ABD Dağılırsa...

Geçenlerde görüş ve değerlendirmelerine çok değer verdiğim bir dostum, “Her sabah Manitu’dan bugün ABD’nin çözüldüğü haberini almayı dileyerek uyanıyorum” diyordu. Bunun uyanmak için iyi bir yol olduğunu söyleyip geçmek mümkün. Dünya-tarihsel öneme haiz bir dönemden geçiyor olmasaydık, basitçe böyle yapabilirdik...

Ancak emperyalist sistemin ciddi kırılmalara gebe olduğu ve daha önce fantezi gibi görünen fikirlerin hiç değilse üzerine kafa yormaya değer konular haline geldiği bir dönemin içindeyiz. “ABD’nin dağılması” ihtimaline de benzer bir gözlükle bakma olanağı var.

Kuşkusuz ciddi bir ihtiyat payı bırakarak ve bu tür dönemlerin spekülasyonların daha fazla insan tarafından ciddiye alındığı kesitler olduğunu da hatırlayarak... Bu ihtiyat kaydını bir kenara not düşerken, kendi kriterlerimize vurduğumuzda bu tür görüşlerden çıkan sonuçları da bir kenara yazmak ya da en azından yinelemek durumundayız. Çünkü her daim içinden geçtiğimiz dönemin ruhunu kavramaya çalışmak ve kavrayışımızı sürekli olarak yeniden test etmekle mükellefiz.

The Economist dergisinin 9 Temmuz tarihli sayısında yayımlanan iki makale bahsedilen ihtimal açısından ortada ilginç bir durum olduğunu düşünmemize yetecek içerikte. Makalelerden ilkinin başlığı “Teksas Kaliforniya’ya Karşı: Amerika’nın Geleceği”, diğerininki ise “Durgunluk Sürecinde Hollywood, Tek Boyutlu”.

Uluslararası mali sermayenin borazanı olan bir yayından bekleneceği üzere, vergilerin artırılmasına dair yakınmalar, muhafazakar olarak bilinen Teksas’ın liberal Kaliforniya’ya göre bunalım koşullarına daha başarılı biçimde adapte olmasıyla ilgili piyasa övgücüsü tespitler eksik değil. Ancak her iki yazıyı da ilginç kılan, meselenin “ABD’nin geleceği ne olacak?” sorusu etrafında örülmüş olması.

Krizlere dirençli olduğu iddia edilen Hollywood batıyor büyük prodüksiyon şirketlerini finanse eden bankaların sayısı 25-30’dan 12’ye inmiş film üretimi yıllık altı yüz civarından dört yüzlere inmiş. O halde soru şu: Hollywood biterse ne olacak? Hollywood’un bitişi ne anlama gelir? Zamanında McDonalds’ı ODTÜ’den defetmek için uğraşırken, “Ne farkeder ki, heryerde Amerikan malları, markaları yok mu?” diye soranlara söz konusu şirketin sembolik önemini anlatıp dururduk. Benzer bir noktadayız...

Meselenin bir başka veçhesi Korkut Hoca’nın önceki hafta ABD’nin “ağalık hakkı”nın tehlike altında olduğunu anlattığı makalesiyle ilişkilendirilebilir. Uluslararası mali yapı üzerindeki belirleyici rolünü yitiren bir ABD’yi bir arada tutacak olan ne? The Economist’teki Teksas-Kaliforniya göndermesi bu açıdan ilginçlik taşıyor çünkü makale satır aralarında kriz derinleştikçe ve ABD’nin uluslararası sistemdeki rolü zayıfladıkça bu ülkeyi neyin bir arada tutacağı sorusunun bir yanıtı olmadığını anlatıyor. Arnold Schwarzenegger’in artık pörsümüş kaslarının da böyle bir momentte işe yaraması zor görünüyor.

