Sosyalist ekonomi için bir dergi

Son kriz, ki derinleşerek sahnedeki yerini sağlamlaştırdı, dün emperyalist merkezlerin “tahminlerinden de kötü durumda olduğunu” öğrendikleri Yunanistan’ın iflası üzerinden bir belanın altını çizdi. Özellikle Avrupa Birliği (AB) açısından: “Kenardaki” üyelerin AB için yıkıcı bir işlev üstlenmemesi, bunların küçüklüğüne bağlı. Üyelerin “hacmi” veya “cirmi” büyüdükçe, getirecekleri yıkım riski de büyüyor.

Demek ki, kriz, ülkelerin toprak büyüklüğü, nüfusu ve ekonomik ağırlığı oranında, iki büyüğün egemenliğindeki AB’yi sarsacak, hatta havaya uçuracak bir sahne yaratmış. Eğer 11 milyon nüfuslu bir ülke borç bulamaz hale geldiyse ve borçlarının gerçek boyutu hâlâ saptanamamışsa, “demokrasinin beşiğini” de böyle sarsabiliyorsa, yeni ve ondan 6-7 kat büyük bir üye, diyelim 85 milyonluk bir Türkiye, neler yapmaz?

Buna “AB’nin temel kriz politikası” adını da verebiliriz aslında. AB’nin kenardaki üyelerinin, yani Almanya-Fransa eksenindeki merkez ülkelerin dışındakilerin (“fasulyeden oynayanlar”), mutlaka çekirdek ülkelerin ağırlığını/istikrarını sarsmayacak boyutlarda olması gerekiyor. İstikrarsızlık, AB merkezinin keyifle ihraç ettiği, ama kendisinde ortaya çıkmasından en çok korktuğu bir şey. Sadece bu bile, Türkiye’nin, diyelim 10-15 yıl sonra ve AB’nin coğrafi olsun nüfus açısından olsun en büyük üyesi kimliğiyle, nasıl bir risk unsuruna dönüşebileceğinin bilindiğine kanıttır. AB’nin egemenleri bunu “domuz gibi” bilmektedir. Bilsinler.

O zaman, bu bilginin, çok sık yinelediğimiz bir yakın sonucu olmalıdır. Galiba, şudur: AB-Türkiye ilişkileri artık kimsenin inanmadığı tam üyelik virajına yaklaştıkça, Türkiye’nin küçültülmesi de kaçınılmazlaşacaktır.

Yunanistan’ın borçları GSYİH’sının yüzde 12,9’u oranındaymış. Financial Times Deutschland gazetesinde, 19 Nisan’da yayımlanan Tobias Bayer imzalı bir analiz, bu ülke ve borç çıkmazını ABD’nin iki eyaletiyle karşılaştırdı. New York’un borç gediği gelirlerinin yüzde 17’si, Illinois’in ise yüzde 50’sini bulmuş. Analist, çöküşteki Amerikan eyaletlerinin durumuyla AB’nin bir eyaleti sayılabilecek Yunanistan’ın durumunu karşılaştırarak olumlu bir sonuç çıkarıyor. New York ve Illinois’in gelirleriyle borçlarını kapatamamaları nasıl doları çökertmiyorsa, Yunanistan’ın da borçları avroyu çökertmez. Kuzey Akdeniz ülkelerinin art arda iflas etme olasılığına karşı, “panik yapmayın” uyarısını da okuyabiliyoruz bu tür analizlerden. Ama bizim için dikkat edilmesi gereken nokta, bu eyaletlerin, pardon ülkelerin, ana bünyeyi yerle bir edemeyecek kadar küçük dokular olmasıdır. Yunanistan gerçekten küçük. Eh, ondan çok daha küçük bir sürü AB üyesi de var malum...

