Nereye kadar?

Bir yandan Cumhurbaşkanı, Galataport kararını veren yargıçları vatana ihanetle suçluyor. Bir yandan Meclis’te görüşülen yasayla, yargıda sözde biçimsel değişiklikler yapılırken, polis devletini güçlendiren hükümler getiriliyor. Diğer yandan Ali İsmail davasında sanık polis, dönemin başbakanının “darbe” dediğinin bastırılmasında görev aldığını söyleyerek cinayetlerin meşruluğunu açıklıyor.

Yargı ellerinde ama klasik hesaplar yine devrede: haklar sınırlanıp polis yetkisi artırılacak, üye sayısını artırarak çoğunluk ele geçirilecek…

Geçmişte cemaat ortaklığı ile birlikte denediklerini şimdi onların da gücünü azaltmak için öneriyorlar. Tabii ince hesaplar, gün gelip ortakların barışmasını da içeriyor. Bu tür hesaplar için her an birbirleriyle paslaştıklarını, iç çelişkiye fazla güvenilmemesi gerektiğini hep söylüyoruz.

Yargıtay Başkanı, yargıya müdahaleye feryat ediyor; “bu müdahale, daha ne zamana kadar devam edecektir?” diye yakınıyor.

Müdahale hiç bitmiyor… El atılacak alan ve konu tükenmiyor. Çünkü doyumsuzlar… Hem doyumsuzlar hem de istedikleri gibi ele geçiremiyorlar. Medya rağbet etmese de toplumsal dik duruşu kıramıyorlar.

Onlara göre “ne zamana kadar” sorusunun yanıtı, yargı için de toplum için de açık: koşulsuz teslim alıncaya kadar…

Niceliksel olarak göze batmayan ama niteliksel olarak can alıcı bir sol duruş ise korkutuyor. İlmik ilmik işlenen, polemikle uğraşmayan, gerçeği gözlere sokan “sol”, planlarını bozuyor. Meclis içi muhalefet kendilerini ne kadar rahatlatıyorsa, sol kendilerini o kadar rahatsız ediyor. Sol’un, “AKP gitse bile geleneksel burjuva düzenine dönülmesi halkın kurtuluşu olmaz” tavrı ürkütüyor. Sosyalizm sözcüğünden ödleri kopuyor.

Nereye kadar sorusu yalnız yargıya müdahale için mi geçerli?

Cumhuriyetin, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin dönüşümü nereye kadar? Halkın yaşam tarzına müdahale nereye kadar? Gericilik nereye kadar? İş cinayetleri, çocuğu ve kadını ikinci sınıf yapan, işkence eden, öldüren zihniyet nereye kadar? Kürt halkını ve emekçisini kandırarak açılım oyunları oynamak nereye kadar? Aleviler üzerinden vitrine çıkış nereye kadar? Eğitimden ve sağlıktan kârına kâr katmak nereye kadar?

Direnme hakkına “darbe” deyip, direnenlere saldırmak, öldürmek nereye kadar? Yolsuzluk, talan nereye kadar? Emekçi halkı, işçileri aç kurt gibi sömürmek nereye kadar? Karardıkça karartan düzen nereye kadar?

“Dur bakalım, seçimi bekleyelim” diyenlere kaç seçimi hayal kırıklığı ile tamamladıklarını sormayalım; cici demokrasiye ayıp olur. “Dur bakalım” hikayelerinin sonu malum…

Meclis’teki muhalefet milletvekillerinin düzeni yerinde de, AKP’nin faşizm trenine bir kara yasa vagonu daha eklenecek. Bir kısmı “faşist yasa” dese de onlar düzen kuralları içinde faşist yasalara engel olamadılar. Eski hamamda eski tas ile bu iş yürümüyor. Bakalım şimdi ne yapacaklar?

Cumhurbaşkanı hukuk içinde kalamıyor; hükümet, AKP ve yandaşları hukuk içinde kalamıyor; güdümlü yargı hukuk içinde kalamıyor. Amaca ulaşmak için kendi hukukları dahi onlara dar geliyor. Peki, nereye kadar?

Hukuksuzluktan yakınan muhalefet hukuk içinde kalıyor ama hukuk tanımayan baskı yasaları birer birer mevzuat ordusuna katılıyor. Peki, nereye kadar?

Cumhurbaşkanı malumatfuruş haliyle açık konuşuyor, “hukuku otorite yapar” diyor. Sermaye için “adalet istiyorum adalet” diyor. Her şey ve herkes sermaye için, hizmette kusur etmediğimizden de bizim için diyor. 

Kendilerinden başka bir dünya tanımıyorlar. Kendileri aynadaki dev…

Biz mi?

Nazım Usta yanıtlarını vermiş:

“Kâinat geniş

            kâinat derin

                        kâinat uçsuz bucaksız!

Biz onun parçaları,

            Biz ondan doğan bir sürü bacaksız!”