Divan-ı Hümayun

Apartman daireleri şeklindeki büyük kutuların içinde televizyon şeklindeki küçük kutulara tutsak olanlar, ekrandaki renklerin ve hareketin cazibesiyle, orada ne anlatılıyorsa dinliyor, ne gösteriliyorsa izliyorlar.

Sonra da, Cumhurbaşkanlığı makamının saraya taşınmasını, Atatürk Orman Çiftliği işgalini, işgalin sonradan hukuk kılıfına sokulmasını soruyorlar. Saraya külliye yapılmasını, dediği dedik Cumhurbaşkanını, tarafsızlığı ve sorumsuzluğunu soruyorlar. Protokoldeki tuhaflıkları, Bakanlar Kurulunun sarayda toplanmasını soruyorlar. Başkanlık sistemini soruyorlar.

Anayasa ne diyor? Hukuken durum nedir? Diye soruyorlar.

Geçiniz…

Kemal Okuyan (20.1.2015 günlü soL’da),  “Adam padişah olmuş, biz başkanlığı tartışıyoruz” diye başlığı attı. Sonra da “Cumhuriyet?” diye sordu ve bitirdi: “Birileri gerçekten bakar kör! Ya da; toplumu köreltme derdinde…”

Divan-ı Hümayun, Osmanlı Devleti’nin sözde en yüksek karar organı… Bırakın zamanla padişahların divan toplantılarını “kasr-ı adil” adlı kafesten izlemelerini, bırakın adında “Divan” sözcüğü geçen diğer organları; aslında tek karar organı var: padişah.

Şimdi saraya taşınan Bakanlar Kurulu toplantısının özeti de açık: Yeni Osmanlı’nın Divan-ı Hümayun’u ama kafessiz olanından…

“Anayasa ne diyor?” diye sormayın; Anayasa nerelere sıkıştırıldı ya da utandı da saklandı mı diye sorun? Ara sıra muhalefet partileri tarafından anımsanmasını ya da Anayasa Mahkemesi tarafından norm olarak kullanılmasını söylerseniz, birileri de size kimlerin işine ne kadar yarıyor diye sorar.

Bu sahneleri ve kahramanı (!) elbette Türkiye’deki ilişkiler yarattı. Marx, Fransa’da sınıf kavgasının, “sıradan ve acayip bir adamın kahraman gibi gösterilmesini sağlayacak koşulları ve durumunu” Louis Bonaparte için ifade ederken, bugün Türkiye’de dönüşümün hangi koşullar içinde gerçekleştiğini anlayıp anlatabilmenin de yolunu göstermiş (18 Brumaire).

Özetle, ekonomik yapı ve iktidar örgütlenmesi koşut, bunun içinden çıkan AKP ve Erdoğan gibi sapmalara kendinizi fazla kaptırmayın; önünüzde duran maddi yaşam koşullarına bakın.

Cumhuriyetin hangi nitelikleri ayakta ki Cumhurbaşkanlığı makamından niteliklere uyması bekleniyor? Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti; AKP ve yandaşları için demokratik, Sünni Müslümanların özgürlüğü için laik ve zenginlerin zekat anlayışı kadar sosyal olmadı mı? AKP’nin, demokratik ve laik Cumhuriyet’i ihlal ettiği yargı kararıyla tescil edilmedi mi? Hak ve özgürlükler yalnızca AKP ve yandaşları için geçerli değil mi? Hangi anayasal haklar ve ilkeler toplumun bütünü için uygulanıyor ki, “devlet” organları Anayasa’ya uygun çalışsın?

Geçiniz…

Anayasa, bugün AKP tarafından yaratılan sorunların kaynağı değil. Çünkü onlar Anayasa dışı yönetiyorlar. Yeni anayasa istemelerinin nedeni de, bu Anayasa dışı yönetimi kurallaştırarak kalıcı kılmak.

AKP, uygulanmayan Anayasa’dan yasalar çıkarıp hukuk yaratıyor ve istediği kurallara uyup istemediklerine uymuyor. Fiili durum yaratıp sonra Anayasa ya da yasa metni haline getirmek için, fiili durumu hukuksallaştırmak için sırada Erdoğan’a özgü başkanlık sistemi var.

Oysa yine Fransa’dan örnek verirsek, İkinci Paylaşım Savaşından sonra Fransa’daki koşullar sonucu ortaya çıkan De Gaulle Anayasası, kişilere özgü anayasa yapılmasının olumsuz örneği olarak, “proto-faşizan” niteliğiyle hukuk tarihinde yerini almıştır.  

Dünyaya nasıl hukukla bakıp anlamlandıramaz isek, iktidardaki siyasi parti ve cumhurbaşkanı gözüyle de bakıp anlamlandıramayız.

Demokrasinin olmazsa olmazı denilen seçimle oluşan yasama organında hırsızların, bağımsız denilen yargı organında da katillerin koruma altına alındığını görüp, ahlarla vahlarla oyalanmak işe yaramıyor.

Ekranlarda sunulan renkli sahnelere, heyecanlı hitaplara -alaya alma enerjisini bile kullanmadan- dalıp kalmak yerine, yaşam üzerine düşünülecek ve yapılacak çok şey var. Tabii öncelik, hırsızı-katili-yobazı kovalamada… Bu da halkın en doğal, en gerçek hakkı… Hem de hukuk dışı olamayan hak…