Büyüyen Türkiye kapitalizmi Misak-ı Milli’yi yırtıp atıyor. Tarih, hak iddia etmeyi ve böbürlenmeyi haklı çıkaracak şekilde yeniden biçimlendiriliyor.

Kurucu ideoloji ve Türkiye Yüzyılı

Türkiye’nin bir kurucu ideolojiye ihtiyacı var.

Ama Türkiye kapitalizminin de bir kurucu ideolojiye ihtiyacı var.

Bu ideolojinin ne olduğunun uzun süredir farkındayız. TÜSİAD’ın programı, muhalefetin helalleşmesi, devr-i sabık yaratmama arayışları, ortalamacılığı… Patron sınıfı Türkiye’deki sıkışmayı “arıza çıkmadan” aşmanın, yeni döneme bağlamanın derdindeydi, bunun için uzun süredir yatırım yapıyordu.

Ama AKP buradaki kurucu rolü de muhalefetin elinden aldı.

Patronlar kazanımlarını koruyacak, emperyal heveslerini tatmin edecek ama aynı zamanda halkta biriken öfkeyi yatıştırabilecek bir bileşime ihtiyaç duyuyordu. Uzun zamandır söylüyoruz: seçim sonrası dönemin seçimde kimin kazandığından ayrı olarak da tasarlandığını, bunun Türkiye kapitalizminin bekasıyla ilgili olduğunu ve iktidarıyla muhalefetiyle herkesin bu işte parmağının olduğunu.

Bu tasarımda AKP bıkkınlığının AKP Türkiyesi bıkkınlığına dönüşmemesini sağlayacak adımlar attılar, Türkiye kapitalizmi adına işlenen suçların affedilmesini sağlayacak bir alıştırma operasyonunu devreye soktular. 

Ve şimdi AKP herkese kucak açarak teşekkür ediyor! Sevenin de sevmeyenin de buluşabileceği bir orta yolu getirdi, dayatıyor.

“Türkiye Yüzyılı” bunun ilanı: Milyon insanın, milyon göçmenin, milyon tane sorunla yaşamaya çalıştığı bir ülkede herkesi ikna edebilecek ortalamanın ideolojisi.

Kurucu ideolojide herkesin yeri belli. Mahir Ünal gibi devrim karşıtları olacak ama onun gibi zamansız yere konuşmayacak, lazım olursa diye kontrol altında tutulacak. Akitçi yazar “tercih saltanat mı, cumhuriyet mi” sorusuna “Tercihimiz cumhuriyet diyelim.. Geçelim..” diyecek. Perinçek iki eli havada sahnedeki yerini alacak, milliyetçiler “Büyük Türkiye” ile kendinden geçecek, liberaller Cumhuriyet tatsızlığının bu şekilde tatlıya bağlanmasındaki sorumluluklarından gurur duyacak.

Üstelik unutulmasın AKP yıllardır yarattığı yıkıma ortak olanlara borcunu ödeyecek kadar da geniştir. CHP’ye uygun bir muhalefet koltuğu elbet tahsis edilecektir. Kuruculuk bunu gerektirir! Şimdiden mesaj bile veriliyor. AKP’nin kucaklayıcılığı Alevileri, Kürtleri de kapsayacak! Eh, “sağcılığımdan memnun değilseniz giderim” diyen Akşener’e de bir yer bulmak herhalde zor olmaz.

Demek ki “Türkiye Yüzyılı” bir açıdan karşıdevrimin başarısı demek. Kurucu ideolojinin ilan edildiği salondaki heyecansızlığı, soru işaretlerini ve vaat bıkkınlığını Türkiye’yi vasata layık görenlerin marifeti sayalım ama üstünü kazdığımızda ortaya çıkanları da yok saymayalım. Salon, bir “AKP toplantısı” olarak kurgulanmamıştır. Cem Karaca’dan Aşık Veysel’e, Mustafa Kemal’den emperyalizme uzanan vurgular vasatlığın uzun süredir geçer akçe olduğu yerde bazı gönülleri okşamak için yeterli olmuş, belli bir toplamı ise kabul edilebilir bir Osmanlı’ya ikna etmiş olabilir.

Yedi milletten insanın birkaç kıtaya yayıldığı bir ülke Osmanlıcılığı çağırır. Bu yeni Osmanlıcılıkta Mustafa Kemal’e bir yer bulmak elbette mümkündür. En piyasacı haliyle, Türkiye’nin ilk özel sektör fabrikatörlerinden biri olan Şakir Zümre eliyle…

Osmanlıcılık nasıl zamanın İttihat ve Terakki’sinin kurucu ideolojisiyken boşa düştüyse, bizzat cemiyetin kadroları tarafından terk edildiyse, Osmanlı o ideolojiye uygun ekonomik gelişkinlikten bir o kadar uzak idiyse şimdi tam tersi gerçekleşiyor. Büyüyen Türkiye kapitalizmi Misak-ı Milli’yi yırtıp atıyor. Tarih, hak iddia etmeyi ve böbürlenmeyi haklı çıkaracak şekilde yeniden biçimlendiriliyor. Geçmişin figürleri ancak ve ancak bu emperyal vizyonun ve uzlaşmacılığın katkıcıları olarak müzedeki yerlerine yerleştiriliyor.

