İleriye ne kaldı?

5 Şubat 1937 laikliğin Anayasa’ya, “Cumhuriyetin nitelikleri” içine yerleştirilmesinin tarihi. Bu konuda “81 yıl önce bugün laiklik anayasaya girdi: Peki geriye ne kaldı?” başlığıyla (http://haber.sol.org.tr/toplum/81-yil-once-bugun-laiklik-anayasaya-girdi...) kapsamlı bir araştırmacı gazetecilik örneği veren soL Portal Haber Merkezine teşekkür ediyoruz. Hem tarihsel süreci hem de bugünün laikliği ayaklar altına alan uygulamalarını anlatan haberin “geriye ne kaldı” bölümünden devam edeceğiz.

İlkin, 1937 tarihinin Cumhuriyet ve laiklik ilişkisinin başlangıç tarihi gibi okunmaması gerektiğini vurgulayalım. Bu vurgulama, laikliğin damdan düşme dayatıldığını tekrarlayıp duranlara, laiklik derken de “dinsel özgürlük” dışında başka anlam düşünmeyenlere yanıt olmalı.

1923’te Cumhuriyet ilan edilip 1921 Anayasası'nda “Türkiye Devleti’nin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir” değişikliği yapılırken, 1924 Anayasası’nda “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” hükmüne yer verilirken, “Cumhuriyetin nitelikleri” Anayasa’ya yazılmadı. Hatta 1924 Anayasası’ndaki “Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslam'dır” sözcükleri 1928 yılının 10 Nisanı’nda çıkarılana kadar Anayasa’da varlığını korudu.

1923-1937 arasında laiklik kavram olarak Anayasa’da yer almadı. Ama hem devrim kanunları ve devlet yönetimi hem de siyaset ve toplumsal yaşam tarzı laiklik ilkesinin yaşama geçirilmesi ve benimsenmesinin emarelerini ve örneklerini verdi. Aydınlama’da ileri adımlar atıldı.     

5 Şubat 1937 işte bu uygulama ve benimseme sürecinin, “Cumhuriyetin nitelikleri” olarak anayasal güvenceye kavuşturulma tarihidir. Anayasa’da devletin şekli olarak gösterilen Cumhuriyet, yaşamda buluştuğu ilerlemeci nitelikleriyle Anayasa’da da buluşmuştur. Bu dönemin gerçeğini en net anlatacak kavram “tarihsel maddecilik”tir. Tarihsel maddecilik 1937 değişikliğine ilişkin TBMM Komisyon kararında, Cumhuriyet’in doğuş şekli ve kuruluşunda hakim olan ve fiiliyat sahasında şimdiye kadar (1937’ye kadar) gelişen prensiplerin yer tutması gereğiyle anlatılmıştır.

Meşrutiyetten günümüze Aydınlanma’yı heybesinin bir kefesinde taşıyan tarihselliğin, Meşrutiyetten günümüze gericiliği de diğer kefede taşıdığını unutmamak gerekiyor. Cumhuriyete ihanetin her adımı Aydınlanma ve ilerlemeye ihaneti taşıyor.

Türkiye, Aydınlanma’yı anlatmak için gericiliğin de anlatıldığı dönemlerle bugünlere geldi. AKP döneminde ise Aydınlanma ancak kendisinden önceki tarihle anıldı; kendi gitti adı kaldı yadigar… AKP’nin istediği, adının bile yadigar kalmaması.

Gericiliğin her türlüsü ama ille de dinseli öyle hızlı yayılıyor ki verilmeyen her tepki, alınmayan her önlem bu hızı daha da artırıyor, yayılmayı genişletiyor; susturuyor, sindiriyor, kullaştırıyor; düzen içindeki zayıf tepkileri hemen kırıyor, Aydınlanma yolunu karartıyor.

Tarih gerici saldırıların örnekleriyle dolu ama AKP bunu tali olmaktan çıkarıp asıllaştırdı. En etkin susturma, razı etme yoluydu gericilik, AKP de bunu sonuna kadar kullanıyor. Yolsuzluğu, hırsızlığı, savaşı, yasakları, hakları budamayı, emekçiyi baskı altında tutmayı; daha da vahşicesi iş cinayetlerini, kadın cinayetlerini, çocuk istismar ve tecavüzlerini hep bu kullanımla örtmeye çalışıyor.

