O halde Bakü ile Stepanakert arasındaki müzakerelerin sonucunda D. Karabağ’ın özerk cumhuriyet statüsünün korunması gerekir. Zurna burada “atonal” moda geçiyor. Aliyev’in hiç böyle bir niyeti yok.

Vodvil trajediye dönerken...

Bir ay kadar önce, 21 Ağustos’ta Güney Kafkasya’ya dair bir yazı yazmıştım. Güney Kafkasya’da Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşananlar, oyunda rol alan ülkeler vs.. Yazının sonlarında Rusya’nın bu “mesele”yi yıl sonuna kadar bitirmeye kararlı olduğunu belirtmiş, D. Karabağ için bu kışın zor geçeceğini, Ermeni diasporasının ve akortsuz sazıyla sert notalar basmaya devam eden “Artsakspor” sermaye tahakkümündeki bir dünya düzeninde yaşayacaklarının farkında olup olmadıklarını sorgulamıştım.

Geçen hafta içinde sanırım bu sorgulama yanıt buldu. Azerbaycan uzun ve sistemli bir hazırlıktan sonra “anti-terör operasyonu” adı altında bir askeri harekât başlattı ve D. Karabağ özsavunma güçleri etiketi taşıyan Ermeni birliklerini silahsızlandırma ve dağıtmaya yönelik taleplerini dayatacak bir sonucu yaklaşık 24 saatte elde etti.

Los Angeles ve Paris’tekilerin hâlâ süren “soykırım” çığlıklarına kimse kulak asmadı. Bırakın ABD’yi, Fransa’yı, Ermenistan yönetimi bile çatışmalara Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin müdahale etmeyeceğini açıklayarak Stepanakert’i yalnız bıraktı ve oradaki yönetimin hırsız müteahhit inşaatı misali çöküşünü seyretmekle yetindi. 

Burada bir parantez açalım, geçen ayki yazıdan sonra başta eşim olmak üzere kimileri Hankenti değil de Stepanakert ismini kullanmamı yadırgadıklarını söylediler. Yer isimlerinin başlı başına bir mücadele konusu edildiği dünyada bu tercihin anlamını sorguladılar. Ona bir açıklık getirip öyle devam edelim yazıya. Stepanakert ismi D. Karabağ’da işbaşında bulunan rejimi simgeliyordu. Kapattık parantezi.

Azerbaycan operasyonu sonrasında Ermenistan Başbakanı Paşinyan ilginç açıklamalar yaptı. Stepanakert’e Azeri birliklerinin girmediğini, sosyal medya ve basına yansıyan sivil kayıp sayısının abartılı olduğunu ve Rusya’nın “Barışgücü” birliklerinin görev yapacağı duyurulan D. Karabağ’da sivil halkın canının tehlikede olmadığını söyledi. Bir anlamda “Ermeniler ikinci kez soykırıma uğruyor” sloganıyla Batı başkentlerini ayağa kaldırmaya çalışan Diaspora’nın propaganda makinasını açık ofsaytta bıraktı. 

Dağlık Karabağ sorununun kökenlerine yukarıda linkini verdiğim yazıda da değindiğim için tarihçeye pek girmeyeceğim. Yalnız sorunun ve olası çözüm şekillerinin irdelenmesinde dikkate alınması gereken önemli bir ayrıntıyı anımsatmakla yetineceğim. SSCB dağılma sürecindeyken 1991 yılının Aralık ayında Kazakistan’ın başkenti o zamanki adıyla Alma Ata’da SSCB ardılı ülkelerin bir bölümünün liderleri bir zirve toplantısı gerçekleştirdiler. Baltık Cumhuriyetlerinin katılmadıkları bu zirvede Azerbaycan ve Ermenistan o dönemdeki liderleri tarafından temsil edildiler. SSCB’nin sona erdiğinin resmiyet kazandığı zirvenin en önemli sonuçlarından biri elbette BDT'nin (Bağımsız Devletler Topluluğu) kuruluşunun ilan edilmesiydi.  Sonuç bildirgesinin bugün bizi ilgilendiren unsuru ise ülkelerin SSCB döneminde belirlenmiş sınırlarının değişmeyeceği ve bu ülkelerin içindeki özerk bölge ve cumhuriyetlerin statüsünün aynı şekilde devam edeceği üzerinde sağlanan mutabakattı.

