Birinci şahıs birkaç dakika sonra 'hallettim reis' diye rapor vermiş olmalı bir benzerine. Acaba beriki 'lan herif kürsüdeydi, nasıl hallettin öyle' demiş midir?

Cumartesi Değinileri - Kamu şakası mı?

Kamu spotlarına denk geliyor musunuz? Denk geldiğinizde kulak verip dinler misiniz?

Benim tahminim, denk geldiğinde ciddiye alıp dinleyenlerin çok çok küçük bir topluluk oluşturacakları yolundadır. Ben, ruh sağlığımı gözetmek adına özellikle korona virüs salgınıyla ilgili olanları hemen, neredeyse panik halinde, sanki birkaç saniye daha dinlemeye maruz kalırsam bir felaket olacakmış hissiyle, geçiyorum. Çocukların duymaması gereken şeyler gibi. Ayıp!

Ama yeterince hızlı kaçamamış olmalıyım ki, kulak vermediğim bu edepsizliğin temel hatlarını özetleyebilirim…

Bir: Salgın karşısında devlet ve ilgili kurumlar son derece başarılıdır, bunlara güvenilmelidir.

İki: Halk yeterince dikkatli değildir, hatta suçludur. Korunma sorumluluğu tek tek bireylerdedir ve salgın hâlâ sürüyorsa, bu tam da bireysel sorumlulukların savsaklanmasından kaynaklanmaktadır.

Üç: Devletin salgına karşı tavsiyeleri vardır. Önceleri mesafe ve hijyene odaklanan kamu tavsiyelerinde aşı artık öncelikli olmuştur. Devlete göre aşı olmakta yarar vardır…

Bunlar baştan aşağı yanlış ve bütün toplumla dalga geçercesine her gün tekrarlanıyor. Pek dinlenmediği için özel bir tahribat yaratmadığını düşünmek doğru olmaz. Çünkü yukarıdaki özet siyasi iktidarın pandemiye yaklaşımını doğru olarak yansıtmaktadır. 

Ha, bu arada bu saçmalıktan yararlananlar da olmuştur. Görüntülü spotlarda rol alan ve “AKP’nin devlet sanatçıları” sayabileceğimiz oyunculara, sahneler, salonlar toptan kapatılıp meslektaşları sürünmeye terk edilirken ne kadar para aktarıldığını bilmiyoruz… 

Baştan aşağı yanlış dedim ya. Bir: Ortada başarı değil kurumsal fiyasko vardır. İki: Bireylerin toplumsal bir sorun karşısında yapabilecekleri çok sınırlıdır ve işe gitmek, sosyalleşmek zorunda olmayan sınırlı örnekte bireysel önlemler hastalıktan korunmayı sağlasa da, salgının üstesinden gelmek açısından bunların katkısı sıfıra yakındır. Liberal ideolojinin basit adaptasyonu olan “Herkes korunursa toplum korunmuş olur” tezi çöptür. Son: Devlet bir tavsiye değil uygulama merciidir... 
Ama yobaz imamlar iktidarı uygulama deyince tehdit ve şiddetten başka bir şey anlamıyor. Ceza kesmeli, yasaklamalı, uymayanı tepelemeli… 

Yanlış anlaşılmasın; yasaklara karşı değilim. Aşı olmayarak toplumun bağışıklık geliştirmesini sabote etmek elbette yasaklanmalıdır. Yani örneğin Fransa’da aşı yaptırmadığı için binlerce sağlık çalışanının görevden çıkarılması, yasakçılık nedeniyle değil, gericiliğin boyutları yüzünden utandırıcıdır. 

Gerçekten aşıya mı odaklanmak istiyorsunuz? Bakın yine Fransa’da 150 yıl önce nasıl yapılmış:  

Bunlar “bizimkiler”… Bizimkilerin daha önce odaklanmışlığı var. Ta 1871’de, Fransız Cumhuriyeti Paris Komünü olarak çocuğunu aşı yaptıran her aileye üç gümüş frank vermişiz! Yanında hiç kuşkumuz olmasın, aşının toplumsal yaşam çerçevesinde nasıl bir sorumluluk anlamına geldiği bilgisini de bütün Parislilere vermişizdir... 

Gericilik öyle bir şey ki, şimdi bu fikri çalıp aşı olanı ödüllendirmeye kalksalar, işi sahte aşı kartı ticaretine dökerler! 

Sayıları az da olsa işi miting yapmaya kadar vardıran aşı karşıtlarının bir başka yönü var. “Geçen Cumartesi günkü mitinge neden, nasıl izin verilmiş olabilir?” sorusunun yanıtı, gericilerin can yoldaşlarına kıyamadıklarından hareketle verilmez. Yobazlarda bu tür insani duygulara hiç rastlanmamıştır. Kimseye ve hatta kardeşlerine bile acımazlar. Geçerli bir yanıt arıyorsak mutlaka bir çıkar ilişkisinden hareket etmeliyiz.

