'Emperyalizmin bu kadar rahat at oynattığı bir dünyada yaşamak işkenceden farksızdır. Yaşamı savunmak için kahrolsun emperyalizm!'

Savaş çok tehlikeli bir evreye girdi

Ukrayna’da savaş sürüyor.

Ukrayna’da savaş, harita önünde ahkam kesip “savaş birkaç güne biter, Ruysa oradan girer, şuradan çıkar” diyen askeri uzmanlarımızın öngörülerine rağmen sürüyor.

Ukrayna’da savaş, ABD emperyalizminin hegemonyasını korumakta yaşadığı sorunların dünden bugüne NATO’nun çöküşüne neden olacağını sanıp, Putin’in öldürücü darbe vurduğunu sananların iyimserliğini yok edercesine sürüyor.

Savaş sürüyor çünkü bu bir hegemonya savaşı. 

Savaş sürüyor çünkü ABD emperyalizmi, Ukrayna krizi sayesinde belli ölçülerde toparladığı NATO ittifakının bir yıpratma savaşına hazır olduğunu hesap ediyor.

Savaş sürüyor çünkü Ukrayna’da iktidarda bu savaştan beslenen, savaşın ortaya çıkardığı siyasi ve ekonomik fırsatların sarhoş ettiği bir çete var.

Savaş sürüyor çünkü Putin kendisine verilen ya da kendi üstlendiği “tarihsel görevi” yerine getirmek isterken, ülkesini hiç de hazır olmadığı bir yol ayrımına getiriyor.

“Rusya’nın dostluğunu ancak onun kırmızı çizgilerini kabul ederek kazanabilirsiniz” yaklaşımı iddia edildiği gibi “Rus güvenlik bürokrasisi”nin icadı değildi. 1991’de yıkılan Sovyetler Birliği’nde halka ait işletmeleri yağmalayarak palazlanan kapitalistler, emperyalist dünya sisteminde Rusya’nın zengin kaynaklarına uygun bir pay almak isteyecekti doğal olarak. Karşı tarafta bu hakkı onlara tanımak istemeyen emperyalist güçler vardı, saldırıyorlardı. Dolayısıyla Rusya’nın yeni yetme burjuvalarının önünde iki seçenek bulunmaktaydı: Batı sermayesinin bir uzantısı olmakla yetinmek ya da güçlendirilmiş bir Rus devletinin korumasında pastadan daha büyük parçalar koparmak. 

Daha büyük düşünenler Putin’i, Putin de onları kolladı. Diğerlerinin hareket alanı kısıtlandı ve Rusya dengesiz ekonomisine rağmen uluslararası alanda Rus sermayesine orta vadede ciddi olanaklar sağlayacak bir etki alanına sahip oldu.

Çin’le hesaplaşmanın kaçınılmazlığını bilen ve buna hazırlanan ABD’nin Rusya’yı da hatırı sayılır bir rakip haline getirecek bu sürece seyirci kalması beklenemezdi.

Biden daha henüz seçilmeden önce ısrarla, “Karadeniz ve Baltık’a savaş geliyor” derken müneccimlik taslamıyor, emperyalist sistemin iç dinamiklerine ilişkin Marksist bir analize dayanıyorduk.

Kimilerinin her bilek güreşinde taraf tutma alışkanlığı vardı; Trump bir faşistti, Biden hiç değilse dünyaya bir soluk aldıracaktı falan filan! Aptallık hiç bitmiyordu bir Trumpçılık, bir Bidencılık, bir Atlantikçilik bir Avrasyacılık, bir Cumhurculuk bir Milletçilik...

Biden geldi, Ukrayna ve Polonya’yı kışkırttı, hoş onların kışkırtılmaya gereksinimi yoktu. Türkiye ise sessiz sedasız ve “tarafsız”ı oynayarak tezgahın parçası haline getirildi.

NATO kuşatıyor, sokuluyor, saldırıyordu ama Rusya Federasyonu iddia edildiği gibi kendisini savunmuyordu. Savunma savaşı ya da daha farklı bir kavramla haklı savaş (just war) en başta sağlam ideolojik/siyasal gerekçelerle yürütülür. Putin’in Ukrayna’ya Rus ordularının girmesinden önce ve sonra yaptığı açıklamalar, Rus Devleti’nin haklı olmakla pek ilgilenmediğini gösteriyordu.

