'Eski ya da yeni düzende adı kapitalizm oldukça zenginliğin tek kaynağı vardır: Emekçilerin sömürüsü, teknik tabiri ile artı değer sömürüsü.'

'Adil ve demokratik yeni dünya düzeni' mi?

Ukrayna savaşı bize bir kez daha Batı emperyalizmine bağlı medyanın nasıl bir yalan makinesi olduğunu gösterdi. Türkiye’de de ana akım medya yalana, yalan söylemek için üretilmiş kurgulara dayanarak yayın yapıyor. Bu kadar çok gazetecinin bunlara inandığını düşünmek doğru değil, patronlarının emrinde olmak bu çürümüş ve sahte dünyayı bir şekilde sindirmeye yol açıyor gözüküyor.

Bir de bu akıma kapılmayan, ancak uluslar arasındaki güncel rekabetin diğer tarafında yer alan az sayıda gazeteci ve yazar var. Bunların başlıcalarından olan ve Cumhuriyet’teki köşesinden bir süredir “Adil ve demokratik yeni dünya düzeni” tanımlaması yapan Mehmet Ali Güller’in görüşlerine göz atacağız.

“Yeni dünya düzeni” lafı ilk kez 1990’da Körfez Savaşı esnasında ABD Başkanı G.W. Bush tarafından ifade edilmişti. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra ABD’nin dünya hâkimiyetinin devam edeceğini ama emperyalizm içi rekabetin artacağını söylüyordu.

Pandemi esnasında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ve “yeni bir dünya düzeni” kurulacağı da söylendi. Ancak bunun emekçi sınıfların daha fazla yoksullaşması, sermayenin ise yeni fırsatlar elde etmesi anlamına geldiği kısa sürede anlaşıldı.

Mehmet Ali Güller ise uzun süredir, ABD hegemonyasının görece zayıfladığını ve onun karşısına çıkan AB, Çin, Rusya ve Hindistan ile dengelendiğini söylüyor. ABD hegemonyasının başlıca araçlarından olan dolar egemenliğinin sarsılma olasılığından bahsediyor, ABD’nin Pasifik’te başlıca bir güç olan Hindistan’ı Çin’e karşı yanına çekemediğini ekliyor. 

Buna benzer saptamaların bu köşede de yapıldığını biliyorsunuz. Bir yanıyla gerçeği yansıtıyor.

Ancak sorun şu, Mehmet Ali Güller bu artmış rekabetten “adil ve demokratik bir dünya düzeni” bekliyor. Özellikle Çin ve Rusya Devlet Başkanlarının 4 Şubat 2022’de yaptıkları ortak deklarasyona dayanıyor ve ABD’nin ve NATO’nun yarattığı baskıcı ve kirli dünyanın hafifleyeceğini müjdeliyor. Türkiye sermayesine ise böyle çok kutuplu bir dünyada yer almak üzere davranmasını öğütlüyor.

Burada bir kez daha sınıf mücadelelerine dayanan tarih anlayışından ve emperyalizm teorisinden yoksunluğun dönüp dolaşıp liberalizme çıktığını görüyoruz.

Çin ve Rusya’daki milyarderler bu zenginliği nasıl elde ettiler? Tesadüfen yolda düşürülmüş bir para mı buldular?

Oysa eski ya da yeni düzende adı kapitalizm oldukça zenginliğin tek kaynağı vardır: Emekçilerin sömürüsü, teknik tabiri ile artı değer sömürüsü.

ABD ve müttefiklerinin haydutluğu, bulaştıkları onca kan ve kire rağmen, Çin ve Rusya’nın şöyle ya da böyle yanlarına alacakları ABD ile bağı zayıflamış devletlerle birlikte daha adil bir dünya vaat ettiği düşünülmemelidir.

Aksine içinde bulunduğumuz durum emperyalist paylaşım savaşını andırıyor ve tekelci sermayenin tüm uluslardan emekçi sınıflara karşı açtığı savaş anlamına geliyor.

Buradan ne çıkar diye olasılıklara bakalım:

Bir kere eğer topyekûn bir savaşa dönüşürse bu rekabet, Çin ve Rusya’nın galip geleceğinin bir garantisi yok. ABD’nin asıl amacının Çin’deki sermaye birikimini değersizleştirmek olduğunu biliyoruz. Bunu başarma ihtimalini yok saymak doğru değil. Ne de olsa en azından kâğıt üstünde ABD hâlâ dünyanın en güçlü ordusuna sahip.

Ayrıca bu rekabetin bütün dünya halklarının büyük bir felaketiyle sonlanması ve “düzenin” toptan ortadan kalkması da mümkün. Ya sosyalizm ya barbarlık denen mesele.

Dünya tarihinin, sömürülen sınıfların ayağa kalkıp kendi düzenlerini kuracak becerikliliği gösteremediği durumda, meta, para ve ticaret ekonomisinden feodal bir düzene salınım yaptığını gözlüyoruz. Dolayısıyla olasılıklardan biri “adil ve demokratik bir yeni dünya düzeni” değil, kentlerin yok olduğu, nüfusun azaldığı ve beylerin zorbalığı altında toprağa bağlı yerel üretimin başat hale geldiği bir feodal gericiliğe geri dönülmesidir.

Ama Mehmet Ali Güller’in aklına gelmeyen başka bir olasılık daha var:

İşçi sınıfının insanlığa çürüme, savaş ve sömürüden başka bir şey vaat etmeyen bu düzene karşı ayaklanması ve sosyalist bir devrim dalgasının yükselmesi.

Bugün her ulus sosyalizmi hak ediyor.

Ama sosyalist devrimler dalgasının ABD’nin Türkiye’yi de kapsayacak şekilde hegemonya alanından başlayacağını düşünebiliriz. Bunun bir nedeni, örneğin, Rusya’da işçi sınıfının tarihte ikinci kez dünya tarihini değiştirecek bir hamle yapmasının daha zor olması. Burjuva devrimlerini yapan ama bir işçi devrimine tanıklık edilmeyen ülkelerde öncü siyasetlerin şansı daha fazla. Rusya ve Çin’de milliyetçi ideoloji işçi sınıfını düzene bağlarken, Batı emperyalizminin hegemonyasındaki ülkelerin erimekte olan “orta sınıflarını” ve giderek yoksullaşan işçi sınıfının o koca gövdesini ideolojik açıdan düzene bağlamak zorlaşıyor.

Demokrasiden insanın insanı sömürmesini meşrulaştıran bir rejimi değil de emekçi sınıfların yönetime katılmasını ve adil bir düzenden daha az sömürülmeyi değil (gerçi daha azın da bir garantisi yok), sömürünün sonlandırılmasını anlıyorsak bu ancak sosyalizmle mümkün olacak, emperyalist rekabetle değil.