Bize sorun diye takdim edilenin emperyalist devletlerin toplumu eskisi gibi yönetememe güçlüğü olduğunu bilmemiz gerekir.

Düzenin bunalım başlığı olarak uluslararası göç

Göçmen sorunu son günlerde Türkiye’de en güncel tartışma başlıklarından biri haline geldi. Tartışmaya katkısı olur diye bir kez de uluslararası çerçeveden bu olaya bakmaya çalışalım.

Aşağıdaki grafik yıllar içinde tahmin edilen toplam göçmen sayılarındaki artışı gösteriyor. Günümüzde 300 milyona yakın insan çoğu kez göçmenliğin getirdiği ağır sorunlarla boğuşuyor. Ancak bize sorun diye takdim edilenin emperyalist devletlerin toplumu eskisi gibi yönetememe güçlüğü olduğunu bilmemiz gerekir. 

Şekil 1:

1995 ve 2019 arasında dünyada tahmin edilen toplam göçmen sayıları görülüyor. Göçmenliğin nasıl kronik bir sorun olduğu ve giderek arttığı ortaya konuyor. Tüm dünya nüfusunun % 3,5 kadarı göçmen olarak yaşıyor.(IOM, Dünya Göç Raporu, 2020)

Görüldüğü gibi göçmenlik olgusunun farklı yüzeyleri var ve farklı sınıflar farklı sorunlar tanımlıyorlar. Biz emekçi sınıflar açısından bir kez köşe yazısının izin verdiği kadar değerlendirmeye çalışalım.

Her şeyden önce bize göre göçmenlik toplumsal eşitsizliğin ve eşitsiz gelişmenin ürünüdür. Emperyalist dünyanın dayandığı emek sömürüsü dünya çapında el konulan artı değerin bazı merkezlerde birikmesine yol açar. 

Toplumsal eşitsizlik düzen ideologlarının telkin ettiği gibi bazı bölge ve halkların handikaplarından kaynaklanmaz, aksine emperyalist devletlerin yönettiği bilinçli geri bırakılmışlıkları içerir. Sömürgecilik, köle ticareti, borç tuzağı, sanayileşmenin engellenmesi, eşitsiz ticaret, ham madde kaynaklarına el koyma, cahil bırakma, siyasi yönlendirme, ne derseniz, burası açılsa günümüzde emperyalist sömürü kitabı olur.

Emperyalist devletler bu dünyanın sömürüsüne dayanarak biriken artı-değerden bir payı ülkelerinin işçi sınıfına ayırırlar, böylece işçi sınıfını düzene bağlamanın önemli araçlarından birini yaşama geçirirler. Her ne kadar günümüzde klasik emperyalist ülkelerde “orta sınıflar” hızla erimekte ve yoksullaşmakta olsa da sömürülen ülkelerin emekçileri ile aralarında yaşam standartları açısından büyük bir fark doğar. Sömürülen ülkelerin kayıp emekçileri artı ürünün biriktiği bu merkezlere doğru sınırları aşarak varmaya çalışırlar.

İkinci bir mekanizma ise emek gücü pazarı olarak gözüküyor. Feodalizmden kapitalizme geçilirken sermayenin egemenliğinde yaratılan ulusal sınırlar serbest emek gücü pazarını oluşturuyordu. Şimdi ise emperyalizm aşamasında sermaye ulusal sınırları önemsizleştirerek dünyayı bir serbest emek gücü pazarı olarak yönlendiriyor.

Bunun yakından bildiğimiz en iyi örneği 1970’li yıllarda sanayide çalışmak üzere bizim gibi ülkelerden Almanya başta olmak üzere Avrupa’ya işçi akımıydı.

Şimdi ise Türkiye’de modern köleliğin bir uzantısı olarak kendi yakınlarını, çocuklarını bırakıp gelen Moldovalı, Azerbaycanlı, Gürcistanlı ev ve bakım emekçileri örnek olarak verilebilir.