Yalan makinesi NATO her durumda çarpıtacaktı evet! İftira, yaygara, yalan, şantaj, provokasyon NATO’nun en güçlü silahıydı. Ancak işte o NATO bu açıdan tarihinin en kolay çatışmasının içinde buldu kendini. 

Putin’in ilan ettiği hedefler Rus ordusunun Ukrayna’nın başkenti Kiev’in önüne kadar gelmesini izah etmediği gibi Rus Devleti bir “savunma savaşı”na hiç uymayacak ölçüde “kaslarını gösterme” sevdasındaydı.

Bugünün Rusyasına hakim olanlar, Sovyet yöneticilerin ve özellikle Stalin’in İkinci Dünya Savaşı’ndaki tarzını beğenmiyorlar. Sınıfsal temelleri ve ideolojik bakışları tamamen farklı olduğundan İkinci Dünya Savaşı’nı Sovyet Ordusu’nun değil, bir bütün olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kazandığını bir türlü anlamıyorlar.

Ordusuyla, halkıyla, ideolojisiyle, partisiyle, sosyalizmin üstünlüğüyle...

Teknik ya da salt askeri bir bakış açısıyla Stalin’in Almanya karşısında “saldıran taraf” olmamak için fazlasıyla özen göstermesi yanlış bulunabilir. Bilindiği gibi Putin “biz önce davranmalıydık” türü değerlendirmeler yaptı ve Ukrayna’da böyle bir hatayı tekrarlamayacaklarını söylemiş oldu. 

Almanya’nın 1945’te teslim oluşunun yıldönümü olan 9 Mayıs’ta, İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin faşist Almanya’yı nasıl alt ettiğini ayrıntısıyla yazmak istiyorum. 

Türkiye ya da dünyada başka gelişmeler olmazsa...

Korkum odur ki, Ukrayna’daki çatışma çok kritik bir evreye girdi.

Gerek NATO gerekse Rusya’nın hareket alanını kısıtlayan, seçenekleri azaltan gelişmeler yaşanıyor.

Rusya’nın en önemli askeri gemilerinden Moskva battı ya da batırıldı. Nedeni, niçini çok önemli değil. Rus halkının bu tür “sembol”lere büyük değer verdiği biliniyor; dahası Moskva Rus Donanması için sembolik olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor(du).

Rus ordusunun yaşadığı güçlükler arttıkça NATO’nun Ukrayna’ya silah sevkiyatı da artıyor. Zaten NATO, görüşmelerin bir anlaşmayla sonuçlanmaması için her şeyi yaptı ve Rusya’nın mümkün olduğunca hırpalanması için uğraşıyor.

Ukrayna NATO’ya girmeyecek belki ama Finlandiya ve İsveç’in terör örgütüne üyeliği için takvim inanılmaz bir hızla işletiliyor.

Rusya’nın askeri bir üstünlük sağlamak için ödeyeceği siyasi bedel çok yükseldi.

Bu aşamadan sonra NATO Rusya’ya önemli bir taviz asla vermez. Ama sorun şu ki, Rusya’nın bu tabloyu kabullenmesi çok ama çok zor.

Bundan iki-üç hafta kadar önce “Putin’e onurlu bir barış için çıkış yolu gösterilmeli” diyen NATO’cular vardı. Şimdi vazgeçmiş gözüküyor ve Rusya’yı daha da sıkıştırmak için yol arıyorlar.

NATO’yu hafife almak kadar Rusya’yı hafife almak da hesap hatası olur.

Bugün insanlığı, halkları, gezegenimizin geleceğini düşünen yönetimler yok işbaşında.

ABD nükleer silahlarla oynamayı seviyor; şimdiye kadar bu silahları insanların üzerinde kullanan bir tek o!

Kaç kişi ölmüş, şehirler yok olmuş umurlarında değil.

Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları yaktı, yıktı, kavurdu.

Ama unutmayalım bu alçaklar, 9 Mart 1945’te Japonya’nın başkenti Tokyo’ya gerçekleştirdikleri ve napalm kullandıkları hava bombardımanında Hiroşima ve Nagazaki’den çok daha fazla insan öldürdü. Sivilleri, kent merkezlerini yerle bir etmeyi dünya ABD’den öğrendi!

