'Bu akılsız dünya düzenini değiştirmek ve insanlığın başındaki sorunları kökten bir şekilde ele almak için fırsat veriyor bu gelişmeler.'

'Orta sınıfların' istikrar tanrısı öldü!

Emekçi sınıfların üst katmanları ile sermayenin alt katmanlarının ideolojik olarak yoğrulması ile elde edilen yapay “orta sınıflar” kavramı düzenin payandalarından biri olarak karşımıza çıkar.

Yapay bir sınıftır, çünkü üretim araçlarının mülkiyetine göre değil, tüketim standartlarına göre tarif edilir.

Böyle olunca solcusu bol olan bu sınıfın inançlarından ve ideolojilerinden bağımsız olarak tapındığı esas tanrı “istikrar” haline gelir. Artı emek sömürüsüne dayanan düzenin çarkları dönmelidir.

Dönmelidir ki, çocuğun özel okul taksiti yatırılabilmeli, ev kredisi borçları ödenebilmeli, ev eşyaları zamanında yenilenebilmelidir.

Orta sınıfların büyüklüğü ile düzenin çarklarının istikrar içinde dönmesi arasında yakın bir ilişki bulunur.

Yakın zamana kadar dönmüş ve istikrar korunmuştur da.

Şimdi ise istikrarın parçalandığı bir alt üst oluş dönemine giriyor dünya. Bu sadece her ülkedeki neo-liberal politikaların duvara toslamasıyla alakalı değil, uluslararası düzeyde tedarik zincirlerinde bir bozulmanın yaşanması ile ilgili.

Çağımızda üretim uluslararası düzeyde toplumsallaşmıştır, sınırlar kapandığı zaman birbirinin ara ürününe gereksinim duyan üretimler durmak zorunda kalır.

Üretim araçlarının tekellerin mülkiyetinde olması dünya çapındaki üretimin mantıklı ve emekçi sınıflar lehine yürütülmesini engeller.

Ama şimdi bir de buna tekellerin çıkarları için tekellerin devletleri arasında savaşa varan rekabet ekleniyor. Bu kaçınılmaz rekabet ve savaş ortamı emekçi sınıfları ağır şekilde tehdit ederken “istikrar”ı da ortadan kaldırıyor.

Bu kısa yazıda çok kapsamlı olan bu konuyu bütün boyutları ile ele almayı beklemezseniz sürecin bazı yönlerini vurgulayabiliriz:

Ukrayna emperyalist paylaşım savaşının bir sahnesi olarak seçildi. Bu savaşın getirdiği kayıp ve yıkımın bir de dolayımlar üzerinden etkisi oluyor.

Ülkelerin yüzde 80 kadarının gıda ithalatı yapmak zorunda olduğu bir dünyada dünya buğday gereksiniminin yüzde 33’ü Rusya ve Ukrayna tarafından sağlanıyor. Bu iki ülke arpa, mısır, ayçiçeği gibi ürünlerde de dünya ihracatında yüksek oranlara sahip. Her ikisinin de dünyanın beslenmesindeki rolünü sosyalist geçmişlerine borçlu olduğunu başka bir yazıya bırakalım.

Şimdi savaş nedeniyle bu kardeş ama emperyalizm tarafından düşman edilmiş iki ülkeden gıda ihracatının çok kısıtlanmış olması büyük bir gıda güvenliği krizine yol açmış gözüküyor. Gıda fiyatlarındaki katlanan artışı bir yere kadar açıklarken, diğer yandan ciddi bir açlık sorununa yol açıyor. Çünkü açlıkla mücadelede esasa yönelmeyen ancak sınırlı bir gıda teminiyle günümüzde 300 milyonu bulan açlara yönelik Dünya Gıda Programı’nın sağladığı tahılın yüzde 40’ı Ukrayna’dan temin ediliyordu.

Rusya aynı zamanda dünyanın en önemli gübre ihracatçılarından biri, ihracata getiren kısıtlamalar gübre fiyatlarını uçuruyor. Rusya’dan Avrupa’ya doğalgaz aktarımının engellenmesi yine pahalanan enerji nedeniyle gübre fiyatlarının dünya çapında artmasına neden oluyor.

Örneğin, artan gübre fiyatları Brezilya’da soya fasulyesinin fiyatını artırıyor, bu soyanın büyük çoğunluğunu ithal eden ve hayvan yemi olarak kullanan Çin’de et fiyatlarını artıyor.

Bu arada Çin 2021’de dünya tahıl üretiminin yarısını stoklamış. Çin hem kendi “orta sınıflarını” bir tüketim seviyesi yaratarak düzeni korumaya çalışırken, bir yandan da stratejik bir ürün haline gelen tahılı stoklayarak olası emperyalist rekabetin getireceği ablukalara hazırlanıyor. Çin ve diğer ülkelerin yaptığı stok dünyada hem fiyatları hem gıdaya ulaşma sorununu artırıyor.

Bir de bu tabloya iklim değişikliğinin getirdiği tarım sorunlarını ilave etmemiz gerekiyor. Tekeller sadece meta üretmezler, metaya dönüşmeyen örneğin karbon ürünlerini doğaya kontrolsüz bir şekilde salarlar. Bunun sonucu gelişen iklim değişikliği dünyanın birçok ülkesini kuraklık ve tarım alanlarının kısıtlanması ile tehdit ediyor. Örneğin, bu nedenle geçenlerde Hindistan’ın tahıl ihracatını yasaklaması gıda güvenliği krizini artırmış gözüküyor.

Ama İran, Pakistan gibi Asya, Güney Amerika ve Afrika ülkeleri kuraklık nedeniyle önemli bir tarımsal daralma yaşıyorlar.

Buna balonlaşan fiktif sermayeyi kontrol etmek için emperyalist merkezlerin gittiği faiz artışlarının tetiklediği döviz ve borç ödeme krizi ekleniyor. Lübnan çoktan iflas etti, halkının yüzde 80’inin yoksulluk sınırı altında yaşadığı söyleniyor. Sri Lanka iflas ediyor. Her yer kaynıyor.

Ve Türkiye’de şimdiye kadar görülmedik üç rakamlı enflasyon bu süreçlerden bağımsız değil.

Bir istikrar havuzu olarak sunulan AB ülkelerinde bile yüzde 8’i aşan bir enflasyon kaydediliyor.

Bir milyar kadar insan açlıkla imtihan edilirken emperyalist paylaşım savaşının yayılma olasılığını ilave delim.

Görüldüğü gibi bir kâbusla karşı karşıyayız.

Öte yandan her şey karşıtı ile bulunur:

Bu akılsız dünya düzenini değiştirmek ve insanlığın başındaki sorunları kökten bir şekilde ele almak için fırsat veriyor bu gelişmeler.

İstikrar tanrısı ölüyor!

Yaşasın fırtına ve devrim tanrısı!