Bu dünya çapındaki emek gücü pazarının özel bir bölmesi ise emperyalizmin kadro devşirme sistemi olarak gözüküyor.

Emperyalizm bir ülkeyi kıskacına aldıysa o ülkenin yetenekli gençleri, kalifiye kadro adayları ve gelecekteki yöneticileri için cazip hale getirmelidir kendini. Dilini eğitim dili olarak yerleştirme, burslar, iş olanakları ile yetişmesine emek vermediği gençleri ülkesine çeker. 

Bu mekanizma aynı zamanda ileride ülke siyasetine yön verebileceği işbirlikçileri yaratma mekanizmasıdır. Derviş’ten AKP’nin ekonomi bakanlarına kadar çoğu siyasi aynı tezgâhtan geçmiş görünüyor. Zamanında, Gülen tarikatının Türkçe Olimpiyatları bu işe hizmet ediyordu. Şimdi ise Türkiye sermayesinin Somali ve diğer Afrika ülkeleri ile olan ilişkisi benzer bir kurguya sahip. 

Bunların dışında çok önemli bir diğer mekanizmanın ise, emperyalist devletlerin bir ülkeye kendi çıkarları doğrultusunda yön vermek için yaptığı operasyonlar olduğunu söylemeliyiz. Bunların içinde destabilizasyon, askeri darbe, iç savaş kışkırtıcılığı, askeri işgal gibi teknikler sayılabilir.

Aşağıdaki grafik göçlerde bu tip emperyalist operasyonların etkisini çok iyi gösteriyor. 1980’lerden bu yana sürekli bir emperyalist operasyon altında olan Afganistan örneğin sürekli göç veriyor. 2000’lerin başında çok az göç veren Suriye’de ise 2011’de cihatçı çetelerin ülkeye yığılması ile başlayan kabusla birlikte milyonlarca insan ülke dışına çıkıyor.

Şekil 2:

2000’den 2016’ya kadar bazı ülkelerin verdiği göçler izleniyor. Listeye alınan ülkelerin bazıları doğal kaynakları, bazıları ise jeostratejik konunu nedeniyle Batı emperyalizminin operasyonlarına maruz kaldığı biliniyor. Suriye halkına kurulan emperyalist komplonun 2011’den sona nasıl dramatik şekilde göçmenliğe yol açtığı görülüyor.

Bu mekanizmalara çevre ve iklim sorunlarının eşitsiz dağıldığını, çevre sorunlarının emperyalizm tarafından ihraç edildiğini de kısaca ekleyelim. Giderek gıda güvenliği ve su yetersizliği nedeniyle göçlerin yaşanması olası gözüküyor.

Çok kısaca özetlediğimiz bu mekanizmalar göç olgusunun emperyalizm tarafından yaratıldığını ve yine kendi çıkarlarına kullanıldığını bize gösteriyor. Ancak kontrolden çıkınca ve kapitalizmin yapısal krizinin bir yansımasına dönüşünce çareyi daha önce önemsizleştirmeye çalıştıkları ulusal sınırlarına duvar örmekte buluyorlar. Dünyanın her yanı duvarlarla kaplanıyor. Sadece Avrupa Birliği’nde Berlin Duvarı’nın emekçilerin üstüne yıkılmasından bu yana bin kilometre duvar inşa edildiği biliniyor.

Bizse bu duvarları sermayenin iktidarı ile birlikte yıkmayı amaçlıyoruz.

Dünyanın emperyalizmin pençesinden kurtulması, toplumsal eşitliğin dünyanın her yerinde sağlanması tahmin edildiği kadar zor değil.

Bunun için yerel emekçilerin göçmen emekçilerle kaynaşması ve bu tarihsel hedefe kitlenmesi ilkesel açıdan çok önemli.
Bizim için göçmen sorunu bu siyasi ve örgütsel hedefe ulaşılıp ulaşılamaması sorunudur.