O öğrenciler, o öğretmenler bugün de gelecek. Bu cendereyi dağıtıp kaçacak. Kel Mahmut ile buluşacak repliklerini yeniden söyleyecekler: 'Aaa Mahmut Hoca! Sen de mi kaçtın?'

Aaa! Mahmut Hoca…

11 Ocak’ta Öğretmenlik Meslek Kanunu Teklifi,  TBMM’nin Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda kabul edildi. Bu kanun teklifine göre öğretmenlik mesleği, aday öğretmenlik döneminden sonra "öğretmen", "uzman öğretmen" ve başöğretmen" olmak üzere üç kariyer basamağına ayrılacak. Yani bundan sonra öğretmenlik de kariyer temelli bir meslek haline gelecek. 

Metnin içeriğinde ayrıca, kariyer basamakları nitelik ve yeterliliklerinin nasıl belirleneceği,  basamaklara denk düşen ünvanların nasıl derecelendirileceği ve eğitim öğretim tazminatlarının nasıl düzenleneceğine ilişkin içerik de var.

Öğretmenlik mesleği açısından temel belirleyiciliği olan bu metin, Ocak başında TBMM’e başkanlığına sunulmuştu, 14 günde komisyondan geçti ve yasalaşma sürecinde iki aşamayı tamamlamış oldu. Şimdi sırada, mecliste incelenme oylanma, onaylanma ve yasalaşma aşaması var. TBMM’nin mevcut (ve olursa gelecek muhteme) bileşenleri açısından düşünüldüğünde geriye kalan süreci de kazasız belasız atlatır gibi görünüyor. Bu durumda 2023 başında dört başı mamur bir meslek kanunu vatanın milletin ve dahi cumhurun hizmetine girecek.

Eğitim emekçilerinin ve öğretmenlerin sendikal örgütlenmeleri, metnin içeriğinin tam boy karşısındalar ve kanun teklifinin geri çekilmesine dönük eylemlerini sürdürüyorlar. Diyorlar ki, 
bu kanun teklifi, öğretmenlik mesleğinin içinde bulunduğu niteliksizleştirme, güvencesizlik, yoksullaşma, örgütsüzleşme, gericileşme ve itibarsızlaşma sorunlarının hiçbirine çözüm olmayacak. Dahası daha da derinleştirecek.

Geçtiğimiz hafta Rıfat Okçabol Hoca yazdı, bu teklif, “öğretmenlik mesleğinin sorunlarını gidermeyi ve iyi öğretmen yetiştirmeyi hedefleyen” bir teklif değil. AKP’nin gerici ve kinci politikalarının bir örneği olarak 2004 yılında başladığı işi tamamlamaya niyetlendiği, öğretmenlik mesleğini, öğrenci odaklı olmaktan “kariyer” odaklı olmaya götüren, kamusal eğitim ve öğretimin karşısına piyasalaşmış ve özelleşmiş bir sistemi çıkaran bir adımdır.

Ben eğitimci çocuğuyum, babam öğretmenlerin öğretmenidir. Eğitimin bir cumhuriyet için önemini, öğretmenlerin bir toplum için değerini yaşamın her alanında görerek anlayarak büyüdüm. Öğretmen yetiştirmenin, o ülkenin aklını ve geleceğini kurması demek olduğunu öğrendim.

Bugün karşımıza dikilen ise piyasaya çıkarılmış, bilimden, aydınlanmadan, kültürden hatta akıldan uzaklaşmış bir eğitim sistemi ile, bu sistemde kariyer ve performans kaygısı ile birbirleriyle rekabet ederek hizmet vermeleri beklenen geleceksiz, umutsuz diplomalılardır.

Kanımca durumun vahim kısmı, bu tablonun genel geçer bir seçim taktiği değil, son yirmi yılda adım adım, ilmek ilmek örülen bir sürecin eseri olmasıdır.

Ülkede, 12 Eylül karanlığının eğitim enstitülerinin üzerine yığılmasının ve öğretmen yetiştirmenin YÖK’e emanet edilmesinin ardından, 2000’li yılların başında gittikçe derinleşen bir piyasalaşma ve gericileşme yola koyuldu.

AKP iktidarları önce usulca şu “kariyer basamakları”nı devreye soktu. 2004 yılında Temel Eğitim Kanununun 43. Maddesinde bir değişiklikle öğretmenler için yeni bir düzenleme getirilerek, “kariyer basamakları” adıyla, meslekte ilerleme uygulamasına geçildi. 

Öğretmenlik mesleğinde yükselme esaslarını düzenleyen bu sürece göre: “Öğretmenlik, adaylık döneminden sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer basamağına ayrılır” deniyordu. Bu düzenlemenin temel gerekçesi, performans temelli rekabete dayanan bir idari sistemin öğretmenlik mesleği için gerekli görülmesiydi.  Yükselmelerin, merkezi olarak düzenlenen sınavlardan alınan puanlarla belirlenmesi ve ücret artışını da beraberinde getirmesi öngörülmekteydi. Bundan on sekiz yıl önce…

Sonra, 2011’de bednam Ömer Dinçer bakanlığıyla birlikte eğitim sektörü için dönüşüm yılı müjdesi verildi.  Ekim 2011’de Bakan Dinçer’in açılış konuşmasını yaptığı bir çalıştayda gündem “Türkiye’de öğretmenlerin kalitesi” olarak belirlenmişti. Bu çalıştayla birlikte MEB, öğretmenlerin yeterliliklerini belirlemeye dönük bir çalışma başlattı.

