Hâlâ 'Artsak' filan diye sayıklayan D. Karabağ kliği farkına varmış mıdır bilemem ama bu gerçek ve çirkin dünyada, insanlık, hak hukuk, din kardeşliği filan değil, sermayenin tahakkümü var.

Güney Kafkasya’da bir garip vodvil

Biz genelde Kafkasya deyip geçiyoruz ama bugün söz edeceğimiz bölge Güney Kafkasya. 

Vodvil ise bir tiyatro türü. 19. Yüzyılın sonlarında Fransa’da doğmuş. Teknik ayrıntıya girmeyelim, vodvil deyince Gazanfer Özcan’ın oyunları canlanıyor gözümde. Hızlı tempo, yanlış anlamalar, sahneye girenler çıkanlar, birisi girince diğerinin saklanması, beklenmedik birinin çıkagelmesi, beklenmedik bir gelişmeyle işlerin karışması. Vodvil genel olarak güldürür, pek de düşündürmeden üstelik.

Güney Kafkasya’da sahneye konan vodvilin Özcan’ın oyunlarından en önemli farkı da bu olsa gerek. Gülüp eğlenmek, sonra da unutmak gibi bir lüksümüz yok, üzerinde düşünmek de gerekiyor.

Çok gerilere gitmeden tarihçeye bir göz atarsak, SSCB’nin dağılma sürecinde yeniden ilgi odağı oldu G. Kafkasya. Azeriler, Ermeniler birbirlerini öldürmeye yeniden başladılar, Gürcüler de Oset ve Abazları yutayım derken Rusya’nın ayağının altında kaldılar. O ayrı bir hikâye.  Azerilerin Ermenilerden, Ermenilerin Azeri ve Gürcülerden, Gürcülerin de bu ikisinden toprak talepleri vaki. Bir paragrafta saymış olduk G. Kafkasya vodvilinin baş aktörlerini. İki de karakter oyuncusu var. Başrol olmasa da istekliler sahnede her daim görünmeye. Türkiye ve İran. Arkaplanda kalan kimi zaman beklenmedik bir anda sahneye fırlayan, girdiği hızla çıkan ve kuliste bekleyen İsrail, ABD ve AB’yi de ekleyelim biz bu kadroya. 

G. Kafkasya’da sahnelenen vodvilin merkez sahnesi Dağlık Karabağ gibi görünüyor. Dağlık Karabağ Azerbaycan toprakları içinde nüfusunun çoğunluğu Ermeni olan özerk bir yönetime sahip. 1988-1994 arasında yaşanan Birinci Dağlık Karabağ Savaşı sonunda fiilen Azerbaycan’dan kopuyor. O savaş Azerbaycan bakımından tam bir bozgun. Ermenistan ve D. Karabağ’daki Ermeni Yönetimi iç sorunlarıyla boğuşan Azerbaycan’ın canına okuyorlar özetlemek gerekirse. Bakü salt D. Karabağ’ı yitirmekle kalmıyor, Azeri topraklarının neredeyse beşte biri de Ermenistan’ın işgaline uğruyor. Milyonu aşkın insan yerini yurdunu terke zorlanıyor. O savaşın bilançosunda asgari 25 bin ölü ve bir dizi katliam var. Sumgait ve Hocalı bunların en bilinenleri. İki tarafın yapmak istediği aslında birbirlerini tarihsel olarak kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri topraklardan sürüp çıkartmak. Tarih burada çaresiz kalıyor işin doğrusu ve Yunus Emre giriyor devreye: “Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi...”

Malın da mülkün de yalan olduğu doğru elbette ama bu sürecin bir bölümünü oyalanarak değil birbirlerini öldürerek geçiriyorlar Ermeni ve Azeriler. Oyalama kısmı da doğru. 1994’ten 2020’ye kadar bitmez tükenmez müzakereler yapılıyor. İşgal edilmiş Azerbaycan topraklarının Bakü’ye iadesi konusunda genel bir uzlaşma olsa da sorun D. Karabağ’ın statüsünde düğümleniyor. Azerbaycan’a geri mi verilecek, Ermenistan’a mı katılacak, Azerbaycan’a geri verilirse ne tür bir özerkliğe sahip olacak ya da herhangi bir özerkliği olacak mı? D. Karabağ Yönetimi hiçbir şekilde Azerbaycan yönetimine girmek istemiyor. Kendi açılarından haksız değiller çünkü Sosyalizm biterken Barbarlık çağı başlamış. İki halkın barış içinde yan yana ya da birlikte (bu her zaman aynı anlama gelmez) yaşaması pek de olası gözükmüyor. Milliyetçiliğin sermaye çıkarları uğruna sömürülen kitleleri uyutmanın başlıca yöntemi olarak varlığını sürdürdüğü bir çağda çok zor. Yine de savaşı kazanmışken pazarlık yapmak mümkün ama yapmıyorlar işte.