Tam da bu nedenle liberali de milliyetçisi de İslamcısı da bir olup tarihin sürekliliğinden bahsetmek zorunda kalıyor. Dertleri belli, ne yapıp edip Cumhuriyet kopuşunu, bu kopuşta Mustafa Kemal ve arkadaşlarının belirleyici etkisini yok edecekler.

Ali Yaycıoğlu, cumhuriyeti “toplumsal hak talepleri”ne kadar genişletecek, Yeniçeri isyanlarına kadar geri götürecek, “Cumhuriyet tarihi cumhuriyetin bir türlü ‘gerçekleşememesinin’ hikayesidir” diyecek, herkesin kendinden ve tarihten bir şeyler bulabileceği bir “Cumhuriyet 2.0” önerecek. 

Yine Gazete Oksijen, Cumhuriyet’in dünyadaki etkisini “ezilen müslümanlar”a daraltan yazıları servis etmekle uğraşacak. Asya’dan Afrika’ya halkların nasıl özgürleştiğini, 1920’nin olağanüstü devrimci atmosferinin nasıl bir bütün teşkil ettiğini bir güzel unutturacak.

Çin’den Almanya’ya, Vladivostok’tan Boston’a uzanan ve bütün dünyayı sallayan devrimci dönemin ne anlama geldiği unutturulacak ki Cumhuriyet ile Bolşevik devriminin birbirlerini nasıl beslediği de unutulsun. Bunları unutturacaklar ki Mustafa Kemal’in üzerine titrediği ama 1940’lardan itibaren vazgeçilen barışçı ve Sovyet dostu dış politika da unutulsun. Unutulsun ki Türkiye’yi değil Osmanlıyı ve onun sınırlarını konuşalım.

Konuşulsun ki “1923'te Cumhuriyet kurmaktan başka yol var mıydı?” diyen Ayşe Hür de tüm bu olan bitenden heyecanlansın, Mustafa Kemal’e ve devrimci dönüşüme baktığında “otoriterlik” görmeye devam etsin…

Ses yükseltmekten başka yolu yok. Hatırlatacağız.

Tarihteki bütün devrimler belli bir zorlamanın ve tercihin ürünüdür. Eskinin yıkıldığı ve yeninin kurulacağı dönemeçte “zorunlu” diye bir şey olamaz. Zorunluluk devrimci dönüşümün mantığına aykırıdır. Sonrasında “devrim” olarak kodlayacağımız her dönüşüm, geleceğe dönük açık bir tercihin ve aynı zamanda geçmişe dönük açık bir reddiyenin ürünüdür.

Bu tercihler, örnek olsun, İttihat ve Terakki’nin içerisinde de yapılmıştır. Osmanlı’dan Türkiye’ye, Kanun-i Esasi’den Cumhuriyet’e gelinmesi bazı kadroların açık tercihleri sayesinde mümkün olmuştur.

O halde Türkiye’nin bir kurucu ideolojiye ihtiyacı var. Tarihe de bugünün Türkiyesi’ne de bakarken seçici, geri olandan kopuşu tercih edenleri unutmayan, Türkiye kapitalizminin dayattığı vasatlığa ve gericiliğe esir olmayan bir ideolojiye, bir kurucu misyona…

Böyle bir kurucu ideoloji mümkündür. Üstelik neden mümkün olduğunu tersinden ispat eden bizzat Erdoğan’dır: “Muhafazakar devrimcilik”te karar kılınması devrimin meşruiyetinin de ilanıdır. Yılların sonunda kendilerini bile kurtaracak olan şey devrim fikrinden başkası değildir! 

Çünkü devrimin başarısı ileriyi zorlamaktan gelir. Devrim ileriyi öyle bir zorlar ki muhafazakarının da karşıdevrimcisinin de silemeyeceği bir iz bırakır, referans olur. 1789’un, 1848’in, 1917’nin ve 1923’ün sonrasında yaşananlar bunun ispatından başka bir şey değildir.

Yani “Türkiye Yüzyılı” başka bir açıdan karşıdevrimin başarısızlığı demektir.

Bu, Cumhuriyet devriminin başarısını da gösterir. O başarının nasıl gerçekleştirildiği iyi anlaşılmalı, ondan güç alınmalı ve Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yeni atılımın radikal adımları hazırlanmalıdır.

Hazırlanmalıdır çünkü bir kurucu ideolojinin çöktüğü yerde diğeri mutlaka yaşam kazanacaktır.