Coca-Cola ise 1991 yılında Sovyet düzeni yıkıldıktan sonra girmişti. Tecelliye bakın; Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında çıkış hazırlıklarına girişti.

Dünyayı barış olsun da gör

O gün gelsin, neşemiz tazelensin de gör
Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör
Seyreyle deli ozanı
Baştan başa sevda, baştan başa tutku
Dili baldan tatlı

Melih Cevdet Anday

Emperyalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada barış olmayacağını artık herkes anlamış olmalı. Tekeller dünyayı paylaşmak için savaşıyorlar ve arenaya, hedeflerindeki ülkelerin emekçilerini sürüyorlar. Onların çıkarları uğruna birbirimizi kırıyoruz. Yetemediğimiz durumlarda, savaşlarında kurban etmek üzere paralı katiller tutuyorlar.

Dinamitin mucidi Alfred Nobel adına kurulan Vakfın, barış ödülü verdiği bir dünyada yaşıyoruz. Vakfın medya ve web sayfası sponsorluğunu, silah üreticileri arasında ilk 18’inci sırada gelen ABD’li Honeywell şirketi yapıyor; parasını, Lockheed Martin ve Honeywell adlı silah şirketlerinin hisselerini pazarlayan bir borsa komisyoncusu işletiyor.

Ve bu Vakfın yöneticileri, iş ilişkisi kurdukları şirketlerin nelerle uğraştıklarının kendileri için bir önemi olmadığını, bu yüzden ilgilenmediklerini söyleyebiliyorlar.

Barış ödülü verilenler arasında iki sosyalizm yıkıcısı; Walesa ve Gorbaçov ile ABD başkanlarından Jimmy Carter adları dikkat çekiyor. 2010 yılı barış ödülü, George Bush’u Irak savaşındaki çabalarından ötürü takdir eden ve Demokrat Parti adayı John Kerry’yi ABD savaşlarını yeterince desteklemediği gerekçesiyle suçlayan Şiaoba’ya verildi.

Hiç şaşırmayalım, hakkını da verelim; Vakfın, emperyalizmin sürekliliğini ve güvenliğini sağlamak gibi önemli bir görevi var. Ve işini iyi yapıyor.

Nobel Vakfı, yüz yirmi yıldır barış ödülünün yanısıra, edebiyat; tıp; fizik, kimya ve 1950’lerde eklenen ekonomi alanlarında ödüller dağıtıyor. Kapsam alanı çok geniş ve ödüllerinin müthiş bir saygınlığı var.

Ödül verilenlerin hepsine haksızlık etmeyelim, bu doğru olmaz. Ancak çok büyük bir kesiminin anti-komünizm konusunda ortaklaştığından kuşku yok.

Ekonomi ödülü 1959 yılında Samuelson’a verildi. İktisat adlı kitabı 1965 yılında Türkçeye çevrilmişti. 1970’li yıllarda ODTÜ’de ders kitabı olarak okutuluyordu.

Samuelson, öğrencilerine sosyalizmi anlatırken, kaynakların herkese eşit dağıtıldığı bir sistem olduğunu söylüyor. Böylelikle üretim araçlarının toplumun mülkiyetinde olduğu gerçeğini gizleyip onları aldatıyor.

Kitabında sosyalizm ile kapitalizmin karşılaştırıldığı bir masal anlatılır. Kısaca özetleyim; Flandres bölgesinde iki kral varmış. Zip ülkesindeki adil; Zog ülkesindeki ise piyasacıymış. Adil olan kral, kıtlık dönemlerinde kente gelen besin maddelerini eşit dağıtırmış. Kıtlık uzadıkça insanlar krallarından memnun olarak açlıktan birer ikişer ölürlermiş. Zog ülkesindeki kral ise piyasacıymış. Tüccarlar bolluk zamanlarında besin maddelerini stoklar, kıtlıkta birkaç katı fiyatla satarlarmış. Parası olanlar alır, kalmayınca borçlanırlarmış. Kıtlık bittiğinde her şeylerini tüccara kaptırmış da olsalar sağ kaldıklarına şükrederlermiş. (12.8.2012 tarihinde sol haber portalında yayımlanan “Kapitalizm İnsan Doğasına aykırıdır” başlıklı yazımda Samuelson’un incilerine daha ayrıntılı yer vermiştim.)

Edebiyat ödülü 1982 yılında Marquez’e verildi. Saygın bir yeri vardır. Romanlarını okumamış olanlar bile, çok yerde alıntı yapıldığı için Kırmızı Pazartesi adlı romanında; “işleneceğini herkesin bildiği ama kayıtsız kaldığı bir cinayet öyküsü” anlatıldığını bilir.

Marquez’in 1955 yılında bir gazeteci olarak sosyalist ülkelere yaptığı geziyi anlattığı “Doğu Avrupa’da Yolculuk” adlı kitabını okursanız, başka bir özelliğini daha görürsünüz.

Sosyalist ülkeleri Demirperde olarak adlandıran kervana Marquez de katılmıştır. Anılarını, soğuk savaş söylemi tadında anlatır: Hiç bu kadar umutsuz insan görmediğini söyler. İnsanlar gölgelerinden korkmaktadır. Şu sözler de onundur; “sınıfların ortadan kalkması hayret verici bir şey. Herkes eşit, herkes aynı düzeyde, herkes eski püskü giysiler içinde, ayaklarında kalitesiz ayakkabılar var…” Polonya’da tanıştığı birine şunları söyletir; “Batılı komünistler bize çok büyük bir kötülük yaptılar. Burayı sanki cennet gibi gösterdiler. Yabancılar bu hayale dalıp geliyorlar. Gerçekleri anlamalarını sağlamak için bizim canımız çıkıyor.”

Şu sözler de Onundur; “…ufacık bürokratik sorunlarla ne yapacağını bilemeyen, ABD karşısında korkunç bir aşağılık kompleksine sahip, şaşkın, kararsız bir Sovyetler Birliği’yle karşılaşıyorduk…”

Kitapta ABD emperyalizminin simgesi sayılan Coca-Cola’ya bile şu sözlerle yer verilmiş; “SSCB: Tek bir Coca-Cola ilanı bulunmayan 22 milyon 400 bin km²

Faturası yalnızca Hitler’e kesildi, ama 2’nci Dünya savaşından emperyalist ülkelerin hepsi sorumlu. Sovyetler Birliği’ne saldırılmasında ellerinden geleni yaptılar. Yeni kurulmakta olan Sovyet sistemi büyük hasar gördü, üstelik 27 milyon vatandaşını yitirdi. Ve Marquez’in gezdiği yıllarda savaş biteli henüz 10 yıl olmuştu. Kitapta nedense bunlardan hiç söz edilmiyor.

Coca-Cola ise 1991 yılında Sovyet düzeni yıkıldıktan sonra girmişti. Tecelliye bakın; Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında çıkış hazırlıklarına girişti.