Bir diplomat için en acıklı durumlardan biri diplomasinin çaresiz kaldığını itiraf etmektir. D.Karabağ’da  26 yıllık görüşme süreci çözüme yönelik bir milimetre bile mesafe alınmasını sağlamıyor. Ermenistan top çeviriyor, enerji kaynakları sayesinde ekonomik gücü komşusuna kıyasla kat be kat artan Azerbaycan silahlanıyor, AGİT Minsk Grubu adı altında sözde arabuluculuk için toplaşmış ABD’nin, Fransa’nın bir sürü başka işi gücü var, Rusya’nın ise arka bahçesinde başka oyuncuların top sürmesine izin vermeye hiç mi niyeti yok. Moskova için G. Kafkasya “Near Abroad”. Ulusal Güvenlik Konseptine göre “Near Abroad” Rusya sınırları dışında ama ülke güvenliğini birinci derecede ilgilendiren komşu bölgelere verilen isim. Rusya o bölgede “hayrın da şerrin de” kendisinden gelmesi gerektiğine emin ve o bilinçle davranıyor. 

Nihayet 2020 yılının sonbaharında sürekli konuşulup hiçbir çözüme ulaşılamayan müzakere masası devriliyor ve İkinci Dağlık Karabağ Savaşı başlıyor. Emekli olduktan sonra SoL Haber sitesi için kaleme aldığım ilk yazı da bunun üzerine. 

Bu kez iyi hazırlanmış taraf Azerbaycan. Silahı var, Türkiye’den somut desteği ve İsrail’den askeri danışmanları var. Üstelik “işgal altındaki topraklarını kurtarmak” gibi bir meşruiyet zemini de var. Hepsinden önemlisi Moskova’dan kapı gibi onayı var. Uzatmayalım, Azerbaycan bu savaşta, Ermenistan ve D. Karabağ güçlerini kolayca süpürüp hem kendi topraklarını geri alıyor hem de D. Karabağ’da Rusya’nın izin verdiği noktaya kadar gidiyor. Ermeniler 26 sene aralarında pas yapmanın  ve bu arada mağluplarla dalga geçmenin maçı kazanmaya yetmediğini acı bir şekilde öğreniyorlar.

Bu noktaya gelinmesinde Ermenistan’daki iç gelişmelerin ve Rusya’nın bunları yorumlama biçiminin rolü büyük. Tarihsel olarak bakıldığında Rus ve Ermeni halkları arasında büyük bir yakınlık vardır. Üstelik bu cahil çomarların salladıkları gibi salt dinsel bir yakınlıktan ibaret değildir. Rus Çarlığı zamanında başlayan bu yakınlık SSCB’nin kuruluşunda ve gelişmesinde Ermeni aydınlarının ve yöneticilerinin katkıları sebebiyle iyice pekişmiştir. O halde, kendisini Çarlık ve SSCB’nin doğal ardılı sayan Putin’in Moskova’sı neden 2020 yılı sonbaharında Ermenistan’ı yalnız bırakmıştır? 

Özetlemek gerekirse Rusya bölgede patronun kim olduğunu Paşinyan yönetiminde ABD ve AB’yle yakınlaşmak isteyen Erivan’a hatırlatmıştır. Ermenistan yönetiminin önemli bir handikapı da Erivan’da en az Stepanakert’teki kadar güçlü şekilde temsil edilen D. Karabağ kliğidir. Bu klik dünyayı yanlış okuduğu, gelişmeleri doğru değerlendiremediği için salt kendi halkını değil bütün Ermenistan’ı da kamyonunun altına atmıştır. Gelin biraz daha yakından bakalım o çirkin ama gerçek dünyaya.

Azerbaycan dünya düzeni açısından G. Kafkasya’nın pivot ülkesi haline gelmiştir. Lideri Aliyev hem Rusya hem de emperyalist Batı’nın farklı aktörleri bakımından vazgeçilmesi güç bir muhataptır. Bakü’nün bir diğer kozu ise Türkiye’yle kurduğu ilişkilerden elde ettiği kazanımdır.  Adettir, küçük ülkeler ile daha büyükleri arasındaki ilişkiye bakıldığında önce büyük ülkenin küçük ülkedeki etkisi irdelenir. Moskova Bakü’de çok etkili ya da Ankara’nın ağırlığı Bakü’de hissediliyor gibi yorumlar yapılır. Oysa Bakü bağlamında böyle analizler kusurlu değilse bile eksiktir. Moskova’daki ve Ankara’daki Azerbaycan’a da bakmak gerekir. Aliyev’in başarısı buralarda Azerbaycan’ı etkili kılmayı başarmış olmasıdır. Örneğin enerji sektörü bağlamında Rusya’da ve Türkiye’de Azeri faktörünün ağırlığını göz ardı ederseniz yanılırsınız. Benzer bir durum Batı ile ilişkilerde de geçerlidir. Geçtiğimiz çeyrek yüzyıl içerisinde Washington, Paris, Londra, Brüksel ve Tel Aviv’deki Azerbaycan nereden nereye gelmiştir, enerji sektöründeki varlığını politik güce nasıl tahvil etmiştir sorularının yanıtı belirleyicidir. 

