında infaz edildiler.
Yıllar önce Sosyalist İktidar dergisinde, “Merdi kıpti” diye bir köşe vardı. Adını Ragıp Paşa’nın ünlü “şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyler” sözünden alıyordu. Dergi, haftalık yayımlanıyordu ve her hafta yiğitliğini arz ederken hırsızlığından bahseden düzen politikacılarının devirdikleri çamları yazıyorduk.
Anayasa Mahkemesi Başkanı “kendisini evlenme vaadiyle kandırılmış insanlar” gibi hissediyormuş. Bilmem kaç gazetenin manşetlerinde, kapak sayfalarında bu ifadeyi okuduk dün.
Tamam, spot cümle, çarpıcı... Teknik açıdan başlığa çekilmesi anlaşılabilir.
Macar Marksist György Lukacs, Almanya’da faşist ideolojonin yükselişinin izini sürdüğü sarsıcı eserine “Aklın Yıkımı” adını vermişti. Lukacs hacimli yapıtında Nazi ideolojisinin köklerini, Aydınlanma felsefesinin kriziyle büyüyen çatlaklara yerleşen, sermaye sınıfı için ve onun adına Aklı geri dönülmez bir biçimde parçalayan “irrasyonalizmin” (akıldışıcılık) yükselişine dayandırıyor.
Gaziantep Halk Sağlığı Müdürlüğü, 7 kentte ev ev dolaşılarak 0-5 yaş arasındaki çocuklara çocuk felci aşısı yapılacağını açıkladı. Söz konusu kentler Şırnak, Şanlıurfa, Mardin, Kilis, Gaziantep, Hatay ve Adana. Sonuncusu hariç hepsi Suriye'yle sınırdaş kentlerimiz.
Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarına bakıyorum ve ister istemez hep aynı şeyi düşünüyorum: CHP liderine göre Haziran Direnişi hiç olmamış gibi...
Önceki gün cemaatin televizyonunda konuktu. Açık açık şunları söyledi: “Başbakan Erdoğan, CHP kız ve erkeklerin aynı evde kalmasını destekliyor gibi göstererek bir tuzak kurmaya çalışıyor.”
Bir fotoğraf karesi… Bir kanepenin üzerine menemen testisi gibi dizilmiş dört adam. En solda oturanın adı Abdülkadir Salih. Suriye’de savaşan cihatçı Liva el Tevhid (Tevhid Tugayı) adlı grubun komutanı. Yanında oturan sakalsız, saçı ağarmış kişi Türkiye vatandaşı Said Gökdere. Üç ay öncesine kadar İHH’nın Gaziantep örgütünde yöneticilik yapmakta, sağda solda konuşmaktaydı.
AKP, bir siyasi figür olarak Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye’nin bağımsızlığının teminatı” olarak görülmesini mi istiyor? Son dönemdeki iki tartışmaya, Hakan Fidan ve Çin’le yapılan füze anlaşması, bakıldığında böyle bir izlenim doğabilir. Nitekim Dışişleri Bakanı önceki akşam bir televizyon programında bunu çağrıştıracak sözler etti.
“Artık ABD de desteklemiyor bu adamı… İpini çekecekler.”
Büyük bir alışveriş merkezi ve rezidans projesinde çalışan bir arkadaşımdan işitmiştim: Proje yöneticisi, açılacak yere “alışveriş ve yaşam merkezi” deneceğini söylemiş.
AVM değil yani, AVYM…
Hafta sonu… Delikanlı, kuzeniyle birlikte maça gidiyor. Yanlarında kuzeninin bir arkadaşı da var. Hep birlikte maçı izliyorlar. Takımlarının kazanmasına seviniyor, çıkıyorlar.
Malum ciplere seferberlik emri çıktı. Yalnız ciplere değil, sahiplerine de...
Bizim medya da boş durmayıp cip sahibi ünlülere sormuş: Seferberlik görev emri gelirse ne yapacaksınız?
