Kapı dışarı edilecek büyükelçilerden biri ABD’li, belki de Ankara’da bavulunu topluyor Satterfield; Brüksel’deki manzara ise tamamen farklı, Akar ile ABD Savunma Bakanı Austin ne güzel anlaşıyorlar!

Erdoğan’ın bakanları: Soylu tepeliyor, Akar gülümsüyor

“Bir adım sonrası savaş ilanıdır” dedi kimi yorumcular Erdoğan’ın on büyükelçinin sınır dışı edileceğini açıklamasının ardından… AKP Genel Başkanı’nın üslubuna bakılacak olursa gerçekten de savaş sanki kapıdaydı.

İçişleri Bakanı’na göreyse savaş çoktan başlamıştı! Süleyman Soylu “teröristleri tepelediğimiz zaman Batı'yı da, ABD'yi de tepeliyoruz” diyerek konuya açıklık getirmişti. Elçiler konusundaysa Bakan nezaketi elden bırakmadı ve on diplomata “edepsiz” sözcüğünü yakıştırdı!

Cumhurbaşkanı her konuda konuşuyor, kaç çocuk yapılacağına bile karışıyor, on büyükelçinin istenmeyen kişi ilan edilmesine mi karar vermeyecek? Süleyman Soylu da yavaş yavaş Peker travmasını üzerinden atıp forma girmekte. Ne de olsa Türkiye’nin iç güvenliğinden sorumlu, tepeleyecek, vuracak, atacak, had bildirecek…

Ama konu sonuçta dış politika, insan Dışişleri Bakanı’nın ne düşündüğünü ister istemez merak ediyor. Lakin Mevlüt Çavuşoğlu oralı değil, memleketten uzakta “Türkiye ile Güney Kore arasındaki stratejik ortaklığı derinleştirmek”le meşgul. “Stratejik ortaklık” önemli kavram, biliyorsunuz ABD ile de arada sırada böyle bir ilişki kuruluyor; sonra bir başka bakan çıkıp “onları tepeliyoruz” diye halkımızı bilgilendiriyor!

İçimiz dışımız bir değil sanırım! İçişleri ile Dışişleri çoğu kez ayrı telden çalıyor. 

Bu durumda konu ciddi olduğu için, savaşla ilgili bakanlığa yöneltiyoruz bakışımızı. Erdoğan’ın bir an önce istenmeyen adam ilan edilmeleri için Çavuşoğlu’na talimat verdiği, Soylu’nunsa “edepsizler” diye kalayı bastığı büyükelçilerin temsil ettikleri ülkelerle gerginlik tırmanacaksa iş kaçınılmaz olarak silahlı kuvvetlerin caydırıcılığına ve savaşma yeteneğine kalacak. E bu durumda başkomutanlık yetkisi TBMM adına Cumhurbaşkanı’nda ve onun adına da Genelkurmay Başkanı’nda olsa da, en yetkili şahıs Savunma Bakanı Hulusi Akar.

Peki Türkiye’nin Savunma Bakanı Hulusi Akar, amirleri ve kabinedaşları büyükelçilere ve onların ülkelerine yüklenirken ne yapıyordu?

Brüksel’de NATO karargahında aralarında “istenmeyen” ülkelerinkilerin de olduğu Savunma Bakanları ile samimi pozlar verip bunları bakanlığın resmi sayfasında yayınlıyordu.

Örnek olsun, kapı dışarı edilecek büyükelçilerden biri ABD’li, belki de Ankara’da bavulunu topluyor David Satterfield; Brüksel’deki manzara ise tamamen farklı, Hulusi Akar ile ABD Savunma Bakanı Lloyd James Austin ne güzel anlaşıyorlar! Maskeler var yüzlerinde ama gözlerinin içi gülüyor Akar’ın. 

Sonra maskeler de çıkıyor, samimiyet artıyor.

Bir de üstüne açıklama yapıyor Hulusi Akar ve bir kez daha “NATO’dan bir yere gitmiyoruz, biz ittifakın ayrılmaz parçasıyız” diyor.

Aynı anda batılı medyada Hulusi Akar’ı Türkiye’de en iyi iş yapılacak siyasilerden biri olarak değerlendiren haberlerin çıktığını da hatırlatalım.

Evet, AKP Genel Başkanı ve İçişleri Bakanı ile Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı arasında bir uyumsuzluk gözüküyor büyükelçi krizinde.

Önemli mi?

Hayır. Çünkü yalnızca farklı yetkililer arasında değil, aynı kişinin sözlerinde de uyumsuzluk artık bir kural haline geldi. Herkes biliyor ki, Türkiye’de yöneticilerin konuşmalarına fazla anlam yüklemeyeceksin.

Önemsiz mi?

Hayır. Çünkü AKP iktidarında makine iyice dağıldığı gibi, bazı isimler açıkça Erdoğan sonrasına yatırım yapıyor, sermaye çevrelerine, emperyalist merkezlere “güven” vermek ve “ben onlar gibi değilim” demek için her fırsatı değerlendiriyor.

Önemli mi?

Hayır. Çünkü bugünkü Türkiye’nin emperyalist dünyaya savaş ilan etmesi bir yana, ilişkileri kopacak noktaya getirmesi mümkün değil.

Önemsiz mi?

Hayır. Çünkü ekonomisi kırılgan ve şiddetle yabancı sermaye girişine muhtaç, bütün kurumlarına ABD ve AB’nin yerleştiği, nükleer silahların dahi konuşlandırıldığı yabancı üslerin faaliyetini sürdürdüğü ve en önemlisi piyasa ekonomisi adı altında uluslararası tekellerin acımasız terörü ile karşı karşıya olan bir ülkede makineyi dağıtan ve çaresizlik içinde denemeler yapan bir iktidarın emperyalist dünya ile yaşadığı her gerilimin bedelini halkımız ödemekte.

Emperyalist dünyaya meydan okunacaksa…

İlk iş halk örgütlenecek. Halk ancak emekçi halka dayanan bir toplumsal sistemde örgütlenir, gerçekten ülkeye sahip çıkar. Halkı yoksulluğa ve adaletsizliğie mahkum eden bir düzenin savunması da çürüktür.

İkincisi, emperyalist kurumlardan çıkılacak. NATO’nun içinde, AB’nin kapı eşiğinde bu kurumlara dayılanmak ya inandırıcı olmaz ya da yıkım getirir. 

Üç, yabancı üslere el konacak ve tüm yabancı askeri unsurlar kapı dışarı edilecek. Kalenin içi işgal altındaysa neyi savunacaksınız?

Dört, ülkede eşitlikle beraber özgürlükçü bir düzen kurulacak, gelişkin bir demokrasi inşa edilecek ve insanlık düşmanı emperyalistlerin bu konularda gevezelik etmesinin zemini ortadan kalkacak. Onların bizi değil, halkımızın onları yargılamasının koşulları yaratılacak.

Beş ve belki en önemlisi, ülke ekonomisi sermayenin değil tüm toplumun yararına yeniden yapılandırılacak, emperyalizm altından bu coğrafyadaki halı çekiverilecek.

Sosyalizmde böyle yapılacak; bu ülkelerin büyükelçilerine nezakette kusur edilmeyecek çünkü onlar karşılarında içi dışı bir bir iktidar ve kuş uçurtmayan bir halk olduğunu bilerek ayaklarını denk alacaklar.