İmamoğlu, Gezi ve bundan sonrası

Gezi’nin damga vurduğu günlerdi. soL gazetesi için AKP iktidarının sonunun neden ve nasıl geldiğini anlatan bir yazı dizisi hazırladığımı hatırlıyorum. Neredeyse altı yıl geçmiş üzerinden. 

AKP’nin hâlâ iktidarda olduğu düşünüldüğünde tuhaf görünebilir, hatta öngörüsüzlük denebilir. Ben öyle olmadığını iddia edeceğim.

Tarihimizin gördüğü en büyük halk hareketi, AKP iktidarının Türkiye’ye giydirmeye çalıştığı deli gömleğini her yerinden patlattığından AKP ve Erdoğan’ın Gezi’den sonra dikiş tutturamadığı açık.

Direniş, Türkiye’yi kuruluşundaki “anormalliklerden” arındıracağı iddiasıyla (bu karşı-devrim anlamına geliyordu) iktidara gelen AKP’nin, ülkenin ilerici ve dinamik kesimleriyle kan uyuşmazlığının geçici olmadığını göstermişti. Bu çok büyük bir karizma ve inandırıcılık yitimiyle sonuçlandı. Sonuçta anormal olanın cumhuriyet değil, AKP olduğu anlaşıldı. Büyü bozuldu.

Bu dikiş tutmazlığın bir nedeni Gezi’yse, diğeri dış politikadaki gelişmelerdi. ABD’nin Ortadoğu’da AKP’ye biçtiği ideolojik, siyasi, operasyonel rol Suriye’deki büyük direniş ve AKP’nin ideolojik akrabaları Müslüman Kardeşler iktidarlarının çeşitli ülkelerde yaşadığı başarısız deneyimlerle boşa düştü. Buna bağlı olarak Kürt açılımı da, yurt içindeki bazı gelişmelerin de sayesinde, rafa kaldırıldı.

İki temel başlıktaki başarısızlık, olağanüstü bir dönemin misyon partisi olarak iktidara gelen AKP’nin cumhuriyet düşmanı, piyasacı ve emperyal hedefleri olan Yeni Osmanlıcı politik çerçevesini geri dönüşsüz şekilde dağıttı. Yerine bir yenisi konamadı. Hem Türkiye hem de bu partideki kriz sürekli bir hal aldı.

Dolayısıyla yıllar önce AKP’nin sonunu müjdeleyen yazı dizisinde ben sorun olmadığını iddia etmeye devam edeceğim. AKP’nin politik ömrünün sona ermesiyle, uzatmalı koma halinin sürmesi arasında bir çelişki görmüyorum. Ortada bir çelişki varsa Türkiye kapitalizminindir.

Söylenenlerden, İstanbul’daki seçim sonuçlarının her şeyi değiştirecek büyük başarı olarak sunulmasındaki sorun anlaşılıyor sanırım. “AKP’nin yenildiği ve artık sonunun geldiği” yolundaki ifadelerde hiç yenilik yok. 

Burayı aşalı çok oldu, esas mesele sonrasıyla ilgili tartışmada kilitleniyor. AKP’nin politik iflası zaten uzun süre önce olmuş bitmiş bir hadiseydi. Buraya odaklanılarak edilen büyük laflarla, tüm enerji ve stratejiyi buraya bağlamakla bir arpa boyu yol gidilme şansı yok. 

Zaten bir altı yıl daha bekleyeceğimizi de sanmıyorum. İstanbul seçimlerinin, her ne yaşanacaksa, süreci hızlandıracağı açık.

Bu seçimlerin anlamı bilinen ve artık geride bırakılan bu eski analizi doğrulamasında değil, bundan sonrasına dair verdiği mesajda yatıyor.

Peki seçimlerin bu şekilde sonuçlanmasını, örneğin söylendiği gibi Gezi ruhunun bu sefer başarmış olmasıyla açıklayabilir miyiz? Öyle ya, beş benzemez yan yana gelerek AKP’ye ağır bir tokat attı. 

Maalesef yüzeysel bakınca doğru görünen benzetme fazlasıyla iyimser ve tuzaklı. 

İstanbul seçimlerinde farklı kesimlerin yan yana geldiği doğru olmakla birlikte, Gezi’de yan yana gelenlerin talepleriyle, bugün onlar adına konuşanların söylediklerinin uzak yakın alakası yok. 

Artık iki yazıdan birinde söyler olduk, biçime değil, içeriğe bakalım diye.

Gezi’de hükümet istifaya çağrılıyordu, bugün uyumlu çalışacağız deniyor; Gezi’de yolsuzluktan-hukuksuzluktan hesap sorulacak deniyordu, bugün israf söylemiyle bu gerçek gözlerden kaçırılıyor; Gezi’de laiklik, aydınlanma, özgürlük deniyordu, bugün harem selamlık havuzlar, içkisiz tesisler vaat ediliyor.

Hayır, bunlar hiç de benzer şeyler değil. Bilakis...

Üstelik halkın sokakta yan yana gelmesiyle, düzen partilerinin kurduğu ittifakları benzetmek büyük hata ya da açıkça manipülasyon. Biri kendiliğinden gelişti ve doğası gereği düzen için tehdit anlamına geldi; diğeri bunun tam aksine tasarlandı ve düzen siyasetin rehabilitasyonu için devreye sokuldu.  

Erdoğan’sız AKP ya da güçsüzleştirilmiş Erdoğan senaryoları o zamandan bugüne hiç bitmeyen tartışma konuları. Aslında sermayenin programı uzun süredir bu yönde, burada da bir yenilik olduğunu söylemek güç.   

Peki aradan geçen yıllarda hiç mi bir şey değişmedi? 

Hem çok değişti, hem de hiç değişmedi. 

