Emekçilerin mücadeleleri sürdükçe aydınlanma ve ilerleme durdurulamaz, hak ve özgürlük mücadeleleri durdurulamaz, gelişme hareketleri ve devrim mücadeleleri durdurulamaz.

Kadınlar AKP hukukuna, gerici siyasete sığmaz

Kadınlar burjuva hukukuna, dinsel davranış kurallarına, gerici ve insanlık dışı geleneklere de sığmaz. 

Özgürlük kısıtlamalarında, eşitsizlik ve adaletsizliklerde dibe çöktürülüp üzerine basılmaya çalışılırken şiddette ve cinayetlerde de geniş hedef kadın. 

Anayasa tanımazlığı alışkanlık haline getiren siyasal iktidarın güncel hukuksuzluk örneğini, bize gelen soruları değerlendirerek ve “yinelemekte sakınca yok” diyerek özetleyelim.

İstanbul Sözleşmesinin (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) Anayasanın 90. maddesine göre onaylanmasını uygun bulan 2011 tarihli 6251 sayılı Kanun yürürlükte. Usulüne göre yürürlüğe konulan Sözleşme, Anayasaya göre kanun hükmünde ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin olduğu için de, aynı konuda farklı hükümler içeren kanunlarla çıkabilecek uyuşmazlıklarda Sözleşme hükümleri esas alınacak. 

Cumhurbaşkanı kararına esas olan 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyse (CBK) ne Anayasanın üstüne ne kanunla düzenlenen konuların üstüne çıkabilir ne de parlamentonun iradesinin yerine geçebilir. Anayasanın 104. maddesi CB’ye uluslararası sözleşmeleri onaylama ve yayımlama görevi veriyor, o kadar. 9 sayılı CBK’nin 3. maddesindeki görevler arasında yer alan “sona erdirme”, kanunla uygun bulunan sözleşmeler için doğrudan değil, yasama sürecine bağlı bir işlem. Yasama Organı uygun bulma Kanununu yürürlükten kaldırırsa, Sözleşmeyi sona erdirme işlemini CB yapacak, örneğimizde Avrupa Konseyinin Muhatabı CB olacak.      

İstanbul Sözleşmesinin “Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine” ilişkin 19 Mart 2021 günlü 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararını, Anayasa ve uygun bulma kanunu çerçevesinde okumak gerekir ki konu zaten çeşitli kişi ve kuruluşlar tarafından yargıya taşındı, taşınacak. Birincisi bu. 

İkincisi, 9 sayılı CBK’nin kimi hükümleri (TBMM üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 138 milletvekili tarafından) iptal davası yoluyla Anayasa Mahkemesine götürüldü ve (E.2018/126 sayılı kararla) Anayasaya uygun bulundu. Konumuzun dayanağı olan 3. madde o davada Anayasaya aykırılık savıyla AYM’ye götürülmedi. Cumhurbaşkanlığı kararı için idari yargıya açılan davalarda söz konusu 3. maddenin uygulanacak kural olarak, belirsizlik vurgusu da yapılarak Anayasaya aykırılığı ileri sürülmeli ve mahkeme tarafından AYM’ye itiraz başvurusu yoluyla intikali zorlanmalıdır. 

Üçüncüsü, “amaçsal”. Aynı siyasal iktidar tarafından imzalanan, onayının uygun bulunması bakımından TBMM’ye sunulup uygun bulunan, sonra da onaylanan Sözleşme, ne değişti de tanınmıyor? Kadına karşı ve aile içi şiddet mi durduruldu? Cinsel yönelim mağduriyeti mi giderildi? Sözleşmenin imzasını ve amacını gerektiren nedenler sona mı erdi? Ne oldu?

Sözleşmenin imzası, uygun bulunması ve onayında geçerli olan kamusal yarar ve gerekçeler bugün aynen geçerliliğini koruduğuna, Sözleşme tarihinden bu yana koşullar değişmediğine hatta daha da ağırlaştığına, haklı bir neden de olmadığına göre Sözleşmeden vazgeçtik demenin hukuksal nedeni oluşmamıştır.   

Keyfi nedenlerle, “ben yaptım oldu”yla; kadına, aileye ve topluma yönelik genel kamusal yarar yerine belli bir siyasetin çıkarı, dinselliği ve gerici gelenekleri savunanların çıkarı ileri sürülerek hukuk kuralları kaldırılamaz. Hukuksal düzenlemelerde tanınan takdir yetkisi anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütleri göz önünde tutarak kullanılması gerekir.

Dördüncü olarak yukarıdaki durumlardan farklı bir nedenle de Sözleşme yürürlükte. 8.3.2012 günlü, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 1. maddesinin (2) sayılı fıkrasında 6284 sayılı Kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında uyulacak temel ilkeler sıralanıyor. Bu temel ilkeler arasında, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler” var. 

