Vatan yahut sermaye

Böyle anlarda muhalefetin iktidar bloğunun ardına dizilmesini çoğu kişi basiretsizlik sanabilir ya da hazırlıksız yakalanmaya yorabilir ama alakası yok. 

Oy korkusu, vatandaş ne der kaygısı da değil sorun. Hem son seçimler gösterdi ki yan yana gelmenin yolu usulünce çözüldü: Ne birinin “PKK’ciliği”, ne öbürünün “faşistliği”, ne diğerinin “şeriatçılığı”, ne de berikinin “devletlü” geleneği mesele oldu. Yakın zamanda birkaç da AKP eskisi eklenirse takıma, tablo tamamlanacak. Maksat tadımız kaçmasın, sermayenin seçeneği çoğalsın.

Neyse, bu başka konu.

Dün Meclis’ten HDP hariç diğer partilerin oybirliği ile Suriye’ye operasyona yeşil ışık yakıldı. 

Muhalefet partileri biraz söylenir gibi yapsalar da, her seferinde olduğu gibi iktidarın istediği desteği verdiler.

Bazıları yine şaşırdı, kimi kızdı, kimisi söylendi: CHP bir türlü cesur davranamıyordu, İYİP’e güven olmazdı zaten vs..

Türkiye siyasetini AKP (ve destekçileri) ile karşıtları saflaşmasından ibaret şekilde okumaya çalışanlar yine hüsranla karşılaştılar. Karşıt sanılanlar bir anda aynı saflarda buluşuverdiler yine. 

Çünkü birçok konuda olduğu gibi Suriye konusunda da mesele Türkiye kapitalizminin meselesidir ve AKP’ye sığmaz. 

Türkiye’nin Suriye’deki paylaşım savaşına burnunu sokmasının arkasında sadece AKP’nin İslamcı kadrolarının macera merakı mı var sanılıyor?

Ya da AKP’nin düzen içi başka aktörlerden de dolaylı ya da açık destek almadan (başta büyük sermaye ve TSK) tek başına Türkiye’yi böyle bir maceraya sokmaya gücü yeter miydi. 

Bunların ikisi de yanlış ve eksik.

AKP’nin politikasının arkasındaki sınıfsal tercihleri görmeden sadece havanda su dövülür. Türkiye muhalefeti yıllardır bunu yapıyor.

Büyüyen bir kapitalizme sahip, agresif bir burjuvazinin yönettiği bir ülke düşünün... Ve bu ülkenin çok geniş ticari yatırımlarının olduğu bir başka ülkede, üstelik sınır komşusunda, yedi düvel bilek güreştirecek, ama o ülke buraya burnunu sokmayacak... 

Bu kapitalizmin de, siyasetin de mantığına aykırı. 

Buradaki tercihler bireysel değil sınıfsaldır.

Dolayısıyla bu acı gerçeğin yanında, düzen partileri tarafından AKP’ye Suriye konusunda yapılan eleştirilerin, örneğin en son Kılıçdaroğlu’nun bir yandan “içi yanarak” operasyona evet derken diğer taraftan sorduğu soruların, devede kulak kaldığını söylemek zorundayız. Meselenin özü o desteği eninde sonunda ve her seferinde vermektir. Gerisi laf-ı güzaf. Esasında durumun en iyi özetini Suriye konusunda konuşurken “dış tehditlere karşı tek bir partimiz var” diyerek Meral Akşener yaptı.

Üstelik...

Mısır karışmadı mı Suriye’ye, İsrail, Rusya, İran, Suudi Arabistan, AB, ABD hep birlikte burnunu sokmadı mı buraya? İşte kapitalizm dememizin nedeni bu. İşte bizim büyük çaresizliğimiz bu. Biz nasıl kendi ülkemizde iştahlı sermayemizin burnunu kirli savaşlara sokmasını engelleyemediysek, bu diğer ülkeler ve onların emekçi sınıfları için de geçerli. 

AKP bu dünyada bir istisna olmadığı gibi, aynı sınıfsal nedenlerle Türkiye içinde de yalnız olmadığı açık.

AKP’siyle, muhalefetiyle bu sömürü düzenin cefasını çekiyor emekçiler. Tartışmaya tam da buradan başlamak gerekiyor. Yoksa patronların kasası dolsun diye daha çok belalar açılacak ülkenin başına.

***

Bir de madalyonun daha uzun üzerinde durulmayı hak eden, ama şimdilik kısaca değineceğimiz diğer yüzü var. Böyle zamanlarda biri bir tarafa yatıyorsa, diğeri de öbür tarafa yatmak durumunda oluyor. Düzen siyasetinde bazen fizik kuralları da işliyor. 

Yanında durulduğu, faşizme karşı omuz omuza olunduğu sanılanlar AB, ABD emperyalizminden yardım dilenir halde bulunuveriyor. 

ABD’yi, İngiltere’yi geçtik onlar zaten malum. Ama mesela Türkiye’ye durmadan demokrasi dersi vermeye çalışan, ama son bir yılda silah ticaretini, üstelik tam da çatışmalı bölgelere yaptığı satışlarla ikiye katlayan Almanya mı barış için davet ediliyor? 

Zaten bunlar yüzünden koca bir ülke yerle bir olmadı mı yıllardır; neyi tartışıyor, ne barışından bahsediyorsunuz!

Nasıl ki Türkiye kapitalizmini hedefe oturtmayan iktidar eleştirisinin bir anlamı yoksa, aynı şekilde emperyalizmi hedefe koymayan bir barış edebiyatının da anlamı yok. Emperyalist AB ya da ABD’den medet ummak, ancak birilerinin de sermayenin çıkarlarını vatan etiketiyle satmasını kolaylaştırır.