Anayasa üretim güçlerinden ve ilişkilerinden, üretim araçları mülkiyetinden, siyasal ve sosyal ilişkilerden, ideolojiden, özetle yapıdan ve üst yapı araçlarından oluşan toplumsal düzenden doğar.

Yaşam, anayasa, yaşam çizgisi

1917 Ekim Devriminden sonra 1918 Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti Anayasası için Tüm Rusya Sovyetler Kongresi Raportörünün “Anayasa, kağıt üzerine geçirilmeden çok önce pratikte gerçekleşmişti” sözleri sosyalist, kapitalist, sistem ayrımı gözetilmeksizin anayasa kaynağını kısa ve öz açıklar. 

Burjuva demokrasilerinin anayasalarındaki soyut sıralama da salt anayasa koyucuların iradesiyle dile getirilmiş değil. Nerede, nasıl olursa olsun anayasacılık hareketleri, anayasal gelişme tezleri ve anayasal gericilik kaynağını önceki uygulamalardan ve ilişkilerden alır, pat diye düşmez. 

Osmanlıdaki 1876, Cumhuriyet öncesi 1921, sonrası 1924, 1961, 1982 Anayasaları ve bunların olumlu/olumsuz değişikliklerinde hep kendilerinden önceki dönemlerin özellikleri, koşulları, ilişkileri, mücadeleleri ve karşı hareketleri anayasa koyucuların dilinden ve kaleminden kağıda döküldü. 

Anayasa toplumsal yaşamdan doğar, halkın mücadeleleriyle ilerler, bu mücadelelere karşı çıkan güçlerin müdahaleleriyle gericileşir, baskı aracı haline getirilir. 1919, Kongreler ve 23 Nisan 1920’nin pratiğini taşıyan Kurtuluşun Anayasası 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ile taçlanırken hak ve özgürlüklerin Anayasası 1961’i, 12 Mart 1971 Muhtırası budadı.

24 Ocak kararları ve 12 Eylül 1980 faşist darbenin ürünü 1982 Anayasası ulusal ve uluslararası sermayenin, neoliberalizmin ve gericiliğin tüm pratiklerini öylesine içine taşıdı ki, hem 1961’i silip attı hem de üzerindeki kısmi olumlu oynamaları yaşama geçirtmedi. Sonunda 2002’de bir proje partisinin, AKP’nin elinde anayasallığı altüst eden, hukuksuzluğu ve anayasızlaştırmayı hukuksal meşruiyet kılıfına sokmaya kalkışan müdahalelerden kaçamadı.       

Anayasa üretim güçlerinden ve ilişkilerinden, üretim araçları mülkiyetinden, siyasal ve sosyal ilişkilerden, ideolojiden, özetle yapıdan ve üst yapı araçlarından oluşan toplumsal düzenden doğar; ekonomik ve toplumsal ilişkiler bütünlüğü içinde ya ilerler ya da geriler.  

Sınıflı toplumun anayasası diliyle sınıfsallığın üstünü örtmeye ne kadar çaba gösterirse göstersin, sermaye ve emek arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin aynası olmaktan kurtulamaz; başını kuma gömen devekuşu gibi kapitalizmin sömürücü gövdesi hep açıkta kalır.    

Kapitalizmde anayasa sömürücü sınıfa ve sömürüye hizmet edip emekçi halka korku salarken, otoriter yönetimi tanımlarken, hak ve özgürlükleri veriyormuş gibi gösterip “ancak”larla sınırlarken demokrasi söylemine, soyut eşitliğe sığınarak sınıfları perdelemeyi de ihmal etmez. Geçici boyamalar sömürü gerçeğinin üstünü örtmeye yetmez.  

Örneklerini sıkça yaşadığımız gibi, sınıflı toplum anayasası, “parti anayasası” olmakta, hak mücadeleleriyle kazanılanları gasp etmekte, ihlal ya da ihmal edilmekte, çelişkili yorum ve çifte standart uygulamalarda, uygulanmayan maddelere gözlerini kapamakta duraksamaya düşmez. 

Bir yandan hak ve özgürlükler, bir yandan sınırlama ve yasaklar, diğer yandan da sömürü düzeni… Sorun alanları birbirini tamamlıyor. 

1961 Anayasası, ardından gelen özgürlük ortamıyla, sosyal ve ekonomik haklarla, uyum yasalarıyla olumluluğun örneği olarak anımsanıp anlatılırken daha ilk yıllarında saldırı ve hegemonya aracı olarak “antikomünizm”in rüzgarına kapılmıştı. Komünizmle mücadele dernekleri güçlenerek büyüdü, parlamentoda komünizmle mücadele komisyonu kuruldu, antikomünist sendikacılık desteklendi. Sendikaların “Komünizmi Tel’in” mitingleri 1961 Anayasasından sonra da sürdü. Türk-İş’in mitinglerinden birinin tarihi 1962 idi.        