Bugün Laçin koridorunda olup bitenlere bakarken bütün bu unsurların dikkate alınması bir zorunluluktur. Birkaç aydır birlikte izliyoruz. Ermeni tarafı D. Karabağ’a Azerbaycan tarafından ağır bir kuşatma uygulandığını, insanların gıdasız, yakıtsız kaldığını söylüyor. Milliyetçi propaganda payını düşerek baktığınızda bile bu iddiaların gerçeklik barındırdığını olduğunu görebilirsiniz. Buna karşılık dünyada genel bir ilgisizlik olduğunu, kimi çomarların “haçlı zihniyeti”, “Yahudi komplosu” söylemlerinin bu çirkin ve gerçek dünyada nasıl boşa düştüğünü de. 

Evet, D. Karabağ’a yönelik uygulama insani ve kabul edilebilir değildir. Bakü’nün gerekçeleri,  önerdiği sözde çözüm yöntemleri de  inandırıcılıktan uzaktır. Azerbaycan sahada elde ettiği  gücü kalıcı hem içeride him dışarıda politik bir kazanıma dönüştürebilmek için hemen hemen bütün kapitalist devletlerin yaptığını yapmakta ve insan hayatıyla oynamaktadır. Buna karşılık AB’si, ABD’si “Hristiyan Ermeniler”e yardıma koşmak için parmaklarını dahi kıpırdatmamaktadır. Bu terimi neden kullandığım da açıklayayım. ABD’nda güçlü bir Ermeni lobi kuruluşu var: ANCA. ANCA bazı konularda çok başarılı. Örnekse Disney Plus platformundaki Atatürk yapımıyla ilgili yaşananlar.  Karşı kale boş bırakılınca gol atmakta zorlanmıyorlar. 

Aynı ANCA aylardır feryat ediyor “Hristiyan Ermeniler, Soykırımcı Türkiye’nin desteklediği Müslüman Azeriler tarafından aç bırakılıyor” diye. Konu şöylesine bir gündeme geliyor, BM Güvenlik Konseyi’nde yasak savma kabilinden görüşülüyor, niyet beyanları yapılıyor ama somut olarak atılan hiç bir adım yok. AB ve ABD bakımından “Müslüman Azerbaycan”ın stratejik değeri Ermenistan’ın en az 88 katı çünkü. Sermayenin yönlendirdiği küresel dış politikada enerji başlığı diğer bir çok başlığı gölgede bırakıyor. AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen Paşa birkaç ayda bir Bakü’ye gidip önümüzdeki kışa yönelik doğalgaz tedariki için Aliyev’in sırtını sıvazlamak zorunda.  AB Konseyi Başkanı Michel’in iki yanına Aliyev ve Paşinyan’ı alarak çektirdiği fotoğrafların ötesinde bir rol üstlendiğini görme ihtimalimiz sıfır. İş “Soykırımın inkârını cezalandırmaya” geldiğinde “Ermeni dostu” olmakta sakınca görmeyen Fransa sermayesinin gözbebeği Total Enerji Şirketi’nin gelir bilançosunda “Ermeni severlik” diye bir kalem yok. 

ANCA’nın onca çabasına karşın Azerbaycan’la şu veya bu şekilde hemhal olmuş ve olağan koşullarda  Kafkasya’nın haritadaki yerini bile gösteremeyecek ABD’li senatörler Ermenistan’ın Ukrayna savaşında Rusya’ya destek verdiğini, Azerbaycan’ın ise Batı’nın müttefiki olduğunu söyleyebiliyorlar. Neden? Çünkü Ermenistan Rusya’nın kurduğu Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün (KGAÖ) bir üyesi. Azerbaycan ise değil. Oysa Paşinyan tam tersini söylüyor Ukrayna konusunda ama etiketler sözlerden önce geliyor ve bu yeterli. 