Bu hükmün anlamı şu: Üzerindeki hukuksal durum ya da tartışmalar ne olursa olsun İstanbul Sözleşmesi 6284 sayılı Kanunla içine taşınarak kanun kapsamına alınıyor ve canlı tutuluyor.

Bunlar iç hukuk konuları. Prof. Dr. Rona Aybay Hocamızın dün (24.3.2021) Cumhuriyet Gazetesinde dile getirdiği, uluslararası hukuk yönünden İstanbul Sözleşmesinden çekilme bildiriminin Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine yapılmış olması durumu da ayrıca not edilmelidir. 

Ama tüm tartışmalara rağmen Avrupa Konseyi ve taraf devletler nezdinde geçerli olan İstanbul Sözleşmenin 6284 Kanunla hâlâ ulusal hukukun içinde canlı olarak durduğu da not edilmelidir.  

Hukuk devletinin temel ilkeleri arasında yer alan iyiniyetin çiğnenmesi, samimiyetsizlik, ikiyüzlülük o kadar açık ki Sözleşme daha önce ilan edilen eylem planlarında kullanılırken, (2016-2020) Kadına Yönelik Eylem Planında Sözleşmeye gönderme yapılırken 2021 İnsan Hakları Eylem Planında Anayasanın 90. maddesinden ve birçok sözleşmeden söz edilip İstanbul Sözleşmesi ihmal ediliyor. 

Şimdi İstanbul Sözleşmesinin uygun bulunmasına ilişkin 6251 sayılı Kanunla Sözleşmeye gönderme yapan 6284 sayılı Kanun da tehlikede. Tarikat ve cemaatler saldırılarına devam ediyor. Parlamento kanunlarına, yargı da demokratik ve laik hukuk devleti ilkelerine sahip çıkabilecek mi, izleyip göreceğiz…

Karşı bir sözleşmeden, Ankara sözleşmesinden söz ediyorlar. Ankara sözleşmesi dedikleri, tarikatların, cemaatlerin, tüm laiklik ve aydınlanma karşıtı örgütlerin ve siyasi partilerin kadın ve insanlık düşmanı, onur düşmanı gerici sözleşmesi olacak. Kendin pişir kendin ye sözleşmesi olarak gerici pazarlık metni olacak. Dışardan gerici ortak bulmaları da zor değil.

Gördünüz mü “yetmez ama evetçi”lerin peşinden gittiği, insan hakları diye bağırıp eylem planları yazan AKP’yi ve ittifakını? Gördünüz mü “millet ittifak”ı diye ortaklık yapılan Saadet Partisi'nin gerçek yüzünü? Gördünüz mü 19 yıllık hazırlık döneminin nerelere geldiğini?  

Konumuz tartışmaları bitmeyen hukukla, polisiye önlemlerle sınırlı değil. Üretim ilişkilerine ve toplumsal ilişkilere bağlı olarak siyasal, ideolojik ve sınıfsal…   

Emekçilerin, kadınların, çocukların hak ve özgürlükleri mücadelelerle kazanıldıktan sonra hukuka yazılıyor. Devrimler ve ilkeleri hukukta yazmıyor, yapıldıktan sonra hukuku yazılıyor. Hak gasplarını, özgürlük sınırlamalarını ve karşı devrimleri “hukukuz hukuk” kılıfına saklayıp sonra da özgürlükten, eşitlikten, adaletten, demokrasiden söz edenler yanılsama içindeler, aldatıyorlar. 

Dün, gerçek hukuk insanı Doğan Öz’ün faşist kurşunlara hedef olup katledilişinin 43. yıldönümüydü. Katledilen “savcı”, katledeni aklayan yargı, devlet… Kişiliğini, sıra dışılığını, yaşamını ve mücadelesini saygıyla anıyoruz, özlüyoruz. 1972 yılında, ölüm cezasının kaldırılması hakkında bir bildiriye imza koyduğu için hakkında açılan soruşturmaya yaptığı savunmasında şöyle diyordu: “Çağdaş ceza hukuku artık ‘doğuştan suçlu tip’ kavramını, kişiyi suça iten toplumsal ve ekonomik etmenleri yok etmeden kabul etmemektedir. Suçlu insan yoktur; suça itilen insan vardır”.

O günlerden bu günlere, “suça itilen insan”, “şiddete uğrayan kadın ve çocuk” çoğalıyor. Piyasa ve gericilik bir arada emekçi halkı susturma, mücadeleleri sindirme peşinde. Gericilik önde gözüküyor, dinsellik hukukun içine dalıyor ama ayağa kalkmalarında altında at koşturdukları sömürücü düzen var.     

Emekçilerin mücadeleleri sürdükçe aydınlanma ve ilerleme durdurulamaz, hak ve özgürlük mücadeleleri durdurulamaz, gelişme hareketleri ve devrim mücadeleleri durdurulamaz.

Sosyalizm kadınların ellerinde yükselecek.