'Çalışanla patronun, işçi sınıfıyla sermaye sınıfının, kamucuyla piyasanın, laikle dincinin arasında uzlaşma sermaye sınıfının egemen olduğu sınıflı toplumun istikrar ihtiyacına hizmet eder ancak.'

Arabuluculuğun perde arkası

Laik ve parasız eğitimi, sağlığı, akademiyi, kamu iktisadi teşebbüslerini, elektriği, doğalgazı, enerji ve madenleri, kısacası devletin ve toplumun olanları kötülerken, kötü yönetirken, kamu kaynaklarını kesip çürümeye terk ederken “devlet yönetemiyor, işletemiyor, yapamıyor özel iyi yapar” diyerek piyasaya, özelleştirmeye, neoliberalizme yaygın destek sağlama yoluna gittiler. Özeli teşvik edip merkezi ve yerel yönetimleri küreselleşmenin ikizi yaptılar. 

Kamunun tasfiyesi, özelin ve piyasanın büyütülerek güçlendirilmesi için gerekli hukuksal düzenlemeler konusunda da parlamentonun, yargının ve anayasal denetim organı Anayasa Mahkemesi'nin desteğini hep aldılar. 24 Ocak kararları ve 12 Eylül 1980 darbesiyle başlatılan süreç hız kesmeden AKP’ye devredildi ve 19 yıldır AKP elinde. 

Sermayenin üretim araçları ve güçleri üzerindeki sert denetimiyle sınırsız tahakkümünü, engelsiz sermaye birikimini ve sömürüyü sürekli kılan devlet ve hukuk uyumu düzenin istikrarı için sürdürüldü. 

Anayasal denetim düzenekleri içinde kolayca kırdıkları yürütme ve yasama denetiminin yanında yargı denetiminin de kırılması, sermayenin ve siyasi iktidarının yargısına “bağımsızlık” kılıfıyla sorunsuz geçilmesi gerekiyordu. ABD’ci deyişle özgürlükçü, söz ve karar sahipliğinin sermaye sınıfında olduğu yargı ve denetim gerekiyordu. Toplumsal denetimin kırılması gerekiyordu.

Zamana yayılarak, uygun koşullar yakalanarak birbirinden ayrı gibi gösterilip, birbirini bütünleyecek şekilde dört kulvar çalıştırıldı: 

(i)Anayasa, yasalar ve düzenleyici hukuk metinleri kamusallık ve emekçi halkın hak ve özgürlükleri devre dışı bırakılacak, sermaye sınıfının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenledi; sıkça değişiklik yapılarak hukukçuların dahi anlayıp yorumlamakta güçlük çekeceği şekilde karmaşık hale getirildi. Burada parlamento kulvarının yanına KHK, OHAL KHK’si ve CBK yan yolları eklendi. 

(ii)Anayasa ve yasalara göre karar vermesi gereken yargı -içinde anayasal denetim organı AYM, yargı yönetimi/denetiminin organı HSK, seçimlerin yönetimi/denetiminin organı YSK de olmak üzere- geleneksel konumundan koparılarak hukuksal, örgütsel, kadrosal ve usule yönelik el atmalarla değiştirildi, başkalaştırıldı. “Hukuk olduğu gibi elimizde, yargı da bu hukuka göre karar verecek zaten” gevşekliğine düşülmedi.

(iii)(i) ve (ii)’ye karşın hem hukukun hem de yargının devre dışı bırakılacağı, tam anlamıyla sermaye sınıfı adına özgürlüğün çalıştırılacağı, zaten sınıfsal olan hukuk ve yargının olası denetimiyle ortaya çıkacak sınırlamaların ortadan kaldırılacağı, eşitsizlik üzerinden pazarlıkların yapılacağı kurumsal düzenlemelere ihtiyaç duyuldu; tahkim (1999 Anayasa değişikliğiyle) ve arabuluculuk getirildi, patron ve işçi arasındaki arabuluculuğun zorunlu olması da ihmal edilmedi. Şimdi yeni arabuluculuk alanları üzerinde çalışılıyor. 

