İstanbul Sözleşmesi kararına yanıt: Artık yeter, haksızlıklara hukuksuzluklara seyirci kalmayacağız

İstanbul Sözleşmesi'nin imzalanmasından feshedilmesine kadarki süreci Kadın Dayanışma Komiteleri ve Komünist Kadınlar’dan Gülperi Putgül Köybaşı ve Serap Emir ile konuştuk.

Haber Merkezi

AKP 20 Mart gecesi bir Cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı. Kadınlar hemen ertesi gün ülkenin pek çok kentinde sokağa çıkarak bu karara itiraz etti. Pek çok hukukçu usulen bu feshin geçersiz olduğunu söyledi. Ancak AKP yine bildiğini okudu, karardan geri adım atmadı. Kadın örgütleri, platformlar, dernekler kararın iptali için Danıştay’a başvurdular; sözleşme yürürlükten kalkmadan yürütmeyi durdurma kararı verilmesini istediler. Sözleşmenin yürürlükten kalkacağı 1 Temmuz’dan iki gün önce Danıştay kararını verdi, yürütmenin durdurulması taleplerini reddetti. Yürütmenin durdurulması talebini reddetme gerekçeleri gösteriyor ki nihai kararda da açılan iptal davaları reddedilecek. Sözleşmenin imzalanmasından feshedilmesine kadarki süreci Kadın Dayanışma Komiteleri ve Komünist Kadınlar’dan Gülperi Putgül Köybaşı ve Serap Emir ile konuştuk.

'Önemli ve kesinlikle geri adım atılmaması gereken bir kazanım'

Merhaba, öncelikle İstanbul Sözleşmesi neden bu kadar önemliydi kadınlar için?

Gülperi: 2011 yılında İstanbul'da imzaya açıldığı için bu isimle anılan sözleşmenin asıl adı Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi. Her ne kadar kadına yönelik şiddet sözleşmelerle çözüme kavuşması mümkün olmayan, var olan sistemin ürettiği ve koşullar aynı kaldığı sürece yeniden üreteceği bir sorun olsa da sözleşmeye taraf olan devletlere kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli sorumluluklar yüklüyor. Bu nedenle bize göre kadınların mücadelesinde önemli ve e kesinlikle geri adım atılmaması gereken bir kazanım. Hele ki her gün en az bir kadının katledildiği, binlercesinin şiddete maruz kaldığı bizimki gibi bir ülkede! 

'En çok emekçi kadınlar için bir güvenceydi'

Serap: Ben de şunu eklemek isterim; İstanbul Sözleşmesi en çok da uğradığı şiddete karşı devlete başvurmaktan başka çaresi olmayan, maddi imkanları kısıtlı olan emekçi kadınlar için bir güvenceydi. Şiddete uğradığında kendine yeni bir hayat kurabilecek olan az sayıda  kadın var bugün Türkiye’de. Oysa kadınların büyük çoğunluğu işsizlikle, yoksullukla, hayat pahalılığı ile boğuşuyor. İşte bu yüzden en çok emekçi kadınlar için büyük anlam ifade ediyordu İstanbul Sözleşmesi. Kısaca emekçi kadınlar yaşadıkları türlü sıkıntılar ve çözümsüzlükler içinde can güvenlikleri konusunda da önemli bir güvenceden yoksun bırakılmaya çalışılıyor.

'En başından beri kağıt üzerinde kalacak bir kılıf olarak planlandı'

Peki AKP madem feshedecekti, 2011’de neden imzaladı bu sözleşmeyi?

Gülperi: Evet, İstanbul Sözleşmesi 2011 yılında bizzat AKP tarafından imzalandı. Ancak AKP'yi bu sözleşmeyi imzalamaya götüren şey başından beri kadınların çıkarları değil, kendi iktidarının uluslararası ve ulusal çıkarlarıydı. Söz konusu dönem  Türkiye'de kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin gerici politikaların etkisi ile giderek arttığı bir dönem iken halihazırda Türkiye’de kadın mücadelesinin bu konuda bir birikimi ve büyüttüğü bir etkisi vardı. 