Laiklik Anayasa’da duruyor ama nasıl?

Anayasa Mahkemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarına “siyasi partilerden herhangi birini ve onların tutum ve davranışını övme ve yerme” yasağını Anayasa’ya uygun bulurken, bu yasağı DİB’in laiklik ilkesini gözetmesine bağlaması birçok basın yayın organında manşet oldu.

Oysa o karardaki kazın ayağı, Cumhuriyet’in nitelikleri arasındaki tarihsel laiklik ilkesi değildi. Yeni AYM’nin yeni laiklik tanımıydı, yani AKP’nin “esnek ve özgürlükçü laiklik” tanımıydı gerekçe gösterilen. AYM, 2012’de verdiği kararındaki laiklik ilkesini “din ve vicdan özgürlüğü”ne sıkıştıran kararına gönderme yapmayı ihmal etmemişti DİB çalışanlarıyla ilgili kararını verirken. Bir kez daha “AYM olarak eski kararlarımı tanımıyorum” demişti kısaca.

Laiklik Anayasa’da duruyor ama yalnızca dinsel özgürlük için; dinin eğitime, hukuka, devlete, siyasete, topluma serbestçe girebilmesi için…

Dinsel kuralların, kitapların özelliği, durağan olması hukuk gibi dinamik olmaması. Durağanlık toplumsal baskı aracı olarak kullanılırken, sermayenin teşvikinde, kâr hırsında, kamu kaynaklarının sermayeye aktarılmasında, gericiliğin eğitime ve hukuka girmesinde, siyasette, hukuksuzluk ve keyfilikte, sömürüde dinamikleştiriliyor.

“Durmak yok yola devam” bu hareketin sloganı: sermaye yola devam edecek, emekçiler susacak, grevler duracak… Ezenler yola devam edecek, ezilenler yola gelecek…

AKP, Türkiye’yi 1937’ye getiren Cumhuriyet’in tersini yapıyor, dinsellik kılıfıyla faşizme yol alıyor; adına özgürlük diyor: Din özgürlüğü, gericilik özgürlüğü, evlenme özgürlüğü, erkek özgürlüğü, mülkiyet özgürlüğü, girişim özgürlüğü, hukuksuzluk özgürlüğü, para özgürlüğü, sermaye özgürlüğü…

Cumhuriyet Aydınlanmacılığı’ndan geriye kalan azgın bir gericilik, kendisini vahşi sömürü düzenini ayakta tutmaya adamış bir gericilik.

Gericilikle mücadelenin yolu anıların içinde boğulmamakla, ileriye bakmakla açılacak. İleriye kalan, gericilik ve içinde beslendiği sömürü batağının yok edilmesiyle netleşecek.

Aydınlanmayı sözde savunur gözükmekle değil yaşamın ve toplumsal ilişkilerin vazgeçilmez parçası yapmakla ileriye dönecek yüzler… Sözcükleri tekrarlayıp durmakla değil sömürü düzenini ortadan kaldırmaya somut adım atıp yürek koymakla gelecek eşitlik ve adalet.

İleriye kalan, gerçek Aydınlanma’nın ve toplumsal ilişkilerin din adlı hayallerle ve sömürü adlı özgürlüklerle halkı kandıranlar tarafından değil sınıfsız toplumun insanı tarafından kurulması gerçeği…

Örgütlenmenin püf noktası da işte bu gerçekte; düzen içinde kalıp programsız, ilkesiz, siyasetsiz, ideolojisiz yan yana gelmekte değil.

Püf noktası din dersini zorunlu diye dayatan devlete karşı somut mücadele içine giren ve davaları kazanan “Aydınlanma Hareketi’nin Mücadele İnsanları” gibi, okulumda evrimi okutmam diyen müdüre karşı evrim kitabı dağıtan “Solcu Liseliler” gibi, gericilik karşıtı direnci artırmak için Türkiye’yi aşıp uluslararası ilişkilere uzanan “Türkiye Komünist Gençliği” gibi somut, ilkeli, stratejisini belirleyip yol haritasını çizen eylem birliğinde.

Püf noktası “Mustafa Suphi'ler”den devraldıklarıyla “halkın seçeneğini güçlendirenler”in düzene karşı devrimci mücadele yoldaşlığında…