“G” harfinin yanına eklenen sayıların bir türlü değişmemesi gibi, Gezegen de Yeni Delhi Zirvesi’nden bir gün önce nasıl dönüyorsa, heyetler evlerine döndükten sonra da aynı şekilde dönüyor.

G-7, G-8, G-10, G-20, G-77...

Bunlar gereğinden fazla geniş tutulmuş bir “Amiral Battı” tahtasından koordinat numaraları değil. Bu sabah aklıma gelen tanımla “ülke toplaşmaları”. Kimilerine daha aşinayız, kimileri biraz daha az çıkıyor karşımıza. “G” harfi grup sözcüğünün kısaltması bu arada.

Ağababaları G-7. Patronlar Kulübü. ABD, İngiltere, Fransa, Kanada, İtalya, Japonya, Almanya. G-7’nin kısa süren bir G-8 dönemi var. SSCB’nin dağılmasından sonra bu işte en çok emeği geçenlerden B. Yeltsin’in liderliğindeki Rusya da giriyor kulübe. 2014’te Rusya’nın Kırım’ı ilhakı sonrasında macera sona eriyor ve yoluna yine G-7 olarak devam ediyor. Yedi rakamına dahil olmayan Avrupa Birliği (AB) de G-7’ye üye. İlerdeki örneklerde de göreceğimiz gibi uluslararası siyaset ve aritmetik her zaman örtüşmüyor. G-7 ekonomik görünümlü politik bir toplaşma. Bir örgütten ziyade bir platform, bir forum olarak tanımlanıyor. Gelir dağılımı tablolarında sıkça karşılaştığımız bir manzara vardır. Nüfusun en varsıl yüzde 10’u toplam servetin şu kadarına sahiptir gibi. İşte G-7’nin durumu tam da böyle. Dünya nüfusunun yüzde 10’nu oluşturan bu ülkeler, küresel servetin kabaca yarısına sahipler. “Dünyanın kaymağını yiyenler” diye de tanımlayabiliriz.  

G-10 çok az bilinen bir başka toplaşma. Faaliyet alanı finans. Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) “tamamlayıcısı” olmak gibi bir işlevi var. Omurgasını da üyelerin Merkez Bankaları oluşturuyor. 1962 yılında kurulmuş. G-7 ülkelerine İsveç, Hollanda, Belçika ve İsviçre’yi ekleyince üye yapısı ortaya çıkıyor. Yeterince dikkatliyseniz toplamın 11 ülke ettiğini görüyorsunuz.  Aritmetik ve diplomasinin ayrıldığı bir durum daha. 

G-77 ise yukarıda sayılanların aksine ağırlıkla “Güney” tabir edilen ülkelerden oluşan gayrı resmi bir BM toplaşması. Kuruluş yılı 1964. Kurulduğundan beri genişlemiş ve üye sayısı 134’ü bulmuş ama isim aynı. Temel işlevi gelişmekte olan ülkelerin ortak ekonomik çıkarlarını korumak, geliştirmek. Kurulduğu dönemden sonra dünya ekonomisinin yapısında bir hayli değişiklik olsa da, Çin ve Hindistan gibi üyeler, büyük ekonomiler sınıfına geçmiş olsalar da G-77 esas itibarıyla “aşağıdakiler”i, G-7 daha da zenginleşsin diye yoksul bırakılanları temsil ediyor. G-77’nin karar alma organı “Güney Zirvesi”. Bunun ilk toplantısının 2000 yılında Havana’da yapıldığını, G-77’nin 2023 dönem başkanlığını da Küba’nın yaptığını eklersek resim daha da netleşir sanırım.