(iv)Tüm bunlar “laik hukuk devleti” içinde pozitif hukukla yapılırken, siyasetin içine sokulan dinsel davranış kurallarının devletin ve hukukun içine yerleştirilmesi özenle gerçekleştirildi. Laikliğin, olağan akış yatağından çıkarılarak yok edilmesinin devlet ve hukuk üzerindeki etkisinden daha ağırı toplumsal ve ekonomik ilişkiler üzerine yüklendi. Ki, her ne kadar arabuluculuk şimdilik avukatlarla yürütülse de, dinin savunma alanındaki etkilerine dikkat edildiğinde arabuluculuk görüşmelerinde dinselliğin önemi yadsınamaz. Bu emareler arabuluculuğun eşya, evlilik, aile, borç-alacak ilişkilerine yansıdığında bu (iv.) kulvarın ağırlığı artacak, içine din insanlarının yerleştirilmesi de şaşırtıcı olmayacak. Avukat, hak ve adalet aramada savunmanlık yaparken, arabulucu haksızlık yapanla hakkı yenen, ezen ve ezilen arasında uzlaşmacılığa oturacak. Avukat hukuku hak mücadelesi yaparken, arabulucu “tanrının adaleti”ne ve “sermayenin egemenliği”ne de sığınarak hukuku çiğnemekten kaçınmayacak.                          

Arabuluculuğun hukuk devletinin içine hukuk kurallarıyla dallanıp budaklanarak girmesi, sınıfsal uzlaşmazlar arasında uzlaşma ve uyumluluk sağlama amacını işaret ediyor.

Çalışanla patronun, işçi sınıfıyla sermaye sınıfının, kamucuyla piyasanın, laikle dincinin arasında uzlaşma sermaye sınıfının egemen olduğu sınıflı toplumun istikrar ihtiyacına hizmet eder ancak. Bu da töre, adet ve dinselliğin kimi ağalara ve ailelere, tarikatlara ve cemaatlere, ulemaya verdiği gücün hukuk kılıfına büründürülmesi anlamına gelir. Daha fazla sömürüye, daha fazla sömürülmeye hizmet eder. 

Sermaye sınıfı işçi sınıfı üzerindeki egemenliğini sürdürmek ve sağlamlaştırmak için, uyumlaştırma için devlet ve hukuk dahil her yolu dener. Hukuksuzluktan ve yargının tasfiyesinden piyasaya geçişin araçları da hep bulunur. Zorunlu arabuluculuk örneğinde patronun baskısının arabulucunun huzurunda da sürdüğü, işçinin hakları budanırken hak arama özgürlüğünün de elinden alındığı pratikte görüldü. 

“Adil, ekonomik ve hızlı çözüm yolu”yla uzlaşma diyerek sermayeye teslim olmanın rızasını istiyorlar. Arabuluculuğa iş dünyasından olumlu görüşler gelmesiyle övünüyorlar. Yaptıkları piyasa içinde çözüm arayan kapitalizmden başka bir şey değil. Düzen sendikalarına da arabuluculuk yaptırıyorlar; baroları, mühendis-mimar odalarını, tabip odalarını arabuluculuğa zorluyorlar. Düzen içi siyasi partiler arabuluculuğu genelleştirme işlevine soyunuyor. Adaletsiz seçim sistemiyle seçime gitmek, piyasacı ve gerici düzene karşı mücadelesizlik, laikliğin yok edilmesine sessiz kalmak uzlaşmacılığı ve sömürü düzenini meşrulaştırıyor. 

Doğayı ve insanları katledenlerle, eşitsizliği ve adaletsizliği yaratanlarla, emperyalistlerle uzlaşma isteniyor. Kul hakkı diye diye uzlaşma isteniyor. İnsan insanı sömürsün ama sömürülenler sömürenlerle uzlaşma yapsın deniyor.  

Uzlaşma sınıfsal mücadelenin düşmanı. Uzlaşma yollarının tıkanması için sosyalizm mücadelesinin örgütlü gücü kaçınılmaz.