Ama Türkiye büyük. O halde, AB’ye en kalabalık ülke olarak, diyelim 85 milyonluk bir nüfus ve yabana atılmayacak –en azından yarısı kayıt dışı- bir ulusal gelirle üye olması mümkün değil. Öksürse, AB “şallak mallak” olur. Çökerse, AB’yi de beraberinde çeker. Tırpanlanmamış Türkiye, AB’ye giremez ve tırpanlandığında da zaten Türkiye’den başka her şeye benzeyecektir.

Kuzey Akdeniz ülkeleri, İspanya, İtalya, Yunanistan, iflasın eşiğinde ya, kendi başlarına kalsalardı Almanya-Fransa eksenini sarsmazlardı. Ancak şimdi AB üyelikleri nedeniyle, ulusal paralarının yerini de avro aldığından beri, durum değişti. Bu sarsıntı, merkezi birinci derecede ilgilendiren ve etkileyen bir ilişkiler ağına işaret ediyor. Daha Türkiye ortada yokken ilişkiler bu düzeyde kırılgan, ya bir de işin içine Türkiye girerse?.. AB olmasaydı, bu tür kriz ülkeleri borçlarını ödemek için, elbette halk kitlelerinin sırtından, ulusal paralarını devalüe edip ihracatlarını arttıracaklar, böylece dış borçlarını azaltabileceklerdi. Şimdi bunu yapmaları mümkün değil. Avro Bölgesi, Almanya’nın harman yeridir, küçükler bu deveyi (“Berlin devesi”) gütmeye mecburdur. Paraları da yok ki devalüe etsinler...

Dolayısıyla Yunanistan krizi, kenardaki her istikrarsızlığın, merkezi derinden sarsacak bir ilişkiler ağının önemini ortaya çıkardı. Yunanistan’da ciddi bir KP ve onun çevresinde gelişen bir sol direnç olduğunu biliyoruz. İşte bu krizin sokakları şenlendirmesi, Berlin-Paris hattının korkulu rüyasıdır. Yunanistan adlı 11-12 milyonluk küçümen ticaret ülkesi sallandığında bile bu kadar sarsılırlarsa, 85 milyonluk bir üyede patlak verecek krizde ne yapacaklardır?

Hâlâ tam boyutları kesinleşmemiş ve her gün yeni bir delik “itiraf edilen” Yunanistan’daki dipsiz finans krizi, başka her şey bir yana, Türkiye’nin bu haliyle, bu AB ile bir üyelik ilişkisi kuramayacağını gösterdi. Merkel-Sarkozy çizgisinin korkusu, burada ve bu, haklı bir korku. Türkiye’nin Avrupalılaşması eğer AB üyesi olmaktan geçiyorsa, mutlaka küçültülmesi gerekecektir. Buna Kürt “egemenleri” teşneydi, şimdi de Türk “egemenleri” bu fikri candan paylaşıyor. Türk orta sınıflarının sözcüleri, örneğin Ertuğrul Özkök ile Mine Kırıkkanat, bunun işaretlerini yeterince verdiler: “Gitsin bu Kürtler, eğer çok istiyorlarsa” noktasındalar. Demek, Türkiye şu veya bu biçimde küçültülecek.

Büyük siyasal birimlerin, ekonomik büyüklüklerinden bağımsız olarak da AB’ye alınması, Almanya-Fransa ekseninin denge siyasetine bakarak mümkün değildir. AB, istikrarsızlık ihraç ede ede o kadar şişti ki, şimdi en küçük bir rüzgarda bile dengesini yitirecek kadar dirençsiz. İstikrar, AB için tarihe karışmış bir kavramdır. Tarihin ve reel sosyalizmin cilvesi işte...

