Fay kırıkları 
ve aleviler

Kusursuz bir ateist olduğumu itiraf etmeliyim. Evrene ve insan bireyine ister dışsal ister içsel olsun, yarattığını gözetleyen, yargılayan ve hükmeden bir tanrı fikri bana hep yabancı oldu. Gene de bunun hoş bir düşünce, insanların icat ettiği kozmik bir merhamet ve adalet duygusu olduğunu sezinler gibiydim. “O”nunla konuşabiliyor, derdinizi anlatabiliyor, kendisinden bir şeyler isteyebiliyordunuz.

Lise öğrencisiyken, Bertrand Russel’ın Neden Hıristiyan Değilim kitabı, konuya ilişkin sezgilerime bir dayanak sağladı. Ve tabiî Maxime Rodinson’ın Muhammed biyografisi… 1961’de yayımlanmıştı ve yanlış hatırlamıyorsam, Türkçe ilk baskısında “Silahlı Peygamber” alt başlığı vardı. Altmışlı yılların sonunda Devrimci gençler Rodinson’dan çok şey öğrenmişlerdir. Bu kitapta Muhammed amaçsız, putperest ve hedonist Arap âlemine adalet duygusunu getiren, toplumsal bir düzen sağlayan büyük bir filozof ve devlet adamıydı. Yaptığı devrim kılıç zoruyla İber yarımadasına kadar yayılmıştı. Bu kitaptan sonra, kafamdaki Muhammed imgesi, 7. asırda yaşamış bir düşünür, devrimci, kanun koyucu, hatta bir enternasyonalist olarak sabitleşti.

Yıllar sonra Abdülbaki Gölpınarlı’nın Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler adlı kitabını okumaya çalıştıysam da altyapıdan yoksun olduğum için pek bir şey anlayamadım. Ayıptır söylemesi, masal, mesel ve efsaneleri temel alan bu konular pek de ilgimi çekmezdi. İktidardaki hâkim sınıfın o anki siyasi çıkarlarına göre müçtehitler, içtihat kapılarını sürekli açıp kapıyorlar ve her türlü üretim ilişkisinden bağımsız nakillerle tartışıyorlardı.

1970’li yıllarda yaşanan Maraş ve Çorum katliamları ise din sorununu farklı bir ışıkta görmemi sağladı. Fakat beni asıl sarsan olay Sivas’ta katledilen aydınların Ankara’daki cenaze töreni oldu (1993).

O gün, Meclis binasının önünden Dikmen’deki Cem evine kadar cenaze konvoyu boyunca yürüdüm. Kitle sol ve sosyalistti fakat sloganlar çok farklıydı ve bütün konvoy Alevi alâmet ve sembolleriyle rengârenkti. Çok yakından tanıdığım sosyalist bir arkadaşımın alnında zülfikâr kılıcı bandanası gördüm. Onun bu kadar Alevi olduğunu bilmiyordum. Sarsıldım. Sosyalist dünya görüşünün altında, çok derinlerde bir inanç ve gelenek katmanı canlanmış ve bir depremle yüzeye fırlamış gibiydi.

Emperyalizmin “ılımlı İslam” stratejisi Ortadoğu’da uyuyan fayları kırdı ve bağnaz Sünni kitleleri Alevilere/Nusayrilere ve Hıristiyanlara karşı harekete geçirdi. İlk temelleri Afganistan’da Sovyetler’e karşı verilen gerilla savaşlarında atılan Sünni örgütlerin militanları pek çok yerde savaşarak vahim bir askeri tecrübe kazandılar.

Bu çatışmanın Türkiye’ye yansıması kaçınılmazdı. Üstelik çatışmanın hem tarihi kökleri var, hem de ulus devlet istemeyenlerin yıllardır oluşturduğu altyapısı hazır. Ulus devlet kavramıyla hesaplaşmaya kalkarsanız, zaman içinde mikro milliyetler ve dini mezhepler birbirleriyle hesaplaşmaya başlar yakın ve uzak tarihin içinde uyuklayan intikam duyguları canlanır ve bu kargaşadan demokrasi değil diktatörlük, barış değil kitlesel katliamlar doğar. Kasıtlı olanlar bir yana, bu basit gerçeği anlamayacak kadar aptal olanlara şaşmamak elde değil. Üstelik Yugoslavya, Irak ve Suriye örnekleri varken...

AKP mali denetim ve teşviklerle burjuvaziyi, sendikalarla proletaryayı, Diktatör’ün ağzından “Sünni şehitler” ve “Ebu Suut Efendi Hazretleri” gibi laflarla mütedeyyin insanları böldü. Alevileri de kendi içinde bölme çabaları iktidara geldiğinden beri sürüyordu. Şimdi bunu bir üst aşamaya çıkardıkları anlaşılıyor.

Hacı Bektaş Veli Postnişini Veliyettin H. Ulusoy, AKP’nin kendi Alevilerini yarattığını söyledi. Şöyle dedi: “ ‘Aleviler kim?’ denilince, ‘Biziz’ denilen bir kitle yaratıldı. Gerçek Aleviler kenarda duruyor. Sadece protesto ediyorlar.”

Cem Vakfı Genel Başkanı İzzettin Doğan ise protesto edenlerin Alevi olamayacaklarını söyledi asimilasyona karşı mücadele eden Tuzluçayır halkı için, “Bunu yapanların Alevi olması mümkün değil,” dedi. Kimin Alevi olduğuna da karar veriyor. Anlaşılan, Aleviler’in F-tipi hocaefendisi olmaya çalışıyor. Emperyalizmin geliştirdiği “Dinlerin Kardeşliği” projesinin minyatürü burada sahneye konulmak isteniyor. Oyuncular da yabancı değil.

Bu asimilasyon ya da çevreleme/dışlama girişimi belki de Alevi/Bektaşilerin emperyalizme ve AKP’ye karşı birleşmeleri, asimile etmeye çalışanların tecrit olması ya da “düşkünleşmesi”yle sonuçlanır. Tuzluçayır’da yükselen büyük öfkeye bakılırsa bu daha büyük bir olasılık. Fakat bütün Ortadoğu devletlerinin içinden, toplumsal sınıfları ve siyasi akımları keserek geçen bu fay kırıklarının insanlık için yarattığı tehlike çok büyük.