Şimdi karşılarında “sıkışırsam nükleer silahla yanıt veririm” diyen bir Rusya var. Oysa Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, “ilk nükleer silah kullananan biz olmayacağız” diye taahhütte bulunmuştu insanlığa. 

Sovyetler Birliği yok, şu anda etkili bir barış hareketi de mevcut değil. Her tür çılgınlığın peşinden gidebilecek kamuoyları var tarafların arkasında!

Evet bugün NATO ile Rusya arasındaki gerilimde iki taraf da nükleer silah kullanmanın maliyetini hesaplıyor ama bu hesaplamada “insan” yok, etik yok. Maliyet hesabı kim kimi daha önce yok eder merkezli! Yüz milyonlar, hatta milyarlar üzerinden yapılan iğrenç bir hesap!

Batan Moskva’da iki nükleer başlıklı füze olduğu ileri sürülüyor. Mümkündür. Şu anda dünyada kullanılabilir durumda 27 bin nükleer silah var. Bunlar gizli depolarda, gemilerde, havadaki uçaklarda, denizaltılarda tutuluyor.

Kazayla patlamaları çok zor ama bu kazaların yaygın radyasyon sızıntısına neden olabileceği biliniyor. Olmadı değil. Bir ara ABD, SSCB’yi daha hızlı yok etmek için havada sürekli hidrojen bombası taşıyan uzun menzilli uçaklar dolaştırıyordu. Bunlardan biri, 1966’da İspanya’nın Palomares kasabasının üzerinde kendisine yakıt ikmali sağlayan tanker uçakla çarpışarak infilak etti. B-52’nin taşıdığı dört nükleer silahtan üçü karaya, biri denize düştü. Ağır hasar gören bu bombalarda küçük “zararsız” patlamalar oldu. Patlamalar küçüktü ama çevreye radyasyon yayılmasına yetti. Domates tarlaları telef oldu, kirlenmiş topraklar binlerce varile doldurulup ABD’ye taşındı, “özgür dünya”, Franco faşizminin yardımıyla olayın boyutlarını herkesten gizledi. 

İki yıl sonra yine bir B-52 bu sefer Grönland’da buzlarla kaplı bir bölgeye çakıldı. Uçakta alışıldığı üzere dört hidrojen bombası vardı, bombaların nükleer bir reaksiyona girerek korkunç bir enerji açığa çıkarmasına neden olacak düzenekler harekete geçmedi ama dördü de patladı ve çevreye yine radyasyon yayıldı. Amerikalılar karla kaplı geniş bir alana saçılan pisliklerini yine varillere doldurarak çekip gittiler.

Nükleer silahların kazayla patlaması çok zor ama bu halleriyle bile büyük tehdit oluşturuyorlar. 

Üstelik dediğim gibi, konvansiyonel silahlarla savaşmanın yükünden kurtulmak isterken herhangi bir ahlaki yükümlülük hissetmeyecek yönetimler işbaşında.

Ukrayna’da NATO ile Rusya karşı karşıya. Bunu herkes biliyor. Ancak NATO’yu doğrudan içine alacak bir çatışmanın nükleer bir savaşa dönüşme olasılığının sanıldığından daha güçlü olduğunu herkesin bildiğinden emin değilim.

Savaş başladığında bu olasılık zayıf gözüküyordu. Ancak gelinen noktada bu kadar kesin konuşmak zor. Hele hele “nükleer güç paritesi” üzerine ahkam kesen “uzman”lar yine ortaya çıktıysa tehlike artmış demektir.

Bu tehlikeyi sığınaklara girerek değil, savaşların kaynağını kurutarak püskürtmek gerekir. Bizim açımızdan NATO’ya karşı mücadele bu nedenle de öncelikli görevdir ve halkımız açısından tehdit oluşturan ABD’nin hâlâ nükleer silah bulundurduğu İncirlik’in kapatılmasını talep etmek, ekmek kadar, su kadar yakıcıdır.

Emperyalizmin bu kadar rahat at oynattığı bir dünyada yaşamak işkenceden farksızdır. Yaşamı savunmak için kahrolsun emperyalizm!