Böyle bakınca, ilk bakışta, Türkiye’yi ABD’nin değil, AB ile ilişkilerin küçülteceğini düşünenler çıkabilir. AKP -sözde- karşıtı bazı çevrelerin, sol kemalizm dışındaki ezici çoğunluğun yani, Türkiye’yi bu nedenle Avrupa karşıtı bir çizgiye çekme gayreti göstermesine anlam vermek zor değil. Bu, AkParti-AsParti koalisyonunun bir türlü tam kapsama alanına alamadığı çevreler için söz konusudur. AB’nin şu anda ABD’den hiç de daha az saldırgan olduğunu söyleyemeyiz. Emperyalist merkezler bazen birbirlerinin ayağına da basarlar. Ama Türkiye’nin küçültülmesi konusunda ABD ile AB arasında artık köklü bir çıkar ayrılığı bulunduğunu kimse ileri süremez.

Kaldı ki, Türkiye’nin küçülmesini demokratik bir uygarlık yolunda ve demokratik kazanım olarak selamlayacak bir “sol malzeme” de yeterince var ülkemizde. Bu tür “solcular” bir yana, sorun şu: Kapitalist ekonomi, Türkiye’nin sistem içi yeni yaşam alanları nedeniyle ciddi boyutlarda rötuşlanmasını gerektiriyor ise, ne olacak? O zaman tersinden gitmek ve sosyalist planlamanın etkili olduğu bir ülke kurmak, bize bu “kaçınılmaz kaderi” sıfırlama şansı vermez mi? Türkiye nasıl bir planlama felsefesiyle ve hangi dış bağlantıları, içeride neleri nasıl kurgulayarak büyüyebilir?

Tersinden sormuş olduk: Eğer Türkiye küçültülecek ise, bu, onun büyüme olasılığına karşı bir önlemdir ve tersinden doğrudur. Yani Türkiye’yi büyüterek, sol bir cumhuriyetler birliği halinde yeniden kurgulayarak bir büyük bölgesel güç halinde yeniden örgütlemek mümkündür. Bu, bugünkü Türkiye’yi aşan bir kurgudur ve etnik darlıklara sığmaz. Tamam.

Tamam da, biz bu kadar lafı, tarihsel bir atılıma değil, son derece mütevazı bir güncel öneriye bağlamak için ettik: Sol kuruculuğun taşıyıcısı olacak bir ekonomi dergisi. Geleceğin ekonomi kadrolarını şimdiden yetiştirecek bir “merkezi planlama” yayını.

Türkiye’de son 30-35 yıla yayarak düşündüğümüzde, iktisatla ilişkili ve sayısı neredeyse milyonları bulan bir topluluk var. Yani liselerden yüksekokullara kadar geniş bir kadrajda şu veya bu ölçülerde iktisat okumuş, onun kavramlarına tümüyle yabancı olmayan, ezici çoğunluğu kapitalist ekonominin küçük bir dişlisi olarak “idame-i hayat eyleyen” insanlar. Böyle “verimli” bir insan malzemesi ortada dururken ve ülkemiz hızla yıkıma itilirken, Türkiye’nin ancak sol bir iktidarla ve sosyalist planlama ilkelerinin yaratıcı bir biçimde yeniden uygulanmasından hareketle kurtarılabileceğini bir de dergiyle neden anlatmıyoruz?

Sol bir Türkiye, plancı ve düzenleyici, yeniden kurucu bir Türkiye olacaktır. Yoksa da zaten küçülerek terk-i hayat edecektir.

Direnişimizin önemli başlıklarından biri, yakın dönemde yayına girebilecek ciddi bir sosyalist ekonomi dergisi olabilir: Türkiye ve dünyayı, geçmişteki planlama pratiklerini kalem kalem elden geçiren ve ülkemizin kurtarılıp yeniden kurulabilirliğinin tüm ayrıntılarını yeni kurucu kuşakların kullanımına açacak bir yayın organı.

Sol iktidarımızın kadroları ve kadro adayları, Türkiye inteligentsia’sı, ekonomideki teknokratlarla dişe diş bir mücadele ve halka umut aşılamak için, bu toplumu ve yakın çevresini nasıl planlayacağını, derinliğine ve geniş bir biçimde tartışmaya başlamalıdır.

Geldik bir duvarın önüne. Üzerimize yıkılacak, biliyoruz.