Bu sürecin tetikleyicisi AİHM'ne taşınan Nahide Opuz davası oldu. Eşi tarafından defalarca şiddete ve hatta bıçaklı saldırı, araçla ezme gibi canına kasteden girişimlere maruz kalan Nahide Opuz'un şikayetleri ve korunma talepleri yanıtsız kalmış, şiddeti uygulayan kişi her defasında ya kanıt yetersizliğinden bırakılmış ya da para cezası ile kurulmuştu. Eşinin şiddetinden çocuklarını ve annesini de alıp kaçan Nahide Opuz’u bulan eşi ise Nahide Opuz’un annesini silahla vurarak öldürdü. Davaya dahil olan AİHM'nin, Nahide Opuz kararında “aile içi şiddetin esas olarak kadınları etkilediğine ve Türkiye’deki genel ve ayrımcı adli pasifliğin, aile içi şiddeti teşvik eden bir atmosfer yarattığını” ifade etti. Türkiye Cumhuriyeti'ne 36 bin 500 Euro para cezası verildi, bu AKP için ciddi prestij kaybı idi. İstanbul Sözleşmesi kaybedilen bu prestijin tazelenmesi için önemli bir fırsat sunuyordu. Zaten imzadan sonraki süreçte atılan adım ve uygulamalar, sözleşmenin imzalanmasının en başından beri kağıt üzerinde kalacak bir kılıf olarak planlandığının kanıtlarını fazlasıyla sunuyor. 

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri meşhur; hatta pek çok insan artık ülkenin kararnamelerle yönetildiğini düşünüyordu ki 20 Mart gecesi karşımıza bir de Cumhurbaşkanı Kararı çıktı. AKP’nin sözleşmeden çıkarken bu pek başvurulmayan idari işlemi kullanması, biraz da yangından mal kaçırmak değil miydi?

Gülperi: Hepimiz biliyoruz ki AKP'nin iktidar olduğu bir Türkiye'de bu tutum bir ilk değil, son da olmayacak. Haksız, hukuksuz, yetkilerin alt üst edildiği kararlar ile yönetiyorlar ülkeyi. İstedikleri her şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar, halkı yok sayıyorlar, bugüne dek büyük mücadelelerle kazanılmış olan ne varsa ezip geçiyorlar. Ancak burada olan basit bir güç gösterisi değil, buna mecbur da kalıyorlar çünkü korkuyorlar. Kendi halkından ödü kopan bir iktidar var bugün. Öte yandan mesele sadece hak hukuk ve bir gecede alınan kararlar meselesi değil. Kadın Dayanışma Komiteleri olarak hazırlamış olduğumuz ve yaygın olarak dağıtmaya başladığımız bildiride de söylediğimiz bir şey var: AKP 2011’de imzaladığı bu sözleşmeye karşı aslında yıllardır sistematik bir çalışma yürütüyor. Sözleşmenin kadını koruyan hükümlerinin aile kurumunu ortadan kaldırmayı amaçladığını açıkça dile getiriyorlar. Aileyi korumak derken kastettikleri ise kadının şiddet de görse, ölümle de tehdit edilse sesini çıkarmaması! Kadın-erkek eşitliğinin fıtrata ters olduğu, olsa olsa birbirlerini tamamlayabilecekleri, , sorunların aile içinde çözülebileceği söylemleri de buraya dayanmıyor mu sonuçta? Yandaş kadın örgütleri ve medya kurumları aracılığıyla bu söylemlerini yayıyorlar; bir yandan şiddeti meşrulaştırırken öte yandan kadınların kazanımlarına saldırıyorlar. Tahrik indirimleriyle, öldürüldüğünde bile kadının tavrını, giyimini, yaşam tarzını sorgulayan yargı süreçleri ile kadın düşmanlığını dört koldan besliyorlar.

'AKP’nin pandemiye sığınarak ülke genelinde yarattığı sessizlik ortamını kadınlar bozdu'

Sözleşmenin feshedilmesi kararının hemen ertesinde, içinde Kadın Dayanışma Komiteleri’nin ve Komünist Kadınlar’ın da olduğu pek çok kadın örgütü sokağa çıkıp karara itiraz etti. Sizce bu itirazların önemi neydi?