Davutoğlu’na göre Suriye konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden sert bir karar çıkmazsa, ki çıkmayacağını kendisi de biliyor, bir “istekli ülkeler koalisyonu” kurulabilirmiş. Örnek de veriyor hazretleri: Tıpkı Bosna’da olduğu gibi...
Köylü kurnazlığı ve kendini bilmezliğin karışımından bir Davutoğlu çıkıyor.
Reha Erdem'in yazıp yönettiği, bana göre mükemmel komedinin başlığı bu. Asfalt ve motor sıcağıyla iyice kavrulan şehirlerden birinde tıkılıp kaldıysanız benim gibi, tatilin son gününü böyle değerlendirmek isteyebilirsiniz. Bu filmi izleyip, “Türkiye'nin en çok korkan adamı kim” diye sorun kendinize... Belki kahkahalarla gülmeyeceksiniz ama çok eğleneceğinize eminim.
“Sınırımıza PKK bayrağının dikilmesine göz yumdular. Kına yakın!”
Süper Kupa Finali’nin Üsküp’te yapılacağı iddiası, birkaç gün önce soL’un manşetiydi. Bu bir iddiaydı, doğru. Gazeteci olarak işimizi yaptık, Türkiye Futbol Federasyonu’nu aradık ısrarla. Yanıt yok...
Hadi bize “bir kısım medya” muamelesi yaptılar diyelim. İddia ana akım medyada da gündeme geldi, TFF’den yine çıt çıkmadı.
Düne kadar...
Diktatör Gazze’de “yeni Osmanlı” tahtının tek hakimi olduğunu göstermek niyetindeydi. Bayram havasında bir karşılama beklentisi vardı. Haziran Direnişi’nin yerle bir ettiği karizmasını da, Sincan’da ya da Kazlıçeşme’de toparlayamadığı moralini de Gazze’de, Refah’ta yükseltecekti. Bu yüzden ülkedeki bunca gelişmeye rağmen iptal etmedi ziyaret planını. “Gideceğim” diyordu.
Alper Birdal'ın yazısı 30 Haziran 2013 tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Miting kürsüsünden bağrıyor: “Huzurumuzu gasp etmek isteyen kuklalar...” “Huzuru, istikrarı, güven ortamını bozmak isteyen vandallar, barbarlar, yağmacılar...”
Ne dese pek de coşturamadığı kalabalıktan sloganlar yükseliyor: “Vur vur inlesin, çapulcular dinlesin!”
Taksim Dayanışması’nın Gezi Parkı direnişinin süreceği yönünde dün sabah yaptığı açıklamanın ardından sosyal medyada direnişin ne biçimde süreceği ile ilgili bir tartışma başladı. Ana akım medyanın ve direnişle en ufak bir alakası olmayan bazı köşe sahiplerinin, tartışmayı hararetlendirmek konusunda özel bir çaba harcadıklarını da ekleyeyim.
Alper Birdal'ın “Biber gazı zihin açıyor” başlıklı yazısı 09 Haziran 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Dün “yoksa biber gazı zekayı mı geliştiriyor” diye sorduk soL’un manşet haberinde. Bizi bu soruyu sormaya iten iki fotoğraf karesiydi.
Sabır taşı çatladı da diyebiliriz...
Demek ki böyle bir eşik varmış. Dün hep birlikte bunu gördük. Bundan sonrasını, yani baraj taştıktan sonra neler olacağını da hep birlikte göreceğiz.
Alper Birdal'ın “Halk düşmanı” başlıklı yazısı 26 Mayıs 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
“Ben sana demedim mi?” diyordu telefonda. Sesi heyecanlıydı. Daha “alo” dememe kalmadan soruyu yapıştırmıştı.
Alper Bidal'ın "Fail" başlıklı yazısı 19 Mayıs 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “İslamcı hegemonya” başlıklı yazısı 12 Mayıs 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “Kaderdaşı İsrail” başlıklı yazısı 5 Mayıs Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Ahmet Davutoğlu önceki gün Kocaeli’de bir grup bakan, bürokrat ve patronun katıldığı bir konferansta konuştu. Konferansın başlığı “Büyük Restorasyon ve Türkiye’nin Gelişimi” olunca, haşmetmahap da coşmuş.