İşte bundan on bir yıl önce başlatılan öğretmenlere dönük bu strateji geliştirme sürecinde, “mesleğe ilişkin istihdam piyasa ihtiyaçlarının ihmal edildiği” saptaması ile işe başlanmaktaydı. 

2012’de Ulusal Öğretmen Stratejisi (UÖS) diye bir metin ortaya çıktı. Bu metnin dilinde, öğrenciler: “stratejik insan kaynağı”, okul müdürleri: “stratejik değişim liderleri”, veliler: “stratejik paydaşlar”, en nihayet öğretmenler ise “stratejik öğretim liderleri” olarak tanımlanmaktaydı. Özel sektörde beyaz yakalılık deneyimi olanlara çok tanıdık gelecektir bu dil.

Böylece, öğretmenlik mesleğinin “kalite” normlarının piyasa gerekleri uyarınca belirleneceği ilan edilmiş oluyordu.

Öğretmenlerin yetiştirilmesi ve mesleki gelişimine ilişkin bu süreçlerin paralelinde yürütülen, diğer çalışma rejimi alanlarına da kısaca bakalım isterseniz. Örneğin eğitim sektöründeki istihdam stratejileri. 

Yine ta en başından adım adım başladı, esnekleşme, piyasalaşma ve güvencesizleştirme saldırıları. AKP hükümetleri ilk yıllarında, devletin küçültülmesi niyetiyle “kamu reformu” süreçleriyle uyumlu olarak eğitim sektöründe istihdamın “esnekleştirilmesi” uygulamaları başlattı.

2005 yılında MEB, “Kısmi zamanlı geçici öğreticilik” konulu bir genelge ile “geçici personel istihdamı” konusunda bir adım attı ve Bakanlığın gereksinimlerini karşılayacak biçimde yılda on aya kadar tanımlanmış sınırlı dönemlerde öğretmen istihdam edilebilmesinin önünü açtı. 

2005 yılındaki kararın ardından 2006 yılında bir yasal düzenlemeyle desteklenen bu süreç, MEB bünyesinde öğretmen istihdamında geçici ve/veya sözleşmeli çalışmanın yaygınlaştırılmasını hedefliyordu. Ancak bu uygulama, iki yıl üst üste, Danıştay 12.Dairesi kararıyla durduruldu. 

Bunun üzerine AKP, öğretmen istihdamında esnekleşme yönündeki bu uygulamada strateji değişikliğine giderek geçici sözleşme ile öğretmen çalıştırmak yerine, “ücretli ders karşılığı görevlendirme” ile “ücretli öğretmenlik” olarak bildiğimiz uygulamaya geçti. 

Dedim ya, süreç uzun ve karanlık. Üstelik daha özel okulları ve oradaki eğitim emekçilerinin güvencesizliğini, örgütsüzlüğünü ve geleceksizliğini eklemedik listeye. Bugün gündemde olan kanun teklifinde bu öğretmenlerin adı bile geçmiyor. Öğretmenlik mesleğinin neresinde hangi biçimde, hangi statüde yer alacakları, geleceklerinin nasıl belirleneceği belli değil.

Öğretmenlerimizin birikimi yok sayılıyor, bugünlerine göz dikiliyor, gelecekleri karartılıyor. Göz mü yumacağız?

Ne münasebet?!

Nasıldı o unutulmaz replik? Ne cevap vermişti Kel Mahmut, “bu okulda son kararı ben veririm” diyen özel okul müdürüne?

-Çocukların hayatları ile ilgili kararları da ben veririm.

-Siz ileri gidiyorsunuz. Ben tüccar değilim. Eğitimciyim…

1974 yılında Ertem Eğilmez’in yönetmenliği, Umur Bugay’ın senaryosunda, Rıfat Ilgaz’ın Mahmut Hoca’sının sıkışan kalbini, hastane penceresinin önünde onu selamlayan yüzlerce “gelecekti öğrencileri” rahatlatmıştı.

O öğrenciler, o öğretmenler bugün de gelecek. Bu cendereyi dağıtıp kaçacak. Kel Mahmut ile buluşacak ve yineleyecekler replikleri:

Aaa Mahmut Hoca! Sen de mi kaçtın? 

Yazı sonu notu: 

Bu yazı vesile olsun, önerim, bir vakit yaratıp:

İçinizi ısıtsın, yüzünüzü güldürsün diye Münir Özkul’lu Tarık Akan’lı, Kemal Sunal’lı, Halit Akçatepe’li Hababam Sınıfı’nı izlemeniz.

Sonra da nam- diğer Stepne, Rıfat Ilgaz Usta’nın 1957 tarihli Hababam Sınıfı romanını okumanızdır.