Mezarlarınıza tüküreceğiz! Bekleyin!

Aradan tam 30 yıl geçti ve açıkça söylüyoruz: Artık kimsenin derdi, "yaşı kemâli çok aşmış" üç işkenceci general değil. Sermayenin eli kanlı tetikçileriydiler, tamam, ama bu katil uşaklara hem katil hem de uşak olduklarını zaten anlatamazsınız ki. Önemli olan halka anlatabilmekti. Şimdiye dek başarılmış değil. Bir tek onun anlaması durumunda bunların eli ayağı çözülür. Şimdilerde kendi içinde bir iktidar dönüşümü yaşayan sermaye ("yılan gömlek değiştiriyor"), gerçekten pek sıkıntılı bir devreden geçiyor, ama uşaklarını sonuna kadar koruyacağını da duyurmayı ihmal etmiyor. Söylediğini yapamaz. Koruyamayacağı son noktada hepsini elinden çıkaracak biliyoruz.
Farkında değiller, o noktaya doğru yaklaşıyoruz.. Neyse..

30 yıl önce, kaynayan Türkiye toplumunun, askeri bir darbeye hiçbir tepki göstermeyeceğini nasıl anladılar? Bu bilgiye nereden ulaştılar? Çaresizlik içinde son bir huruç harekatıyla mı bu başarıyı yakaladılar? Bu tür soruların yanıtını henüz tüm ayrıntılarıyla verebilmiş değiliz. Ama, Tahsin Şahinkaya'nın 11 Eylül günü ABD'den Türkiye'ye döndüğü söylenir, herhalde Washinton'da "Bizimkiler, yani 'sizin çocuklar' iktidara el koyacak, aman karşı çıkmayın" falan demiş değildir. Başka bir hesap yapmış olması daha muhtemel.

Örneğin, Şahinkaya, sakın Washington'a, "Biz iktidarı alıyoruz, ama Bonn'un ne yapacağı belli olmaz diye düşünüyoruz. İktidarda sosyal demokratlar var, bunlar Türk ekonomisinin sahibi, sakın ters bir şey yapmasınlar, batarız, aman engel olun" falan demiş olmasın.

Kuvvetle ihtimaldir.

ABD'nin sevinçle karşıladığı darbenin hazırlayıcıları, Türkiye'nin ikizi konumundaki bir başka antikomünist cephe ülkesi Almanya'dan emin değillerdi. Başbakan Helmut Schmidt ve arkadaşlarının bir "çıkıntılık" yapmasından korkuyor, bu tür sürprizlere engel olunmasını istiyorlardı. Schmidt, çıkıntılık yapmak ne kelime, darbe haberini alırn almaz, "Türkiye artık dipsiz kuyu değil" açıklamasını yapmıştı ekonominin önde gelen bir yayın organında. Bonn, çok sevinmişti. Sosyal demokrat iktidarın elindeki Bonn'dan söz ediyoruz. 30 yıl önce.

12 Eylül bir sosyal demokrat senaryoydu.

Tahsin Şahinkaya, Bonn'un çıkıntılığını Washington üzerinden engelleme görevini, varsa eğer öyle bir şey, başarıyla tamamlamış görünüyor. Dünyanın en zengin 50 askeri listesine boşuna girmemişti herhalde.

Bu önemli değil. Gencecik insanlarımızı, devrimcilerimizi, Kürt halkımızı, sendikacılarımızı kana boğan bir faşist darbenin, Federal Almanya'daki sosyal demokrat bir başbakanın yoğun desteğiyle ayakta durabildiğini rakamlara bakarak çıkarmak kolay. Gerçekten de Federal Almanya, 12 Eylül'den sonra, biraz ayak diremiş olsaydı, darbecilerin ayakta kalması mümkün olmazdı. 12 Eylül sabahı Bonn-Köln Havaalanı'na inen dönemin Bonn Büyükelçisi, sonraları Turgut Özal'ın Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, galiba ayrıntılı anılarını falan yazmadı, ama sağlığı izin verdiği yıllarda, gazetecilere "Alman parlamentosunda her kanattan milletvekili, ordu ne zaman el koyacak diye adeta yakamıza yapışıyordu ve müdahale zamanının geçmesine karşı uyarıyorlardı" mealinde açıklamalar yaptığı da biliniyor. Böyleleri bütün bildiklerini anlatmazlar. Ankara yaptı, Washinton onayladı, sosyal demokrat Bonn somut destek verdi. Bunu Türkiye iktisat tarihi bile söylüyor. Hatta söylemiyor, bağırıyor.