Serap: Bu itirazların en önemli yanı bana kalırsa, yaklaşık iki yıldır AKP’nin pandemiye sığınarak ülke genelinde yarattığı sessizlik ortamını kadınların bozmasıydı. Kendi kongreleri dışında her toplanmayı, her etkinliği, her siyasi çalışma ve bildiri dağıtımını yasaklayan AKP adeta işten eve, evden işe gitmek dışında sokağı kullanmayan, sosyalleşemeyen bir toplum yaratmaya çalıştı tüm bu süreçte. Sahiden de işten çıkarılan, haklarını alamayan işçilerin direnişleri dışında kayda değer bir toplumsalhareketlilik yaşamadık, ta ki, 21 Mart sabahına kadar. Kararın alındığı gecenin sabahında Türkiye’nin pek çok kentinde kadın örgütleri yan yana gelip sokağa çıktılar, basın açıklamalarıyla, slogan ve dövizleriyle sözlerini söylediler. Kadın Dayanışma Komiteleri ve Komünist Kadınlar olarak biz de meydanlardaydık;“AKP Türkiyesi”ne sığmayacağımızı haykırdık. Bu eylemlerde Kadın Dayanışma Komiteleri ile tanışan ya da ilk eylemine Kadın Dayanışma Komiteleri bayraklarıyla katılan kadınlar oldu; dayanışmanın bir parçası olmak, mücadeleye katılmak, örgütlenmek istediler. AKP kadınları korkutacağını, sindireceğini sandı ama biz daha da güçlenerek çıktık o eylemlerden. 

"Karar öyle alınmaz böyle alınır” deme cüreti var

Sonrasında Kadın Dayanışma Komiteleri bu “Ben yaptım oldu”cu kararın karşısına eşit ve özgür bir ülke için ‘Kadınların Kararları’ ile çıktı. Ne anlama geliyor bu ve neler yazıyor kadınların kararlarında?

Serap: Bu ismi özellikle seçtik, Kadınların Kararları ismini. Burada bizi sözleşmenin sağladığı yasal haklardan eden Cumhurbaşkanı kararına ilk elden bir meydan okuma var; “karar öyle alınmaz böyle alınır” deme cüreti var. Kararların içeriğiyle birlikte düşünüldüğünde ise kadınları şiddetten koruyan bir sözleşmeden korkanların karşısına, şiddetin tümden ortadan kaldırılacağı bir toplumsal düzenin çerçevesiyle çıktık. Aslında bizi sözleşmeyle korkutamayacaklarını, çünkü bizim istediğimizin sözleşmeden çok daha fazlası olduğunu söylemiş olduk. Bu konuda ne kadar ciddi olduğumuz kararlarımızı inceleyen herkes görebilir. Ailede ebeveynlerin eşit sorumluluğundan toplumsal yaşamın kadınlar yararına nasıl düzenleneceğine, işyerlerinde ve mahallelerde kreş açma zorunluluklarından kadına şiddet davalarında indirim uygulayan tüm yargıçların nefret suçu kapsamında yargılanmasına kadar çok ayrıntılı düzenlemeler var kararlarda. Kadınların o kadar derdi var ki bu düzende eminim bunca ayrıntıya rağmen mutlaka eksik kalan noktalar da olmuştur. Mesela en çarpıcı maddelerden biri sığınma evleri meselesine ilişkin kararımız bence. Biliyorsunuz şiddet gören pek çok kadın, şiddetten korunmak için sığınma evlerine yerleştiriliyor ve kimliklerini gizleyerek yaşamak zorunda kalıyor, adeta yaşamdan tecrit ediliyor. Sığınma evi tabiri bile kadının mağduriyeti temel veri alıyor.  Biz kararlarımızda dedik ki, “Neden hem şiddet gören hem de yaşamdan soyutlanıp cezalandırılan biz olalım? Şiddet uygulayanlar cezalandırılsın, tecrit edilsin. Şiddete uğrayan kadınların yaralarını da ilgili uzmanların desteği ve toplumsal bir dayanışma ile her beraber saralım” dedik. Gerçekten bir kadın sığınma evinin kapısından girerken mi kendini daha güçlü hisseder, dayanışma evinin mi? Sadece burdan bakınca bile çok haklı, çok gerçek bir madde bu. Daha bunun gibi kadınların gerçekliğine dokunan çok madde var bu kararlarda, çünkü bu kararların hepsini kadınlar bir buçuk ay boyunca oturdu tartıştı. Bu tartışmalar sonucu metne yeni maddeler, yeni başlıklar eklendi, kimi maddeler değiştirildi. En sonunda Türkiye çapında o zaman için 65 tane olan Kadın Dayanışma Komitesi tarafından bu kararları ilan edildi. Kararlar gücünü hem bu ortaklıktan hem de eşit ve özgür bir toplumsal düzen hayalinden alıyor. Her geçen gün bu düzenden bıkan daha çok sayıda kadın bu hayalin peşine takılıyor. Biz biliyoruz ki bu hayalimiz bir gün gerçek olacak. Eşitlik özgürlük kadınlarla gelecek. 