Her sabah Manitu’ya dua eden dostumun verdiği bir örnek, The Guardian gazetesinde yazan liberal John Gray’in 28 Temmuz 2008 tarihli ve “Amerika’nın İktidardan Düşüşünde Kırılma Noktası” başlıklı köşe yazısıydı. Seksenlerde Yeni Sağ’ın, doksanlarda Yeni İşçi Partisi’nin doktrinlerinin üretilmesinde çalışan, bugünlerde Yeşiller’le flört eden Gray şunları yazıyor: “Soğuk Savaş sonrası dönemin ironisi, komünizmin düşüşünü başka bir ütopyacı ideolojinin takip etmesi. Amerika ve Britanya’da ve daha az olmakla beraber diğer Batı ülkelerinde, bir tür piyasa fundamentalizmi yol gösterici felsefe haline geldi. Bunun öngörülebilir sonucu Amerikan iktidarının çöküşüdür. Sovyetlerin çöküşü gibi bunun da geniş çaplı yankıları olacaktır. Çaptan düşmüş bir ekonomi, Amerika’nın aşırı şişmiş durumdaki askeri vecibelerini yerine getirmesini daha fazla destekleyemez. Geri çekilme kaçınılmaz ve bunun tedrici ya da iyi planlanmış olması ihtimali yok.”

ABD’nin güçten düşeceğini söyleyenlerin sayısı az değil ve bu tespitin başlı başına bir kıymeti bulunmuyor. Ancak bu değerlendirmede dikkat çeken, en sonda dile getirilen çöküşün ani bir yıkım biçiminde olacağına dair, adına ister “kehanet” ister “beklenti” ya da “öngörü” diyebileceğimiz yorumdur. Ani ve keskin bir çöküş ne anlama gelmektedir vurgu, akla bu soruyu getiriyor.

Rusya Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi’nde öğretim üyesi, eski KGB stratejisti Profesör İgor Panarin’e göre bu sorunun cevabı açık: ABD kısa süre içinde altı parçaya bölünecek... Hem de 2010 temmuzunda...

Yeltsin’in strateji danışmanlığını yapmış birisinden gelen bu kehanete gülüp geçebilir, ona zamane Rasputin’i diyebiliriz. Ancak bu zatın Rusya’nın dış politika aklını şekillendiren kadrolardan biri olduğunu göz ardı etmemek durumundayız. İşte bu Profesör Panarin, Obama’yı Gorbaçov’a benzettikten sonra, “konuşmayı seviyor, ama herhangi bir iş yaptığını görmedik” diyor. Ardından da, “Gorbaçov hiç değilse bir bölgesel parti örgütünün yöneticisiydi, Obama’ysa sadece bir sosyal hizmet görevlisi. Bu adam ABD’yi çöküşe götürecek ve Amerikalılar bunun farkına vardıklarında, bu bir bombanın patlaması gibi olacak” diye ekliyor. Rus dış politikasının aklı, en azından bir bölümüyle, bunları söylüyor.

Son bir örnek bu kez ABD’nin Ulusal İstihbarat Konseyi’nin son raporundan…

Söz konusu olan basit bir “think tank” değil, doğrudan Ulusal İstihbarat Müdürü’ne orta ve uzun vadeli projeksiyonlar sunan resmi bir kuruluş. İşte bu kuruluşun Kasım 2008’de yayımladığı “Küresel Eğilimler 2025” raporunun yönetici özeti, şu cümleyle açılıyor: “2025 yılında uluslararası sistem, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulduğu şekliyle tanınmaz halde olacak (…)” Devamında ise artık ABD’nin güçlü ortaklıkların desteği olmaksızın oyunun kurallarını belirlemesinin olanaksız olduğu anlatılıyor. Bunu da ABD’nin bizzat kendi dış politika aklı, en azından onun bir kısmı, söylüyor.

Bütün bunlardan ne çıkar?

Birincisi, emperyalist sistem içindeki konumunu yitiren bir ABD’nin sahneden sessiz sedasız çekilmesi mümkün değil burası çok açık. Patırtısız bir çekilme derken, örneğin Britanya’nın sahneyi terk edişine kıyasla demek istiyorum. Çünkü ABD için “çekilme”nin anlamı atomlarına ayrışmak olabilir. Olur ya da olmaz, yukarıdaki örnekler egemenlerin kendi mantıkları içinde bu korkunun mevcut olduğunu ve giderek güç kazandığını gösteriyor.

İkincisi, eğer algı buysa, çekilmeye direncin çok şiddetli olacağını tespit edebiliriz. Bunun anlamıysa ne yazık ki savaş, daha doğrusu büyük bir savaştır.

Buradan alarmist bir sonuç çıkarılmamalı, ancak çanların kimin için çaldığına karar verilecek bir dönemin içinden geçtiğimiz de yadsınmamalı.