Kapitalizm toplumun geleneksel yapısını bozarken yerine bir şey koyamıyor, Japonya’da yaşlıların giderek daha çok yalnızlık ve anlamsızlık sorunuyla karşı karşıya olduğu söyleniyor.

Kapitalizm yalnızlıktan ve çalışmaktan öldürüyor: Japonya örneği

Günümüz kapitalizminin tepe ülkelerinden Japonya’yı bu köşede kendi bağlamında hiç ele alma fırsatı olmadı.

Ele aldığımız bağlam, ABD’nin Pasifik savaşı hazırlığı içinde Japonya’yı peşinden sürüklemesiydi. İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan Anayasa Japonya’nın uluslararası savaşlara karışmayan pasifist bir ülke olacağını hükme bağlamıştı. Oysa Japon halkı üzerinde nükleer silah test eden ABD’li canilerin peşine düşen Japon sermayesinin şimdi büyük bir hızla Japonya’yı silahlandırdığını görüyoruz.

Bu konuya önümüzdeki haftalarda tekrar döneceğiz.

Ancak Japonya başka bir olgu ile tekrar dünya gündemine girdi: Çocuk intiharları.

İnsanın elini titretecek kadar acı bir olgudan bahsediyoruz. Geçen sene çocuk intiharları önceki yıla göre %39 artmış ve 512 çocuk yaşamına son vermiş.

Nedenleri çok açık değil ama Japon toplumunda yaşananların yansıması olduğu açık. Son yıllarda sürekli bir artış eğiliminden bahsediliyor.

Zaten Japonya intiharların çok yüksek olduğu bir ülkeydi. Uzun çalışma saatleri, okul baskısı, toplumsal tecrit, yalnızlık, parçalanmış aileler, anlam kaybı vb.

Bu intiharlarda erkekler, özellikle 65 yaşın üzerindekiler bariz şekilde ön plandaydı.

Pandemi döneminde ise sanki kadın cinayeti gibi kadın intiharlarında %84’lük bir artış olmuş.

Kadınların daha fazla iş güvencesiz olarak çalışması, buna bağlı daha fazla işten çıkarılmaya maruz kalmaları, evde şiddetin artması, üzerlerine çok daha fazla sorumluluğun binmesi neden olarak gösteriliyor. 

Japon işçi sınıfının örgütsüz oluşunun ve toplumsal baskıya karşı bireylerin yalnız kalmasının ne kadar önemli olduğunu tahmin edebiliyoruz. Çaresiz kalanlar en yakınlarından değil, tanımadıkları insanlardan yardım istiyorlar. Bununla ilgili çağrı merkezi var örneğin! “İntihar etmek istiyorsanız 1’i tuşlayın.”

2021’de Japon hükümeti “Yalnızlık Bakanı” görevlendirmek zorunda kalmış.

Dünyada Japonya’da ilk kez tanımlanmış terimler var.

Hikikomori bu terimlerden biri. Toplumdan çekilmek anlamına geliyor. Muhtemelen 2 milyon kişiyi etkileyen bu durumun eğer toplumsal koşullar düzelmezse 10 milyon emekçiyi daha etkileyebileceği söyleniyor. Bu kişiler okula ve işe gitmek, diğer insanlarla karşılaşmak istemiyorlar. Zorlu çalışma koşullarına, düşük ücretli güvencesiz ve yarı zamanlı işlere tepki olarak ortaya çıktığı söyleniyor ve altında diğer akıl sağlığı sorunları olmadan kendisi göstermesi ile tanınıyor.

Ohitorisama yalnız müşteri anlamına geliyor. Tek başına restorana, kafeye gitmek gibi. Japon kapitalizmi kendi yol açtığı toplumsal felaketi kazanca çevirmeyi biliyor. Bu tip müşteriler için bir hizmet sektörü oluşmuş durumda.

Hikikomoriler için şirketler “kiralık kız kardeş” pazarlıyor ve büyük paralar kazanıyorlar. Ücret karşılığında bu kız kardeşler sığınağa girip oradan insanları dışarıya çıkarmaya çalışıyor. Yalnız insanlar doğum günü kutlamak için aile kiralıyorlar. Çeşitli rollerdeki aktörler yalnız kişinin yaşadığı yerde bir mizansen içinde bir aile sıcaklığı yaratmaya çalışıyor.

Kodokuşi ise yalnız ölüm anlamına geliyor. İşin korku filmine döndüğünün farkındayız, ama ilk kez Japonya’da 2000 yılında 69 yaşında bir erkeğin ölümünden üç yıl sonra bulunması ile bu tanımlama yapılmış.

Kapitalizm toplumun geleneksel yapısını bozarken yerine bir şey koyamıyor, Japonya’da yaşlıların giderek daha çok yalnızlık ve anlamsızlık sorunuyla karşı karşıya olduğu söyleniyor.

Henüz Japonca bir terim olarak tanımlanmayan bir diğer fenomen ise yaşlıların yalnızlıktan kurtulmanın çaresi olarak market hırsızlığı yapıp hapishaneye girmek istemesi.

Karoşi’yi ise duymayan kalmadı, aşırı çalışmaktan ölmek anlamına geliyor. Genç işçiler önceleyen başka hastalıkları olmadığı halde aniden kalp krizi ve beyin kanaması geçirip ölüyorlar. Çok önceden çıkmakla birlikte bu olgu ilk kez 1970’de tanımlanmış.

Ama nasıl bir çalışma… Örneğin, 58 yaşındaki bir matbaa işçisi bir yılda 4320 saat çalıştıktan sonra aniden ölüyor. Yılda 8760 saat olduğu düşünülürse hiç dinlenmeden pazarları dâhil her gün 12 saat çalıştığı anlaşılıyor.

Toplumun nasıl bu kadar gayri insani hale geldiğini anlamak için Japonya’ya daha yakından bakmalıyız. Bunu önümüzdeki haftalarda yapmaya çalışacağız. Öte yandan tanımlanan olguların sadece Japonya’ya ait olmadığını, kapitalizme içkin olduğunu ve her ülkede benzer eğilimlerin görüldüğünü hatırlamamız gerekiyor.

Sosyalizm bazen çok kuru iktisadi terimlerle ifade ediliyor, merkezi planlama, kolektivizasyon, toplumsal mülkiyet gibi.

Evet, sınıf mücadelesi sosyalizme eşlik edecektir ama öte yandan sosyalizm şenlikli bir toplum anlamına gelir. Yaşamlarının anlamını yakalayan emekçiler dostlukla kuşanırlar ve insani koşullarda çalışırlar. Kimse “kız kardeş” veya “aile” kiralamaz. Birlikte üretenler bir ailedir zaten.