G-20 ise yukarıda saydıklarıma kıyasla çok daha yeni bir oluşum. Dünyada esas olarak iki sınıf bulunduğu gerçeğini perdelemek için uydurulan orta sınıf, hatta Çankaya’nın şişmanının dilimize kazandırdığı deyimle orta direk kavramını anımsatan bir politik niyetle yaratılmış yeni bir sınıflandırmayı yansıtıyor. Kâğıt üzerinde dünyanın en büyük 20 ekonomisini bünyesinde topluyormuş gibi görünüyor ama gerçek tam da öyle değil. Dünya ekonomisini yönetenlerin siyasi/ticari kaygılarla 1999 yılında kurdukları bir oluşum bu. 1999 yılı tesadüf değil. G-20 küresel kapitalizmin 1999 Asya mali krizinden aldığı dersin sonucu. Ekonomik faaliyet odaklarının çeşitlenmesi, buradaki sıkıntıların sistemin tamamını etkiler hale gelmesi G-7’nin de ekonomik ve coğrafi kıstaslara göre genişletilmesi fikrine esin veriyor. G-7 üyelerine Arjantin, Avusturalya, Brezilya, Çin H. C., Endonezya, Hindistan, Güney Afrika, G. Kore, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan ve Türkiye ekleniyor. 19 mu etti? G-7’nin “7” rakamına dahil olmayan üyesi AB’yi de ilave ederseniz hesap tutuyor. Tutuyor mu gerçekten? Artık değil ama onu da biraz sonra anlatalım.

G-20 her yıl bir zirve düzenliyor. Dönem Başkanı kimse onun ülkesinde. 18. Zirve toplantısı Geçen hafta Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de yapıldı. Zirve öncesinde en çok tartışılan konu ise Hindistan’ın isminin değişmesine yönelik adımlar oldu. Burada “G”ler meselesinden biraz ayrılıp bir Hindistan parantezi açmak gerekiyor.

En az 400 milyon kişinin sokakta yattığı, çiftçilerin açlıktan ölmediklerinde umutsuzluktan kitleler halinde intihar ettikleri  ülkede Başbakan Modi’nin yeni numarası Hindistan’ın adını “Bharat” olarak değiştirmek oldu. Bharat yeni icat edilmiş bir isim değil, ülkenin tarihsel adlarından biri. Ülkenin Anayasası’nda da geçiyor. İlk bakışta bir tuhaflık yok ama neden şimdi? Modi ve partisi BJP yıllardır iktidardalar. Modi “rasyonel” ekonomi politikalarıyla ülke ekonomisini “kalkındırıyor”. Bunun bedeli ise bir milyarı aşkın Hintli için daha çok yoksullaşma, daha çok sefalet ve daha çok açlık. Sadece Ay’a yumuşak iniş yapmak kitleleri yeterince oyalayamayacağı için Modi’nin başka ve bizce çok iyi bilinen araçlara ihtiyacı var. En ucuz ve kullanışlı olanı Hindu milliyetçiliği.  Ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 15’ini oluşturan Müslümanlar, halkın öfkesini yönlendirmek için en uygun hedef. Tarihsel bağlam müsait zira Hindu Milliyetçiliği’nin “Asr-ı Saadet” anlayışında Müslümanların yeri yok. Müslümanların varlığı ülkenin dalga dalga uğramış olduğu bir dizi işgalin sonucu. Hindistan’ın tarihinde neredeyse bin yıldır mevcutlar ama kutsal Hindu metinlerinde geçen “Bharat”ta yoklar! İşte “Bharat”ın kısa ve dokunaklı hikayesi. Dönelim şimdi G-20’ye.

Yeni Delhi’deki zirve iki önemli eksikle toplandı. Xi Pin ve Putin Hindistan’a gelmediler. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICC) tutuklama kararından kaynaklanan sıkıntılar Putin’in kararında rol oynamış olabilir mi? Hindistan’ın özgül ağırlığı, Rusya-Ukrayna savaşı konusundaki dengeli tutumu ve Rusya’yla SSCB dönemine dayanan köklü ilişkileri düşünüldüğünde, Modi’nin Putin’i kelepçeleyip ICC’ye teslim ettiği bir senaryo gerçekçi değil. Kaldı ki ICC’nin bu kararının küresel çapta çok ciddiye alındığını söylemek de güç. Bir sonraki zirveye (2024) ev sahipliği yapmaya hazırlanan Brezilya Devlet Başkanı Lula şimdiden Putin’in Brasilia’ya gelmesi halinde ICC kararını uygulamayacağını açıkladı. Moskova dolaylarından verilen izahat da Putin’in G-20 Zirvesi’nin gündemine Ukrayna konusu hâkim olmasın bir anlamda zirvenin şaftı kaymasın diye gitmediği.  