Dönemin "solcu" bir dergisinde yazılanlar, örneğin Der Spiegel'in 12 Eylül'den hemen sonraki ilk sayısı (Nr. 38/1980) ilginç bir tarihsel belgedir aslında. Bir önceki sayısında, 8 Eylül 1980, Ali Yurtaslan'ın anılarını ve Türkeş'in kendine sadık subaylar üzerinden nasıl iktidara geleceği tehlikesini duyuran dergi, darbeden sonra, Evren'in aslında makul ve ılımlı bir general olduğunu bildiriyordu. Bir de Almanya'dan nasıl destek geldiğini... Ancak görece uzun ilk haberlerin içinde Mustafa Kemal'in yol gösterici devlet reformunun halk tarafından izlenmediğine, din dışı arayışların, adını vermeden "laikliğin", büyük bir hata olduğuna da işaret ediliyordu. Der Spiegel'in nazizmden devralınan efsane kurucusu Rudolf Augstein'ın Atatürk düşmanlığı o zamanlar da etkili olmuştu anlaşılan. Din dışı devlet reformlarına tahammül edilemiyordu. Bugün okunduğunda, yeni Türkiye'ye, üstelik demokrasi kılıfıyla, açıkça dinsel ve geleneksel değerlerle barışma öneriliyordu. Ama durum vahimdi: Der Spiegel'e göre cumhuriyet kurulurken, 1923'te, 5 bin 700 kişi ölmüş ve 18 bin kişi yaralanmıştı, 1980'de ise bir iç savaş yürürlükteydi ve ortada 5 bin ölü ile 14 bin yaralı vardı.

Hepsi hazırdılar. Hepsi istediler.

Türkiye için sonun başlangıcıydı 12 Eylül ve en hırslı yıkıcılar demokratlar arasından çıktı. Sivil veya üniformalı faşistler, demokratların kanlı tetikçileriydiler.

Der Spiegel, 12 Eylül 1980 darbesini kapaktan duyurarak işlediği 30 yıl önceki o sayısında, iki arada bir derede, gerçek mesajı vermişti aslında: "Nato ve unutulmuş üyesi Türkiye" alt başlıklı, "Burası Bolivya veya Güney Kore değil" başlıklı bir analitik değerlendirmede, Şah rejimi çöktükten ve Afganistan'a da Sovyetler müdahale ettikten sonra, Batı'nın "kafasına dank ettiği" ve Türkiye'nin askeri önemini anladığını vurguluyordu. 5 milyar dolarlık yardımın 600 milyon marklık bölümü Bonn'dan geliyordu. Bunlar arasında 193 Leopard tankı, 4980 Milan tanksavarları da vardı. Hepsi krediyle verilmişti. 12 Eylül 1980'in hemen öncesinden söz ediyoruz. Sonrasında da Türkiye ekonomisine en büyük mali destek Federal Almanya'dan gelecekti. Bir Alman kolonisine daha o zamanlar dönüştüğü anlaşılan Türkiye'de, böyle bir yardım olmasaydı, darbeciler yaprak bile kıpırdatamazdı. İyi...

İyi ve hepsi bir gün yazılacak. Hepsi bir gün konuşacak. Birbirlerinin üzerine saldıran kurtlar gibi ("Kurtlukta düşeni yemek kanundur!") , birbiriyle dövüşen ve çaldıklarını ellerinden ceplerinden düşüren hırsızlar gibi, tüm suçları açığa çıkacak. Galiba o zamana doğru geliyoruz.

Yoksa ne burjuvazi-nurjuvazi sürtüşmesini, ne asker-sivil çekişmesini, ne de art arda sır dökmeye başlayan polis şeflerini anlamak mümkün olurdu.

Darbenin 30'uncu yılında parçalanmanın eşiğinde bir Türkiye'deyiz.

Yönetenler de parçalanır.

Yönetenlerin parçalandığı yerde yönetilenlerin iktidar için işbirliğine gitmesi ise, bu kirli dünyada kurtlukla savaşanların bir başka ve altın yasasıdır. Onlar birbirinin boğazına sarılırken, bizler birleşiriz.