"Temiz sermayeden söz edersek, artık emeğe el konulmasına meşruiyet kazandırırız. İnsanlar 'temizi de olabiliyormuş!' diye düşünebilir."

Temiz yatırımcılar aranıyor

Kemal Kılıçdaroğlu, ABD, İngiltere ve Almanya’yı kapsayan Batı seferine çıktı. İngiltere durağında nedenini, temiz yatırımcıları Türkiye’ye çekmek olarak açıkladı. Uyuşturucu, silah ticareti gibi karanlık işlere bulaşmamış sermaye gruplarıyla görüştüğü anlaşılıyor.

Öncelikle şunu vurgulayalım: Sosyalist terminolojide “sermaye” emek hırsızlığıdır. Çalınmış emek anlamına gelir. Temiz sermayeden söz edersek, artık emeğe el konulmasına meşruiyet kazandırırız. İnsanlar “temizi de olabiliyormuş!” diye düşünebilir.

Öyle bile olsa, İngiltere doğru bir seçim değil. Kara para aklandığını gösteren çok belirti var. Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün 2015 yılı Yolsuzluk Algısı Raporu'nda, G20 ülkelerinde şirket ortaklarının gizlenmesi yoluyla her yıl iki trilyon dolar aklandığı; Londra ve New York’taki yüz milyarlarca dolarlık gayrimenkulün gizli sahipleri olduğu; New York, Tokyo, Sanghay ve Sydney gibi finans merkezlerini içine alan sekiz G20 ülkesinde Bankaların paranın arkasındaki özel kişiyi bulamasalar bile işlemi tamamlayabildikleri belirtiliyor. Raporda, kara para aklanmasını önlemek konusunda İngiltere çaba gösteriyor gibi görünse de denizaşırı bölgelerindeki şirketler ve vakıfları denetleme konusunda zayıf performans gösterdiği için sorumlulukta payı olduğu vurgulanıyor. Yasadışı bahis pazarında Türkiye, KKTC, Malta gibi ülkelerle birlikte adı geçtiğini de biliyoruz.

Temizlik konusunu bir yana bırakalım: İngiltere, dünyanın önde gelen sanayi ülkeleri arasında da yer almıyor. Dış ülkelerde yatırım yapacak ölçekte tekelleri de yok. Avrupa’da sözü geçmiyor. AB üyeliği bile fazla geldi. Çok kişi ABD’nin Avrupa’daki kolu gibi görüyor. Kıta Avrupası deyimi, İngiltere’nin olmadığı bir Avrupa’yı anlatmak üzere üretildi.

Kılıçdaroğlu’nun Batı seferinin son durağı Almanya, gelişkin ekonomisiyle Avrupa liderliğini kapmaya çalışsa da, Rus doğalgazına bağlılığı elini zayıflatıyor.

Kısacası Batı, rakipleri karşısında güçlü olabileceği bir blok oluşturamıyor.

Ve dünyanın sömürü ekseni, yükselen Doğu'ya kayıyor.

Türkiye sermayesi için sancılı bir süreç. Rezerv tuttuğu paradan (dolar-avro), yatırım teknolojisine ve geleneklerine değin Batı'ya endekslenmiş ekonomik ve sosyal yapıyı Doğu’ya yönlendirmek hem güç ister hem zaman alır. Batı’nın direncinin kırılabilmesi ancak Doğu ile yeni ekonomik ilişkiler kurulması; var olanların derinleştirilmesi; yeni düzenin gerektirdiği kültürel ve moral değerlerin topluma benimsetilmesiyle gerçekleştirilebilir.

AKP, uzunca bir süredir bu işi başarmaya çalışıyor. Azerbaycan, Ürdün, Sudan, Somali, Kongo, Kırgız, Senegal gibi Çin’in ilgi alanındaki Asya ve Afrika ülkeleriyle stratejik ortaklık; karşılıklı yardım; ekonomi, ticaret, güvenlik, kültürel alanlarda işbirliği andlaşmaları yapıyor.

Enerjide Rusya’ya bağımlılık, önemli bir sorun. Bu yüzden de ekonomiye ilişkin kararlar alınırken Rus sermayesinin çıkarları öncelikle gözetiliyor. Enerjide bağımsızlık adına alınan kararlar, bağımlılık ilişkilerinin pekiştirilmesine yarıyor.

Akkuyu’da Rosatom şirketine toprak bağışlandı. Uluslararası andlaşma imzalanarak Türkiye’nin enerji politikasında etkili olabileceği bir konuma yerleştirildi. Şirket, kuracağı nükleer santralden ürettiği enerjiyi, dünya durdukça dilediği fiyata, dilediği ülkelere ve bu arada Türkiye’ye satabilecek. AKP’yi ayakta tutan “kaynağı belirsiz” paraların bir bölümünün bu hizmet karşılığında alınmış olabileceği söyleniyor.

Sinop’ta benzer bir senaryo sahneye konuldu. 2013 yılında Japonya ile uluslararası sözleşme imzalanmış; EÜAŞ’ın yüzde 49; Japon şirketinin yüzde 30; Fransız ortağın yüzde 21 payı olacağı bir konsorsiyum kurulması öngörülmüştü. Santralın yapılmasına 2017 yılında başlanacaktı. Haziran/2019’da maliyet artışı gerekçe gösterilerek durduruldu. Eylül/2022’de projenin iptal edildiği, Rusya ile görüşmelere başlandığı duyuruldu.

Eksen kayması, ulaştırma sektöründe de şiddetli hissediliyor. Kamu ve özel sektör sabit sermaye yatırımlarının yaklaşık yüzde 30’u ulaştırmaya harcanıyor. Kamu kaynaklarından ayrılan paylar da çok büyük. Merkezi, özel ve yerel yönetim bütçelerinden cari fiyatlarla, 2021 yılında 82,7 milyar lira harcandı. 2022 yılında 170,4 milyar lira olacağı tahmin ediliyor; 2023 yılı program hedefi ise 208 milyar lira.

AKP’nin yayımladığı plan – program gibi belgelerde, Türkiye’nin Avrupa, Asya ve Afrika’nın kesiştiği noktada küresel pazarlara erişim sağlayan konumuyla büyük pazarlar için etkin ve uygun maliyetli bir merkez konumunda olduğu belirtilir. Ulaşım sektörüne yatırım yapıldıkça uluslararası sermayenin pazara erişimi daha da kolaylaşıyor.

Turizm sektöründe bile Doğu’ya yönelim eğilimi dikkat çekiyor. CB 2023 yılı Programında 424.1 sayılı tedbir olarak; “Başta Uzak Doğu ülkeleri olmak üzere dünyada yükselen Pazar konumundaki ülkelerden ülkemiz için yeni kaynak pazarlar oluşturmaya yönelik çalışmalar yürütülecektir” deniliyor. Daha çok kaynak pazarlar oluşsun diye Anadolu’nun altını üstüne getiriyorlar.

Sözün özü şu: Sermayenin önünde iki seçenek var. Birinin işareti Doğuyu, öteki Batıyı gösteriyor. Tercih hakkımızı hangisinden yana kullanalım?