Suriye’ye müdahalede hukuksal meşruiyete sığınmak

21. yüzyılın Türkiye’si hem çok hukukluluğun hem hukuk kılıflı hukuksuzluğun hem de hukuka karşın keyfiliğin buluştuğu bir tabloyla yoluna devam ediyor.

Afrin harekatında da çok kullanılan sözcüklerden biri hukuk. Harekatın Anayasa’nın 92. maddesine dayanılarak çıkarılan TBMM kararıyla ulusal hukuka, Birleşmiş Milletler kararlarıyla da uluslararası hukuka uygun ve meşru olduğu sürekli tekrarlanıyor.

Yürürlükte olan “silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme” kararıyla (TBMM, 23.9.2017/1162):  

“Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak için hudut, şümul, miktar ve zamanı hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, gerektiğinde Türk silahlı kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması ve bu kuvvetlerin hükümetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre gerekli düzenlemelerin yapılması için” AKP hükümetine izin veriliyor.

Hükümetin elinde, AKP, CHP ve MHP oylarıyla kabul edilen böyle bir karar var ama hukuksal meşruiyete yetmiyor. Sorun ve sorular var.

İlkin TBMM kararının denetlenip denetlenmediğine bakalım.

Önümüzdeki temel belge Anayasa. Anayasa’ya göre TBMM kararları üç istisna dışında denetime tabi değil. TBMM İçtüzüğü ve değişiklikleri, milletvekilliğinin düşmesi ve yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararları Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından yapılan anayasal denetime tabi.

Bu kararlar dışındaki TBMM kararları için anayasal denetim yok. AYM bu konuda olumlu bir adım atarak, kararın adı değil görüşme usulü ve içeriği önemli, denetime tabi olmayan bir TBMM kararının “eylemli içtüzük değişikliği” yaptığını görürsek denetleriz dedi, eylemli içtüzük değişikliğini “İçtüzük denetimi”ne soktu.  

Irak ve Suriye kararı, anayasal denetime tabi olmayan TBMM kararları arasında. Şeklen böyle ama burada durmak yeterli değil.

Bu kararın “eylemli içtüzük değişikliği” yapıp yapmadığı tartışılmadı. Düzen muhalefeti AKP ile uyum içinde. Bu konuda AYM’ye 60 günlük iptal davası açma süresi geçti. Birincisi bu.

İkincisi, istisnalar dışındaki TBMM kararlarının denetime tabi olmamasının genel gerekçesi, haklarla ilgili olmaması, hak ihlaline meydan verici etki yaratmaması, bu nedenlerle denetime gerek görülmemesi olarak ileri sürülür. Meclisteki temsilcilere güvenilir.

Peki, haklarla ilgili olmadığı gerekçesiyle denetime tabi olmayan bir TBMM kararının hak ihlaline neden olup olmadığı nasıl anlaşılacak? Tabii ki hak arama yoluyla, yargısal denetimle… Hem bireyin hem de toplumun maddi ve manevi varlığını yakından etkileyen savaşın, silahlı güç kullanmayla ilgili bir kararın hak ve özgürlüklerle ilgili olmadığı, hakları ihlal etmeyeceği ileri sürülebilir mi?

Bu konuya tipik örnek, Anayasa gereği denetime tabi olmayan OHAL KHK’lerinin, OHAL süresi ve konusu yönünden denetlenebileceğine ilişkin AYM kararıdır. Bu haklı karara yeni AYM’nin uymaması, hukuku zamana, mekana, siyasete ve çıkara uyarlayan, kendi içtihadına uymayan bir yüksek mahkemenin, piyasacı ve gerici düzenin sorunu.

Üçüncüsü, hükümete verilen yetkinin genişliği ve bu genişliğe bağlı olarak ilgili TBMM kararının ve yetkinin hukuk devleti ilkelerine uygun olarak ve sınırları/çerçevesi/içeriği içinde kullanılıp kullanılmadığıdır. Bunun adı uygulama denetimidir. Bu konuda engel yok. Cumhuriyet’in nitelikleri arasında yer alan “hukuk devleti” niteliğinin en temel ilkesi olan hak arama özgürlüğü ve yargı denetimi burada çalışır.

Örneğin, TBMM kararında “Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmaya” yönelik risk, tehdit ve eylemlerden, kimi “terör örgütleri” adı verilerek ama genel olarak söz ediliyor; bu risk, tehdit ve eylemlerin “milli güvenliğimize tehlike” oluşturabileceğine dayanılıyor. “Terör örgütü” sözcüklerinin hem ulusal hem de uluslararası anlamda tanımına bakıldığında, bir tarafta “devlet”in diğer tarafta da bu devlete ve anayasasına karşı “kişi ve kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylem”in olduğu görülüyor.

“Özgür Suriye Ordusu” diye adlandırılan silahlı grup Suriye Devleti’nin ordusu olmadığı gibi başka bir devletin de ordusu değil. Genel tanıma göre “silahlı çete”, “terör örgütü” olduğuna göre soru şu: “Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmaya” yönelik silahlı çetelerle ortak harekat TBMM kararına uygun mu? TBMM izin verme yetkisi içinde kiralık katillerle işbirliği var mı?  Bu tür işbirlikleri genel hukuk kapsamında suç mu değil mi?     

Örneğin, bu harekat bir savaş mı değil mi? Savaş hukuku mu geçerli? Geçerli ise ihlaller ne olacak? Daha da önemlisi silahlı çetelerle birlikte başka silahlı çetelere saldırırken sivil halkın hakları ne olacak?

Hukuksal meşruiyet var, TBMM kararı var demekle bitmiyor. Olgusal meşruiyet bir yana hukuksal alanda da sorun üstüne sorun var. Siyasal ve ideolojik olarak bakıldığında ise tablo bambaşka, kapkaranlık.

NATO da uluslararası hukuk belgelerine dayanıyor ama emperyalizmin militarist gücü. Türkiye Barış Konseyi’nin Afrin açıklamasında vurguladığı gibi “emperyalizme alan açan siyaset, halka düşmandır”. BM Güvenlik Konseyi uzaktan endişelerini iletmekle yetiniyor. Terör diye diye ne devlet kalıyor ne hukuk. Irak’ta da aynı suskun BM vardı.

Yıllardır biriken “Suriye savaş suçları” katlanarak çoğalıyor.  

Sorunlar anayasal kurumlar, kurallar ve denetim yollarıyla çözümlenemiyor. O yollar emperyalizmin ve sömürünün emrine amade olunca savaşın en etkin denetimi halka kalıyor. Afrin harekatına karşı olanların baskılarla sindirilmeye kalkışılması hakları elinden alınan, ezilen halkın denetimini engellemez. “Barışı savunmak” diye bir suç yok, olamaz.   

Kapitalizmin siyasal ve ideolojik bunalımıyla “ahlak bunalımı”, “yönetim bunalımı” ve “hukuk bunalımı” koşut. Ekonomik ve sosyal düzen ahlakı ve hukuku belirleyen en önemli unsur. Bu koşutluk ikiyüzlülüğü, insana/insanlığa özgü ahlaksal değerlerin çürümesini ve çöküşünü hızlandırıyor, kan dökmeye davetiye çıkarıyor.

Emekçi halk üzerindeki baskı ve şiddet artıyor. Geniş çaplı savaş tehlikesi yüksek. Gerçek denetimi, söz ve karar sahipliğini kazanma yolunda mücadele veren emekçi halk yapacak, gerçek barışı sömürü ve gericiliğe karşı mücadele edenler getirecek.