'Üç büyük kentte ve Anadolu'nun pek çok bölgesinde sayısı yetmişi aşan Kadın Dayanışma Komitesi var bugün'

Peki son olarak Kadın Dayanışma Komitelerinin 1 Temmuz’a özel bir sözü var mı? 

Gülperi: Üç büyük kentte ve Anadolu'nun pek çok bölgesinde sayısı yetmişi aşan Kadın Dayanışma Komitesi var bugün. Her bir Kadın Dayanışma Komitesi, mahallelerde, sokaklarda, kent merkezlerinde sürdürmekte olduğu çalışmalarında, iktidarın İstanbul Sözleşmesi ile asıl derdinin ne olduğunu gündem ediyor. Bu konudaki bildirilerini, broşürlerini emekçi halkla buluşturuyor. AKP'nin kadın düşmanı politikalarını, iktidarın suçlarını, kadınların neden ve nasıl sesini yükseltmesi gerektiğini konuşuyor, tartışıyor. 

'Tek bir adım dahi geri atmayacağız'

Semt evlerinde, parklarda, açık havada  bir araya geliyoruz.Sesimiz hep birlikte iken elbette daha güçlü çıkıyor, dayanışmamız güçleniyor, örgütlülüğümüz büyüyor. Artık yeter, haksızlıklara hukuksuzluklara seyirci kalmayacağız. Tek bir adım dahi geri atmayacağız.Çok daha fazlasını alacağız!

'Saldırıya karşı düzenlenen eylemlerin bir parçası olacağız'

Serap: Evet, kesinlikle. 1 Temmuz günü yine İstanbul, Ankara, İzmir’de, Manisa’da, Çorlu’da kadınlara kazanımlarına yapılan bu saldırıya karşı düzenlenen eylemlerin bir parçası olacağız. Pek çok il ve ilçede semt evlerinde KDK etkinlikleri olacak. Yeni KDK kuruluşları gerçekleşecek.  Örneğin bugün İzmir’de Karşıyaka Kadın Dayanışma Komitesi kuruluyor, artık Karşıyakalıların da bugün itibariyle şiddete, tacize, sömürüye, baskıya, ayrımcılığa karşı bir Kadın Dayanışma Komitesi olacak. Kuruluş aşamasında olan başka KDK’larımız da var, Temmuz ayının ilerleyen günlerinde onları da açacağız. 

Ayrıca yine 1 Temmuz’da Manisa Salihli’de boşandığı kişi tarafından öldürülen Şahime Erdoğan’ın davası görülecek. Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği tarafından üstlenilen davaya Salihli Kadın Dayanışma komitesi olarak katılacağız.

Nerede kadına yönelik baskı, şiddet, adaletsizlik ve eşitsizlik var takipçisi olacağız. Çünkü biliyoruz ki gericiliğe, kadın düşmanlığına, sermaye düzenine karşı mücadele etmekten ve birbirimizle dayanışmaktan başka yolumuz yok.