Aşı karşıtlığı, halk sağlığıyla herhangi bir alakası olmayan gerici iktidarın kamu spotlarının, yukarıda özet ikinci maddesini besleyen faktördür. Emeklilerin ve işçilerin bir bölümünün eksilmesinde ne sakınca var diyemeyecekleri için; bir süre sonra yılda iki defa parayla her vatandaşa satacağımız bir metamız, yerli aşımız oluyor, o zaman geldiğinde o kadar parayı vermeye razı olun diye aranızdan günde birkaç yüzünüzü ölmeye terk ediyoruz, diyemeyecekleri için; koskoca turizm sektörünü kurtarmak için şu kadarınız ölmüş fazla mı, diyemeyecekleri için… “cık cık, bakın şunlara aşıya karşı çıkıyorlar” diye parmakla gösterecekleri bir akıma ihtiyaçları var. Geçen hafta Maltepe’de yapılan aşı karşıtı meczup buluşması siyasi iktidar için gayet kullanışlıdır. İzin verildiyse ondandır…

***

O konuşmaya değer miydi?

Ertesi günse Kartal’da TKP’nin mitingi vardı. soL’da zaten haber oldu, bu kadar zaman sonra benim ekleyeceğim bir şey kalmadı. Mitingin kendisinden çok Orhan (Aydın) ağabeye yapılan saldırı medyada haber oldu. Bunca yıllık mücadelesi ve sanatıyla Orhan çok daha fazla kamuoyu gündemine girmeyi, sahip çıkılmayı ve sözü dinlenmeyi hak eder, ona kuşku yok. Yine Orhan ağabeyin övülmeye de ihtiyacı yok. Buraya bir not düşmeye ihtiyaç duyuyorsam, o saldırının başka bir şeyin vesilesi olmasından… 

Şunu gözünüzün önüne getirir misiniz?

Bir tarafta tuvalette arkası dönük kişiye, elindeki metal bir nesneyle kalleşçe vuran bir faşist var. Belli ki hazırlanmış, siperlikli bir başlık takmayı ihmal etmemiş; sportif yapılı olduğu kamera görüntülerinden de belli. Tuvalete giderken az sonra nereden koşup kaçacağını da hesaplamış olmalı. 

Diğer taraftakinin kuşkusuz canı yanmış, darbe alan yerlerinde küçük delikler açılmış, oralardan kanlar sızmış... Birkaç dakika sonra arkadaşları yüzünü siliyor, gömlek değiştiriliyor ve kürsüye çıkıp mücadelesine devam ediyor. Bu örnekte, “mücadelenin devamı” bir can dostunu, Ferhan Şensoy’u uğurlama görevi…

Bu iki resmi yan yana getirdiniz mi? Aynı anda mideniz bulanmış ve gözleriniz yaşarmış olmalı!

Birinci şahıs birkaç dakika sonra “hallettim reis” diye rapor vermiş olmalı bir benzerine. Acaba beriki “lan herif kürsüdeydi, nasıl hallettin öyle” demiş midir? 

Bilemeyiz, ama kesin olan şu ki, bunlar süzme salak. Bizim, iki elimiz kanda olsa kaldığımız yerden devam edeceğimizi öngöremeyecek kadar salaklar… Arkalarında erk görmediklerinde pısıp kalan bir geleneğin tetikçileri. Yine öyle olacak. Kürsüler kurulmaya devam edilecek. Alçaklar sandalyelerin altına saklanacak. 

Neredeyse bir hafta geçti bile. Yaralar iyileşmek üzeredir artık. Kürsülerse her gün bir başka semt evinde, işçi direnişinde, köyde kurulmaya devam ediyor. 

Orhan Kartal’da ne mi konuştu? Ne miydi o halde yine de kürsüye çıkmaya değecek olan sözler? Aynısı değil, ama aşağı yukarı bir fikir olsun diye göz atıverin: https://haber.sol.org.tr/yazar/haci-komunist-313105

Ne dersiniz, gömleği değiştirip çıkmaya değermiş değil mi?

***

Bir uğurlama hatırlatması

Eylül ne acayip bir ay! Şili darbesi, 12 Eylül darbesi, Barış günü tabii; TKP’nin kuruluşu, 10 Eylül’ümüz… Boş yok sanki! Tarık Akan da 16 Eylül’de ölmüş mesela. 

Uğurlama mı demiştik az önce?

Cüneyt (Cebenoyan) de Eylül’de doğmuştu! İki yıl önce ona bir uğurlama yazmıştım. Hayat devam ediyor ve ben aynı gün doğmuş olmaklığımızın hüznüyle o bu dünyadan çekip giderken “benden doğum günü kutlama fikrini çalıp götürdü” diye çiziktirdiğim sözleri geri almış bulunuyorum. Bu sözü tutamadığımı itiraf etmek durumundayım. Hayat devam ediyor ve bir kadeh de gidenlerimiz için kalkıyor… İyi ki doğdun Cüneyt…