D. Karabağ Özerk Cumhuriyeti’nde net çoğunluğa sahip Ermeni yönetiminin Azerbaycan’dan ayrıldığını ilan etmesi üzerine çıkan Birinci Karabağ Savaşı tamamlandığında. D. Karabağ yönetimi ve Ermenistan sonuç bildirisinin bu unsurlarından ilkini açıkça ihlal etmiş oldular. Stepanakert Azerbaycan’ın egemenliğini reddederek, Erivan Azerbaycan’a ait dört ilçe toprağını işgal ederek.

2020 yılında yaşanan II. Dağlık Karabağ savaşı Azerbaycan’ın zaferiyle bitince bu ihlallerden Ermenistan’a ait olanı ortadan kalkmış oldu. Görünen o ki geçen hafta Azerbaycan tarafından “Anayasal düzenin tesisi” gerekçesiyle gerçekleştirilen asker harekât ve sonrasında yürütülen görüşmeler sonucunda ikinci ihlal de oradan kaldırılmış olacak. Açıkça yazalım: Dağlık Karabağ’da Azerbaycan’ın egemenliği yeniden tesis edilecek. Buraya kadar Alma Ata Deklarasyonu’nun çizdiği ve altında Azeri ve Ermeni liderlerin de imzası bulunan çerçevenin içindeyiz. 

Taraflar 21 Eylül’de Azerbaycan’ın Yevlak kasabasında bir araya geldiler. “Taraflar”a açıklık getirelim çünkü sonra anımsamamız gerekecek. Azerbaycan Devleti ve Stepanakert yönetiminden söz ediyoruz. İlk tur görüşmenin somut sonucu ateşkesin devamı ve müzakerelere devam etme kararı oldu. Şu ana dek ateşkese genel olarak uyulduğu söylenebilir. Paşinyan’ın açıklamaları da bunu doğruluyor. Paşinyan barış yolunun çetin ama zorunlu olduğunu söylerken Erivan’da binlerce kişi yönetimi protesto için sokak gösterilerini sürdürüyorlar. 

Paşinyan’ın derdi bir tane değil. Bir yandan Ermenistan’ı Rusya’nın etki alanından çıkartıp Batı’ya yaklaştırmak istiyor. Bu amaçla Türkiye ile yakınlaşma sürecini önemsiyor. Bunu da sanırım aylar önce yazmıştım ama muhatabı yani Ankara bu konuda çok da içten değil. Tek taraflı kazanımlar içeren bir sonuç alma peşinde. Paşinyan’ın yakınlaşmak istediği “Batı” için ise Ermenistan öncelikli bir hedef değil. En azından Azerbaycan kadar değil. Öte yandan Ermenistan içinde tarihsel ve sair sebeplerle Rusya’ya çok yakın duran bir yönetim kliği var. Rusya’nın D. Karabağ meselesindeki Azerbaycan yanlısı tavrının sebebinin Paşinyan olduğu ve o gittiği takdirde meselenin D. Karabağ ve Ermenistan bakımından daha kazançlı bir biçimde çözülebileceği görüşündeler. Paşinyan ise bu manevranın farkında olduğunu D. Karabağ’ı gözden çıkartarak gösterdi. Son dönemde farklı alanlarda kapıştığı Rusya’ya bu alanda ciddi bir taviz verip, bir anlamda “Al Stepanakert’i, bırak Erivan’ı” demiş oldu. Moskova’nın önermenin birinci kısmına itirazı olmadığı ortada ama ikinci kısmın ne olacağı şimdiden belli olmaz. Sonuçta Paşinyan’ın elinde de fazla koz yok. Kendince doğru bildiğini, olanakları ölçüsünde, “Türklerin adamı, hain” damgası yemek pahasına da olsa yapmaya çalışıyor.