Batı cephesinin en etkili oyuncularından biri olan İsrail’in Bakü’yle yakınlığı ise ayrı bir yazı dizisi oluşturacak kadar  derin ve çok boyutlu. Özet geçersek, bölgede İsrail bakımından birincil tehdit olarak görülen İran’ı diken üstünde tutmak için hem coğrafi hem de etnik nedenlerle Azerbaycan’dan daha uygun bir ülke yok. 

Ermenilerle tarihsel bağları olan “Hristiyan Rusya” engellemek bir yana aslında bu kuşatma siyasetine örtülü bir destek veriyor. Başı Ukrayna yüzünden bir hayli kalabalık olan Rusya’nın G. Kafkasya’da tek bir amacı var: Bu yılın sonundan önce D. Karabağ konusunda kalıcı ve Rusya’nın menfaatlerini güvence altına alan bir barış anlaşması imzalanması. Azerbaycan arazideki ve dünya dengesindeki elverişli konumunu müzakere tutumuna da yansıtmış durumda. D. Karabağ’a statü vermek bir yana coğrafi bir isim olarak bile tarihten sileceğini söylüyor. Aliyev, D. Karabağ Ermenilerine “ya Azerbaycan vatandaşı olun ya da çekip gidin” diyor. Azerbaycan yönetiminin halihazırdaki vatandaşlarına gösterdiği “şefkat” seviyesi düşünülünce Ermeniler açısından ilk seçenek pek parlak şeyler vaat etmiyor olmalı. Rusya ise Ermeni tarafına ölümü gösterip sıtmaya razı etmek niyetinde gibi görünüyor. Yıl sonuna kadar ya anlaşma ya da D. Karabağ’ın fiilen yaşanamaz hale gelmesi.

Olası bir anlaşmada Karabağ’ın belirli statüyle küçülmesi, Ermenistan ve Azerbaycan arasında toprak değişimi ve Erivan’ın Rusya ile bağlarının sıkılaştırılması hükümler arasında yer alabilir. Rusya’nın bir diğer amacı ise, her ne kadar konjonktür sebebiyle Suriye ve Ukrayna bağlamında zorunlu müttefik hale gelmiş de olsa G. Kafkasya’da ismine ve varlığına tahammülde zorlandığı İran’ı da denklem dışında bırakmak olabilir. Bunun için müzakere sürecinde  Zengezur Koridoru üzerinde ciddi pazarlıklar bekleyebiliriz.

Paşinyan, Rusya’nın boyunduruğundan kurtulmak için D. Karabağ’ı feda etmekten çekinmeyeceğini gösterdi aslında. Paşinyan Rusya’yı sevmiyor, Rusya da Paşinyan’ı. Eski gazetecinin niyeti Batı’ya yaklaşmak ve bunun için NATO üyesi Türkiye’yle “barışma” sürecine çok önem veriyor. Türkiye’yi yönetenler ise bir yandan Azerbaycan’ın Ankara’daki ekonomik ağırlığı bir yandan da yoksulluğa sürüklenmiş ve daha da sürüklenecek bir halkı uyutmakta kullanılan dinci/milliyetçi söylemle uyuşmazlığı sebebiyle ileri adım atmak niyetinde değiller. Bu nedenle de Paşinyan’ın seçtiği acil çıkış kapısı Batı’ya açılacak gibi görünmüyor bu aşamada. Bu arada Ermenistan yoksulluk ve istikrarsız bir siyasetin pençesinde yaşamaya devam ediyor. Los Angeles ve Marsilya Diasporası ise yüksekten atmaya...

Türkiye’nin bu sahnedeki rolüne dair güzel bir yazı yazdı Orhan Gökdemir. Şuradan okuyun. Benim dikkat çekeceğim nokta, Türkiye’nin Bakü’deki askeri varlığının Rusya bakımından kritik eşiğe ne zaman ulaşacağı. Türkiye sermayesinin bütün iştahına rağmen Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden doktoralı İlham Aliyev’in bu konuda hata yapacağını sanmıyorum.

Sözün özü, D. Karabağ  Ermenileri çeyrek yüzyılı yüksekten atıp tutarak geçiren, zamanında masaya oturmayı akıl etse belki yerlerinden edilmelerini engelleyebilecek sorumsuz yöneticilerinin günahlarının bedelini ödemeye zorlanıyorlar. Beklenmedik bir gelişme olmaz ise bu kış Stepanekert için zor geçecek. Hâlâ “Artsak” filan diye sayıklayan D. Karabağ kliği farkına varmış mıdır bilemem ama bu gerçek ve çirkin dünyada, insanlık, hak hukuk, din kardeşliği filan değil, sermayenin tahakkümü var.
 
G. Kafkasya vodvilinde aktörler sahneye telaşla girip çıkıyorlar, heyecanlı replikler attırıyorlar ama halkları hiç güldürmüyorlar.