“AKP, AKP’den ibaret değil” derken işaret ettiğimiz yere geldik. Artık Erdoğan’sız AKP ya da ehlileştirilmiş Erdoğan seçenekleriyle beraber ya da bunlara alternatif ama hepsinin sonuçta aynı ihtiyaca göre planlandığı senaryo sayısında enflasyon var. Demek ki sermayenin eli artık daha güçlü. Yeni parti tartışmalarından, büyük koalisyona kadar bir dizi seçenek hep aynı yöne işaret ediyor. 

Şu aralar, AKP’liler dahil, herkes için af, geçmişe sünger çekme fırsatı sunuluyor. Erkenden uyanıp gemiyi bir süre önce terk edenler zaten baş tacı edilmişti muhalefet tarafından. Ama diğerleri de treni kaçırmış sayılmaz. İsteyen ve gidişata boyun eğmeyi kabul eden herkes bu af kapsamına alınabilecek, bu defter böylece kapanacak, biriken enerji salınacak. 

Mümkün mü, değil mi ayrı bir tartışma. “Peki biz yıllarca bu b.ku niye yedik” acı bir soru. 

Olduğu kadar olsa bile kâr kabul edilir. Sermayenin de her şeye gücü yetecek diye bir şey yok, biz ne güne duruyoruz?

İşte İmamoğlu’nun gücü buradan geliyor. Seçim gecesi zafer coşkusu içindeki onbinlerce kişiye yaptığı konuşmada Erdoğan’dan randevu isterken o alanda toplananların Erdoğan’ı yuhalamasını susturup, bu uzlaşmaya razı edebilmesinden. 

İstanbul seçimleri Gezi zamanında işaret ettiğimiz tehlikeyi ne yazık ki doğruladı. AKP’nin toplumda yarattığı büyük karşı enerjinin düzen siyasetine tahvil edilip soğutulması ve sermaye için en risksiz ve faydalı tasarım için kullanılması tehlikesiydi o.

Bugün nedenleri anlaşılır olan sevindirik olma hali, eğer İmamoğlu sağcılığını haklı göstermeye; partileri, ilkeleri önemsizleştirmeye; içeriksiz birliktelikleri kutsamaya neden olacaksa tam da mücadele ettiğimiz şey karşısında yeni bir yenilgi yaşandığı anlamına gelecektir. 

AKP ve Erdoğan’dan gözlerini alamayan, aslında bir geri mevzide takılıp kalanları, Babacanlı, Güllü, İmamlı projelere ikna etmek gün geçtikçe kolaylaşıyor.

Galibiyete susamış Türkiye soluysa bu anafora kendini kaptıralı çok oldu. Toparlanması ve çıkması artık mucize. Bir vatandaş kadar mutlular, en fazla vatandaş olabilirler artık.

AKP’nin geriletilmesi, düşürülmesi, hatta ve hatta Erdoğan’ın siyasi hayatını noktalaması... Açık olarak söyleyebiliriz ki Türkiye’nin geleceği hakkındaki temel tartışma konuları bunlar değil.

Türkiye emekçileri AKP döneminde kazandığı siyasi enerjiyi düzenin bir başka unsuruna teslim etmemeli, öneminin daha fazla farkına vardığı laikliği, aydınlanmayı kıskançlıkla ve tavizsiz şekilde sahiplenmeli ve her geçen gün saldırılan ve gaspın boyutlarının artırıldığı emeklerine örgütlü şekilde sahip çıkmalıdır. 

Bu düzende güvenilecek bir yer, sığınılacak bir liman yok. 

Söylediğimiz en sade haliyle bu, çabamız bunadır.

**

Zaten çok uzadı, affınıza sığınarak yine de son bir not eklemeden geçemeyeceğim.

Sığınılacak limanları olacağını düşünenler de var elbette. Ya da limanlarını kaybettiklerini düşünüp onu geri isteyenler...

AKP döneminin gadrine uğramış, bu nedenle de gerektiğinden fazla ilgi ve övgüye mazhar olmuş bazı isimlerin bugünlerde duyduğu heyecanın altında, yeni dönemde, uzun süredir dışlandıkları merkeze tekrar dönecekleri hayali yatıyor. 

Kabiliyetleri vardı kendine göre, kimisininse hayli becerikli olduğunu kimse inkar edemez. Haketmemişlerdi yaşananları. İşte bu büyük hata belki de düzelecek artık. Hiç mi umutlanmasın insan?

TKP’nin çıkardığı çatlak sesin bu büyüyü bozmasından fazlasıyla tedirginler. Kimse kral çıplak desin, onlara da ikbal kapısını açacağını düşündükleri mutabakat bozulsun istemiyorlar. 

Bazısı kadrolu sermaye borazanı. İşini geri istiyor. Bunlar önemli değil.

Ama kimisi de bu durumdan öyle heyecanlanmış ki, bunca süre yol arkadaşı kabul ettikleri, içini dışını bildikleri dostlarına haksızlık etmek pahasına soğukkanlılığını kaybetmiş halde.

Ufacık bir özeleştiri vermeden yeni duruma ayak uyduran yandaşlara gösterilen abartılı tezahüratlarla, yıllardır iktidara karşı mücadele sicili açık olan TKP’ye dönük telaşlı eleştiriler kol kola gidiyor.  

Ama kimse kusura bakmasın. Sınıf mücadelesi verdiğimiz, ilkeli ve bağımsız hattımızı kıskançlıkla savunduğumuz, herkesin doldurulmaya çalışıldığı çuvala girmeyi reddettiğimiz için özür dileyecek değiliz. AKP’nin daha fazla gerilemesi, sanal dostlukların yerine gerçek saflaşmaları ortaya çıkaracaksa bundan da çekinmeyiz.