Sorunun Türkiye’de algılanma daha doğrusu algılanamama şekline geçmeden bir kez daha Alma Ata bildirisine dönelim. Bildirinin bundan sonra masada olacak unsuru ne? SSCB ardılı ülkelerin sınırları içerisinde kalan özerk bölge ve cumhuriyetlerin SSCB dönemindeki anayasal statülerinin korunması. Azerbaycan’ın müdahale gerekçesi neydi? Anayasal düzeni tesis. O halde Bakü ile Stepanakert arasında yürütülecek müzakerelerin sonucunda D. Karabağ’ın özerk cumhuriyet statüsünün korunması gerekir. İşte zurna burada “atonal” moda geçiyor. Aliyev’in hiç böyle bir niyeti yok. Hanedan yönetimini sürdürmesinin ve güvence altına almasının ilan ettiği maksimalist hedefleri elde etmesine bağlı olduğunu düşünüyor olabilir. İşte mesele bu noktadan itibaren hakkı olanı geri almaktan çıkıp intikam almaya doğru ilerliyor.

Öznel olarak ben özellikle de Erzurum kökenli bir birey olarak kendimi Azeri halkına çok yakın hissediyor ve “Küçelere su serpmişem” türküsünü dinlerken şıpır şıpır ağlıyor, “Karabağ’dır hak torpamız” dizelerine yüksek sesle eşlik ediyor olabilirim. Ancak bu hem eski bir diplomat hem de yeni bir Komünist olarak sol duyumu köreltmemeli. Bir anlığına unutalım Alma Ata bildirisinin önemli bir unsurunun göz ardı edilmesini, 2023 yılında 120 bin kişinin topraklarından sürülüp ser sefil sürgün edilmesini kabul etmenin kendisine insan diyebilen hiç kimse için mümkün olmaması gerekir. Stepanakert’in, Erivan’ın etkin desteğiyle 30 yıl önce yediği haltlar, Hocalı katliamı, yüzbinlerin “kaçgın”a dönüştürülmüş olması, o tarihte daha doğmamış çocukların yersiz yurtsuz bırakılmasını meşru kılmaz. 

Türkiye’ye geçmeden “bize ne yahu geçen yüzyılda imzalanmış bir bildiriden?” diyebilecek yarım akıllı Milliyetçiler için bir küçük not daha ekleyelim. Alma Ata bildirisinin ruhunun korunması, örnek olsun, Özbekistan’daki Karakalpak halkı için de bir güvencedir. Yetmedi mi? Putin’in bütün törpüleme çabalarına rağmen varlığını sürdüren Tataristan için de önemlidir.  Milliyetçilik gibi orta zekânın fazlasıyla yeteceği bir uğraş için bile biraz ders çalışmak faydalıdır.

Türkiye’ye gelmiş olduk aslında. Stepanakert yönetiminin geçen hafta henüz resmen olmasa da fiilen son bulması Türkiye’deki yeni moda deyimle “seküler” ve “İslamcı” milliyetçiler tarafından alabildiğine ilkel tepkilerle kutlandı. Enver Paşa’nın ruhunu çağıranlardan, İslam’ın kılıcına kaside yazanlara kadar... Okumazlar ama bir iki gerçeği anımsatalım. Birincisi son çatışma, savaş Azerbaycan ve Ermenistan arasında gerçekleşmedi. Ermenistan orada duruyor ve duracak. İkincisi Azerbaycan “İslam’ın kılıcını” çekmeden önce Bakü’ye İsrail silahı taşıyan kaç uçak indiğinin hesabı belli. Üçüncüsü, Azerbaycan harekata başladığında Rusya Savunma Bakanı bölgede Ermenistan’ın tek gerçek müttefiki gibi görünen İran’ın başkenti Tahran’daydı. Açık söylersek, harekât Turancılık veya İslam’ın sancağının yükseltilmesi bağlamında pek de istekli sayılmayacak Rusya’nın bilgisi ve onayı dahilinde yapıldığı gibi, Moskova İran’ın da burnunun dibinde olup bitenlere sesini çıkartmamasını da sağladı.

G. Kafkasya çok oyunculu bir sahne. Türkiye de bu oyunculardan birisi. Başrolden ziyade bıyıklı karakter oyuncusu konumunda. Bugün Nahcivan’a yapılacak ziyaret, orada atılacak hamasi nutuklar bu gerçeği değiştirmeyecek. Biz sosyalistler buna bakmıyoruz. Bizim bakacağımız ve karşı duracağımız mesele, tarihsel anlamda kısa bir süre için de olsa halkları özgürleştiren SSCB’nin onurlu mirasının son kırıntılarının da paylaşım savaşlarında ortadan kaldırılması, halkların sermaye çıkarları için birbirlerine kırdırılması olmalı.