Alper Birdal'ın “Kafası kıyak çünkü...” başlıklı yazısı 28 Nisan 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “Selam dur!” başlıklı yazısı 21 Nisan 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, dün Manisa’da konuşuyor: “Şunu unutmayalım son 55 yıla baktığımızda her darbe girişimi ve darbe sonrasında bu ülkede yargı organları millet iradesine müdahale edenlere selam durmuş ve maalesef lojistik destek sağlamış”
Alper Birdal'ın “Anayasadan tavşan çıkmaz” başlıklı yazısı 7 Nisan 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
“Eğer Türkiye başkanlık modeline geçmezse, koalisyon denilen o meret, Allah’ın baş belası o tablo Türkiye’ye bir daha gelirse, 2023’ü de 2071’i de unutun ve Türkiye bugün Avrupa’da gördüğümüz ekonomik kriz geçiren ülkelerin durumuna düşer.”
Alper Birdal'ın "İpin ucu" başlıklı yazısı 31 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “Öpüşün, savaşın” başlıklı yazısı 24 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “Herkes mümin, hasta değil” başlıklı yazısı 17 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Diyanet İşleri Başkanı şöyle diyordu geçen gün: “Bu ülkede herkes mümindir ama herkes hasta değildir.”
Alper Birdal'ın "Nihat Doğan eşiği" başlıklı yazısı 10 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Chavez’in arkasından Nihat Doğan’ı yazmak zorunda kalmak herhalde Türkiye solcusuna verilmiş bir ceza. Sermaye düzeni bu ülkeyi Nihat Doğan eşiğinin altına çekti ve bizler bu memleketin bu kadar düşmesine engel olamadık.
Alper Birdal'ın “Pamuk ipliği” başlıklı yazısı 03 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “Taşıyıcı sütun” başlıklı yazısı 24 Şubat 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “Aile bütünlüğü” başlıklı yazısı 17 Şubat 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
“Aile bütünlüğü Türk toplumu için çok önemli” diyordu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı önceki gün. Katıldığı toplantının başlığı ise “Ebeveyn İzni ve İş-Yaşam Dengesi Yaklaşımı Çerçevesinde Esneklik”ti.
Alper Birdal'ın “Meczubun konuşmasını ciddiye alın” başlıklı yazısı 10 Şubat 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Tuncay Güney bir meczup, doğru…
Alper Birdal'ın “Çakıl taşı değil Mavi Marmara” başlıklı yazısı 03 Şubat 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “Erdoğan'ın kibri” başlıklı yazısı 27 Ocak 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
AKP sözcüleri artık ya bu ülkeyle gerçekten dalga geçiyorlar ya da kibirden gözleri bir şey görmez olmuş durumda. Haliyle Erdoğan, bu konuda da liderliği kimseye kaptırmıyor.
Dün ilan edilen Kabine değişikliği üzerine pek çok spekülasyon yapılacak kuşkusuz. “Yeni Kabine açılıma ayarlı” iddiası ise daha ilk dakikalardan itibaren ön plana çıktı.
Alper Birdal'ın “Türkiye'nin sıfatı” başlıklı yazısı 20 Ocak 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Son birkaç günde yandaş basına düşen bazı haberleri karıştıralım.
Alper Birdal’ın “Sınır ve komşu" başlıklı yazısı 13 Ocak 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın "Herkes silahlanırken..." başlıklı yazısı 6 Ocak 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Beşir Atalay dün, Kürt dinamiğiyle ilgili gelinen durum hakkında “İyi analizler yaptık. Burada pek çok enstrüman var. Pek çok aktör var” diyordu. Şu “Pek çok aktör var” ifadesi üzerinde durmak gerek.
Erdoğan’ın İmralı’yla devlet arasındaki görüşmelerin yeniden başladığını doğrulamasıyla birlikte ana akım medyada yapılan toplantılarda nelerin konuşulmuş olduğuyla ilgili haberleri yeniden okumaya başladık.
