"Çıkışın yolu eşitlikçi bir toplumsal düzen için örgütlü mücadele, devrimci dönüşümler, emekçilerin Cumhuriyeti... "

Yeni olaylar ve suçlar… Neden, nereye kadar?

Olay dinsel mekanda, bir ibadetten sonra geçiyor. Anayasaya göre “laik hukuk devleti”nin cumhuriyetin nitelikleri arasında sayıldığı bir ülkede ibadet ve ibadethane “din özgürlüğü” kapsamında. Anayasanın ilgili maddesi, herkesin dinsel inanç ve kanaat özgürlüğüne sahip olduğunu; temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmaması koşuluyla ibadet, dinsel ayin ve törenlerin serbest olduğunu; dinsel inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağını ve suçlanamayacağını belirtiyor. Bu madde Anayasanın eşitlik maddesiyle birlikte okunduğunda, ne dil, ırk, renk, cinsiyet, ne din ya da mezhep farkı, ne siyasal düşünce ve felsefi inanç ne de soy, zümre, unvan, makam, statü, din özgürlüğünde ayrımcılık konusu olabilir.

Bu genel ilkelere göre bir “Cumhuriyet” olan “laik hukuk devleti”nin “başı” statüsündeki bir cumhurbaşkanının ibadet için ibadethanede bulunması din özgürlüğü kapsamında olup, orada cumhurbaşkanı olarak değil, ibadetini yerine getiren birey olarak yer alabilir. Eğer üyeliği söz konusuysa bir siyasi partinin üyesi veya başkanı olarak da orada değildir.

Her iki sıfatla ya da başka herhangi bir sıfatla ibadethanede olunamayacağı gibi konuşma da yapılamaz. Olunur ve yapılırsa, Anayasanın:

(i)“Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” şeklindeki,

(ii)“Siyasi partilerin (…) eylemleri, (…) insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz” şeklindeki, (24. ve 68. madde) hükümlerinin ihlali ortaya çıkar.

“Laik hukuk devleti”nin başı olan ve “Laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına” yemin eden bir cumhurbaşkanının bu ihlali yapacağı varsayılamayacağına göre, bir siyasi parti üyesi ve başkanı olarak yaptığı düşünülecektir ki bu konu da Anayasayla birlikte Siyasi Partiler Kanununda ayrıntılı yazılarak yasaklanmıştır. Nitekim Refah Partisi, Fazilet Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisinin bu kapsamda yargılanarak, yaptırımları farklı olsa da suçlu bulundukları Anayasa Mahkemesi kararlarıyla sabittir.

Olaydaki suç savlarından biri buraya dayanmaktadır. Burada ibadetin ve ibadethanenin siyasi amaçla kullanılarak hem din ve dinsel mekan istismarı, hem de dinsel özgürlük güvenliği istismarı söz konusudur.

Bir başka suç savı dinsel inanç ve duyguların, dinsel mekanın istismarıyla “tehdit” üzerinedir. Tehdit çeşitlerine bir de “dil kesme/koparma” tehdidi eklenmiştir. Ki bu sözcükler Yargıtay kararına göre Türk Ceza Kanununun “tehdit suçu” kapsamındadır.

Suçların soruşturulması, kovuşturulması, dava konusu yapılması, cezai sorumluluklarla ilgili anayasal usuller, kapatma davası veya yüce divan gibi kendine özgü yargılama biçimlerin her ne kadar hukukun ve yargının kapsamında gözükse de aynı zamanda siyasetin de kapsamında.

Cumhuriyetin en temel ilkesi olan laiklik, yıllardır adım adım yok edilirken, burjuvazinin çok sevdiği “hukukun üstünlüğü”nün ve “yargının bağımsızlığı”nın da yok edilmesine zemin hazırlıyor. Laikliğin ayaklar altına alınmasına göz yuman, destek veren düzen siyaseti hukuk ve yargının da düzenin kalıbına göre biçimlendirilmesine ya da biçimsizleştirilmesine karşı tavrını ortaya koyamıyor, koyamaz.

Sömürücü düzeni ayakta tutmak için dinsellik ve dinsel inançların istismarı, başkanlı rejime ya da birkaç siyasi partiye sıkıştırılacak kadar basit olmadığı gibi güçlendirilmiş parlamenter rejimle çözülecek kadar, Cumhuriyetin bir dönemine dönülecek kadar da basit değil. Bu alanı denetim altında tutan siyaset, egemen sınıfın siyaseti…

Sermaye sınıfının ve emperyalizmin dayattığı gericilik, sömürü ve bağımlılık, devlet ve hukukla birlikte, onları da eritecek şekilde dinsellikle, siyasal İslamla sürdürülüyor. Sermaye ve devlet arasındaki ilişki devlet ve din arasındaki ilişkiyle besleniyor. Bu gerçeği görmeden kişilere, olaylara ve suçlara takılıp kalmak beslenmeyi kesmeye yetmiyor. Dinsellik siyasetle ve ayrıştırmalarla yaşarken sınıfsal tavrını gizlemiyor, emekçi halkın mücadelesini de sınıfsallıktan uzaklaştırıyor.

Çıkışın yolu eşitlikçi bir toplumsal düzen için örgütlü mücadele, devrimci dönüşümler, emekçilerin Cumhuriyeti... Hiç zaman yitirmeden emekçilerin aydınlanma bayrağının dikilmesi…