ÇHC lideri Xi Pin’in katılmaması ise Hindistan ile Çin arasındaki ikili sorunlara bağlanıyor. Her iki ülke zaman zaman ortak sınırlarında küçük çaplı çarpışmalar yaşıyorlar ve sınır çizgisi konusunda kesin bir mutabakat sağlayabilmiş değiller. Yakın tarihte iki ülke arasında sıcak savaş yaşandığını da hatırlıyoruz. Zaten ABD’nin Çin’e yönelik kuşatma siyasetinde Hindistan’ı yanına çekme çabalarının başlıca dayanağı da bu tarihsel husumet. Xi Pin’in Yeni Delhi’ye gitmeme sebeplerinden bir başkası ise Çin liderinin G-20 gibi “Batı öncülüğünde oluşturulmuş” yapılardan ziyade geçtiğimiz günlerde genişleme kararı duyurulan BRICS gibi kuruluşları ön plan çıkartma gayreti olabilir.

G-20 Zirvesi’nin en görünür sonucuna geldi sıra. Modi, bu Zirvede Afrika Birliği’nin de AB ile aynı statüde daimî üyeliğe kabul edildiğini duyurdu. Böylelikle üye sayısı 21’e çıktı. Afrika Birliği konusunda uzmanlığım yok. Yine de bildiğim kadarıyla AB gibi belirli alanlarda bütünleşmiş veya bütünleşme aşamasında bir örgütten bahsedemiyoruz. O yüzden de bu genişleme büyük ölçüde simgesel kabul edilmeli. G-20’nin bu kararının elbette son dönemde Afrika ölçeğinde yaşanan çalkantılarla ve Afrika’nın dünya ekonomik tekelleri açısından artan önemiyle ilgisi var. 

Tekeller demişken 18. G-20 Zirvesi’nin sonuç bildirisine de bakmakta fayda var. Türkçe çevirisi de yapılmış veya yapılmaktadır mutlaka ama İngilizce bilenler şuradan inceleyebilirler.

Bildirinin siyasi unsurlarına geçmeden G-20’nin neden dünya halklarının hiçbir sorununa kökten çözüm getirmeyeceğini açık şekilde ortaya koyan bir yönüne işaret edeceğim. 53. Madde’de IMF uluslararası finans sisteminin temel güvencesi olarak gösteriliyor. Bilmem başka bir şey eklemeye gerek var mı?

Siyasi bölümde öne çıkan mesele ise Rusya-Ukrayna savaşı. Bildirinin 8’den 13. maddeye kadar kısmı bununla ilgili. Bu yazımın ciddi bir pazarlık sürecinin sonucu olduğu belli zira herhangi bir taraf doğrudan suçlanmıyor. Bu yüzden Ukrayna bildiri konusundaki hoşnutsuzluğunu resmen dile getirdi zaten. Bununla birlikte, ülkelerin toprak bütünlüğüne vurgu yapan ifadeleri takip eden cümledeki “nükleer silah kullanımı tehdidinin kabul edilemeyeceği” ibaresinin hedefi belli. Bu cümleye Rusya Federasyonu heyetinin imza koymasının ise bence olumlu bir anlamı var. Başta bir zamanlar Putin’in halefi olarak gösterilen Medvedev olmak üzere, Rusya’daki pahalı trollerin bu içerikteki konuşmalarının Rusya Federasyonu’nu resmen bağlamadığını ortaya koyuyor. 

Diğer yandan sadece Türkiye için değil Rusya için de önemli bir kazanım sayılabilecek 11. Maddeyi ihmal etmeyelim. Burada tahıl koridoruna ilişkin olarak Türkiye'nin gayretleri övülüyor ama bir yandan da Ukrayna ve Rusya'dan yapılacak tahıl sevkiyatının önündeki engellerin kaldırılması gereğine işaret ediliyor. Bir başka deyişle tahıl koridoru meselesinin iki bacağının bulunduğu teslim edilmiş oluyor.

Bütün bu anlattıklarım aslında art arda sıralanmış harfler, sözcükler, cümleler. Hiçbiri kapitalizmin tüketmekte olduğu dünyanın ve dünya halklarının derdine çare değil. “G” harfinin yanına eklenen sayıların bir türlü değişmemesi gibi, Gezegen de Yeni Delhi Zirvesi’nden bir gün önce nasıl dönüyorsa, heyetler evlerine döndükten sonra da aynı şekilde dönüyor.