Özetle, masanın üzerinde silahlar var diyor, PKK’nin bahar aylarında silah bırakmasına dönük bir müzakere yapıldığını ileri sürüyorlar.
Alper Birdal'ın "Erdoğan iyi de çevresi kötü" başlıklı yazısı 30 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “Takiyecilikten taklacılığa” başlıklı yazısı 23 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Alper Birdal'ın “Akrab ve kalkan” başlıklı köşe yazısı 16 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Akrab, Suriye’nin Hama kentine bağlı küçük bir köy.
Hatay’a 160, Türkiye sınırına 100 kilometre mesafede.
9 bin kişi yaşıyor Akrab’da. 7 bini Sünni, 2 bini Alevi.
İkinci Cumhuriyet Türkiyesi toprağı eşelemeye devam ediyor. Önce gıcır gıcır silahları elleriyle koymuş gibi buldular. Şimdi mezar kazıyorlar. Toprağın altından silahlar ve cesetler çıkartılırken, Türkiye halklarının toplumsal hafızası toprağa gömülüyor. Bir gün birileri onu da kazıp çıkarır ve Bir Zamanlar Anadolu’da halkların nasıl zehirlendiğini anlatır belki.
Alper Birdal'ın “Kıyamet” başlıklı köşe yazısı 9 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
21 Aralık’ı beklemeye gerek yok, kıyamet çoktan koptu.
“Bu da ne demek” diyen çıkmayacağını sanıyorum. 21 Aralık, hani şu meşhur Maya Takvimi’ne göre dünyada bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılacağı tarih…
Tayyip Bey “Muhteşem Yüzyıl” dizisini bir türlü dilinden düşürmüyor. Doğrusu bu dizinin tek bir bölümünü bile izlemedim. Ama Erdoğan’ı bu kadar sinirlendirenin ne olduğunu anlamak için zaten diziyi izlemeye gerek de yok. Zira dün bir kez daha hiddetinin sebebini kendisi ifade etti: “Bizden olmayanlar tarihimizi haremden ibaret göstermeye çalışıyor”muş.
Alper Birdal'ın "Erdoğan'ın Gül'ü!" başlıklı köşe yazısı 2 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Başbakan Erdoğan’ın Muhteşem Yüzyıl dizisi hakkında sarf ettiği sözlerin yankıları devam ediyor. Başbakan, Kütahya’da hava alanı açılışında yaptığı konuşmada, “Bizim öyle bir ecdadımız yok. Biz öyle bir Kanuni tanımadık. Biz öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmemiz, anlamamız lazım.
Alper Birdal'ın "Sultan ve Firavun" başlıklı köşe yazısı 25 Kasım 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
“Arap dünyasına Türkiye modeli” diyorlardı bir aralar. Batı tarafından “Arap Baharı” diye adlandırılan dalgayla Mısır’da Hüsnü Mübarek halledildikten sonra karşımıza çıkmıştı bu tartışma…
Sonra unutuldu.
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı, bölge politikalarında sıkışan AKP’yi rahatlatabilir mi?
Başbakan Erdoğan Cuma günü “Arap Uyanışı ve Orta Doğu’da Barış: Müslüman ve Hıristiyan Perspektifler” başlıklı uluslararası konferansta yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
Kütahya Valiliği bir proje başlatmış. Doğacak çocuklarına Hayme Ana adını verecek üç aileye birer küçük altın hediye edeceklermiş.
Kim bu Hayme Ana?
Kütahya İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü Mustafa Bakırdemir’in ağzından dinleyelim:
Merakla bekliyorduk iki sakalı kıyaslamaya kalkışacak bir aklıevvel çıkacak mı diye… Çıktı.
İki sakal, yani önce Küba’da sonra Bolivya’da devrim için savaşan Che’ninkiyle Ortadoğu’da gırtlak kesen ÖSO’cu, El Kaideci, Müslüman Kardeş ya da Selefi sürülerinki.
Evet, yanlış okumadınız.