AKP, kendi dönemine kadar gelen anayasa teori ve pratiğini dahi altüst ederken aslında sömürücü düzenden ayrı, üstün bir maharete sahip değil, devamına niyetli olduğunu da açıkça dile getiriyor. Bu yönüyle kapitalizmin gerçek yüzünü gösterme, onun içinden gerçek demokrasi ve laik hukuk devleti çıkarmanın olanaksızlığını göz ve kulaklara sokma, eşitsizliği ve adaletsizliği tavana vurdurma, emekçilerin hak ve özgürlüklerini gasp etme, dinselliği ve gericiliği yönetimin ve toplumsal yaşamın her alanına yayma konularında bir alan çalışması sunduğu için AKP’ye teşekkür yersiz olmaz.

AKP’den, ittifakından ve onların anayasa müdahalelerinden kurtulmak yetmiyor. Düzen içi muhalefet partileri ve ittifakı da AKP’yi yaratan koşulların, düzenin ürünü. Hepsi aynı kapıyı, piyasanın, gericiliğin, sömürünün kapısını açıyor ve sermayenin önüne seriyor tüm kaynakları. Hepsinde laikliğin Anayasadan çıkarılmaması tahmini var ama hepsi anayasal ilkelere ve güvenceye karşın paramparça edilen laikliğin ayaklar altına alınmasını seyretmekle meşgul. Hepsi Cumhuriyetçi ama hepsi Anayasadaki Cumhuriyet ilkeleri tepelenirken susmakla meşgul. Hepsi demokrat ama burjuva demokrasisinin ve adaletli seçimlerin bile uygulanmadığı, anayasal denetim mekanizmalarının çalıştırılmadığı düzenin meşrulaştırma aracı. Hepsi sınıfsallıkta sermayenin yanında.

Ne anayasayı ne de değişikliklerini sınıf mücadelesinden ayırabiliriz. “TKP’li Hukukçular”ın da vurguladığı gibi (Boyun Eğme, Sayı:252, 15.2.2021) AKP’nin Anayasa ve hukuk müdahalelerinde iki temel menfaat gözetiliyor: (i) Kendi iktidarının ideolojik, siyasal ve yönetsel gücü, (ii) sermaye sınıfının menfaatleri.  AKP iktidarı, tüm gerici karakteri ve bu karakterini devlet organlarının temel niteliği haline getirme amacıyla birlikte, nihayetinde bir burjuva partisi.  

Diğer düzen partileri de aynı. Ortaya koydukları farklılıklar öze yönelik değil, biçimsel. Hiçbiri sermayenin sınırsız tahakkümünü yıkıp atmak istemiyor. Yaşanan ekonomik ve toplumsal krizde, çürümede, yozlaşmada, sömürüde, Anayasanın rafa kaldırılmasında ortaklar. Kapitalizme ve emperyalizme karşı direnişe geçmek yerine düzenin istikrarından yanalar. Kimi cılız sesler, istikrar hevesleri altında boğuluyor. Parçalandıkça doğan yeni partiler, pazarın ve pazarlıkların içinde kaybolma yolundayken bir de halkı oyalama işlevindeler. 

Sömürücülerin siyasetini yürüten ve meşruluk sorunu olan AKP’nin anayasa yapma kabiliyeti olmadığı gibi, aynı düzenin ve siyasetin partilerinin de yok.

Kapitalizmin içinden çıkan anayasa doğduğu ilişkilerin hem güvencesi, korkusu. Güvence sermaye sınıfına, korku işçi sınıfına biçiliyor.

Türkiye Komünist Partisi, aynı sömürü ve gericilik siyasetinin farklı partileriyle, bu siyasetin anayasa oyunlarıyla "halkın bir kez daha aldatılmasına izin verilmeyeceğini" vurgulayarak "2023 için çağırıyor."

Ülkemizin geleceğinin piyasacı, gerici, işbirlikçi güçler arasındaki çekişmeye teslim edilmemesi için, AKP’yle ve birbirleriyle pazarlık yarışına girip sahte seçenek sunanlara karşı gerçek kurtuluşu tanımlayan başka seçenek var.

“Bu ülkenin emekçileri, yurtsever aydınları, bağımsızlık ve aydınlanma neferleri, sömürü düzenini yıkarak eşitlik bayrağını dalgalandırmayı isteyen devrimcileri olarak 2023’e biz de hazırlanmalıyız.”

“Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında, ‘Yeniden Cumhuriyet’ fikrinin ete kemiğe bürünmesini sağlamalıyız. Halkçı, Laik, Bağımsız, Sosyalist bir Emekçi Cumhuriyeti…”