Sağcılığı en iyi nasıl mı tanırız; fırıldaklığından, dün söylediğini bugün unutmasından, ardı ardına tam tersi argümanları savunabilmesinden. Bunlar sağın davranış kalıplarıdır, tüm renkleri için geçerlidir.
Demirel bu işin üstadıydı. “24 saat siyasette çok uzun bir süredir”, “Dün dündür, bugün bugündür” gibi tarihe geçen sözlerinde hep dediğinden dönmesine bahane arıyor olması dikkat çekici değil mi? Düşünün, tarihe geçen en ünlü iki sözünüzün ikisi de döneklikle ilgili.
Sağ denince artık düzen siyasetinin tüm unsurları anlaşılmalı, istisnasız hepsi Demirel’in takipçisi sayılmalı. Artık 24 saat herkes için çok uzun. Aksini iddia edebilecek olan var mı? Bu duruma gerekçe üretme yarışına koşacakların sayısındaki çokluksa, kirliliğin ve sağcılığın ne kadar yaygınlaştığıyla ilgili.
“Dün dündür, bugün bugündür” meselesi, farklı görünenlerin birbirine benzemesi için altın kuraldır. Siyasi yelpazenin ayrı köşelerinde durduğu düşünülenler bu tavırda ortaklaştığında, kimin nerede olduğunun bir önemi kalmaz. Zaten takip de imkansız hale gelir.
İşte oradayız...
Milyonlarca insan neden AKP’den kurtulmak istiyor: Çünkü işbirlikçi, çünkü gerici, çünkü yasa tanımaz, çünkü patron dostu, işçi düşmanı. Ama düzen muhalefeti AKP’nin bu özellikleriyle çoktan barıştı. Barışmak ne kelime, özümsedi.
Bu başlıklarla ilgili son tartışma ne zaman yapıldı, muhalefet AKP’nin bu özelliklerini en son ne zaman hedef haline getirdi, onu sıkıştırdı, sorguladı hatırlayan var mı?
AKP iktidarı gücünü, bu politikaları uygulamada en çok kendisinin becerikli olduğuna hem sermaye sınıfını, hem de emperyalist merkezleri ikna etmesinden alıyordu. Şimdi bu alandaki tekeli kırıldığı için de gerileme sürecine girmiş durumda.
İtiraf etmek gerekirse bugün milyonlarca insanı heyecanlandıran AKP’deki zayıflama hali, aslında muhalefet açısından bir başarıdan ziyade, önce AKP karşısında kaybediş, sonra da ona benzeyişin getirdiği bir sonuç.
Benzeyiş demişken, İstanbul seçimleri tam olarak bunu gösteriyor bize. Türkiye görünürde değişimin, özde ise sürekliliğin olduğu bir süreçten geçiyor.
CHP’nin 23 Haziran’ı AKP açısından bir referanduma ya da güven oylamasına dönüştürmemek konusunda Erdoğan kadar istekli olduğu açık. İstanbul’u kazansın ya da kaybetsin buradaki AKP sürekliliğini sorun etmeye niyeti yok. Erdoğan’ın geri plana çekilmesi de bu tespiti doğruluyor: Yenilirse Binali yenilecek, topyekûn bir sorgulamaya girilmeyecek, kazanırsa ikisi birden kazanacak.
Zaten bunun sadece bir yerel seçim olduğu CHP tarafından 31 Mart öncesinde sıkça söyleniyordu. Seçimi abartan, beka söylemini öne çıkaran AKP tarafıydı. Erdoğan kendini masaya koymanın riskini gördü. Şimdi CHP’nin tezine yaklaşılmış görünüyor. CHP’yse dünden razı.
Bunu CHP’nin AKP karşısındaki galibiyeti olarak mı görmeliyiz, yoksa düzen siyasetindeki ihtiyacın AKP tarafından da mecburi kabulü olarak mı?
Burada bir başarıdan söz edeceksek en fazla CHP’nin, artık iki partili hale getirilen Türkiye siyasetindeki dengeleyici, düzeltici işlevini yerine getirmedeki becerisinden söz edebiliriz.
Türkiye günlerdir iki adayın katılacağı televizyon programını tartışıyor: Kim sunacak, nerede yayınlanacak, burada bir oyun mu var...
Siyaseti fazla karmaşık hale getirenler görünmeyeni görmeye, işin içinde bir bit yeniği aramaya devam etsin. Biz açıkça görüleni görelim yeter.
Ortada oyun, tuzak falan yok... Varsa da AKP’ye değil.
Bu program anlaşılan çerçevede yapılırsa öncesi, sonrası, içeriği nasıl olursa olsun en başta AKP ve onun adayının normalleştirilmesi, herhangi bir adaymış gibi kabulü anlamına gelecek. CHP de, onun adayı da zaten tam olarak bunu söylüyor.
Bu programın tek bir amacı olabilir, uzlaştırma. İki parti arasındaki protokolün çerçevesi de buna işaret ediyor.
Bu çerçeve programda neyin konuşulacağını değil, konuşulmayacağını tarif ediyor çünkü. Burada konuşulmayanlar daha önemli. Düşünsenize iki adaya da aynı soru sorulacak, aynı sürede yanıt istenecekmiş. Ne kadar güzel, ne kadar tarafsız mı diyeceğiz? Oysa bir taraf çeyrek asırdır söz konusu şehri yönetiyor ama bunun muhasebesi yapılmayacak, hesabı sorulmayacak.
Oysa İstanbul seçimleri İstanbul seçimi olmaktan çıkalı, genel seçim havasına bürüneli çok oldu. O yüzden bu mesajların AKP iktidarının tümüne ve tabii Erdoğan’a dönük olarak okunması gerekiyor. İşte CHP inisiyatifin kendisinde olduğu anda bunu kabul etmiş oluyor.
Uzatmayalım, bu programın yapılamama ihtimali hâlâ var elbette. Ama mesele o değil. Mesele iki partinin anlaştığı çerçevenin doğrultusu.
Görülen o ki, milyonlarca insanın AKP iktidarından duyduğu rahatsızlığın esas nedenleri olan politikalar, o milyonların temsilcisi olduğunu iddia eden muhalefet partilerinin gündeminde değil.
Durum böyleyken olanları fazla da abartmamak gerekiyor. İktidarlar, yöneticiler elbette değişir, değişmek zorundadır. Biz kaybolan yıllarımızın hesabını sorabiliyor, gidişatı değiştirebiliyor, söz sahibi olabiliyor muyuz ona bakalım.
Görünen o ki bu sorulara olumlu yanıt veremiyoruz.
O halde ya mevcut seçeneklerle sana “İyi seyirler Türkiye” diyeceğiz, ya da sahneye davet edeceğiz. Biz ikincisinden yanayız...