AKP’nin Suriye harekatı bir haftayı geride bırakırken tartışma da sürüyor.
İktidar karşıtı bloğun iki büyük gücü, CHP ve İYİP, hani derler ya, bir dakika bile düşünmeden iktidarın Suriye seferine destek verdiler. AKP iktidarının politikalarından en çok çekmiş isimlerden birisi, henüz genç bir teğmenken Cemaat-AKP işbirliğiyle hapse yollanan ve şimdi CHP milletvekili olan Mehmet Ali Çelebi “Vatanımızın koruyucusu Türk askeri harekata başlayınca siyaset biter” diye açıklıyor durumu. Ayrıntıları boşverin, muhalefetin üç aşağı beş yukarı dediği bundan ibarettir.
Geçerken not edelim. Bazıları çok heyecanlanmıştı, bir zamanların NATO subaylarının iktidarın ve ABD’nin gadrine uğrayınca emperyalizmi keşfettiğini düşünerek. Oysa emperyalizmi kapitalizmden ayrı düşünmeye çalışan hata yapmaya mahkumdur. Bu öyle büyük bir yanlıştır ki, size AKP iktidarının gerici ve işbirlikçi politikalarını emperyalizm karşıtlığı etiketiyle sattırır. Bilhassa size sattırırlar üstelik, böylece yeni dönemin “yetmez ama evetçisi” olma lütfuna sahip olursunuz.
Bu parantezi kapatalım.
Muhalefetin genel tavrı haline gelen şu savaş anında siyasetin bittiği meselesine gelecek olursak sahiden bunun yurtseverlikle, ülke çıkarlarını düşünmekle bir ilgisi olabilir mi? Doğru tavır, sağduyulu ve ülkesini düşünen herkes tarafından verilmesi gereken gerekli bir taviz midir böyle bir davranış?
Bu bir savaş mıdır, değil midir meselesinin tartışmada önemi yok. “Savaş bile değil” durumu aslında muhalefetin tavrını daha vahim hale getiriyor.
Gerçekten savaş bile değil; onlarcası yapılan sınır ötesi harekatın biraz iricesi denilebilir. Buna rağmen iktidar basını, içeride sıkışan Erdoğan’ın bulduğu bu fırsatı sonuna kadar değerlendirebilmek adına mehter marşlarıyla coşkuyu verirken, muhalefet de bu abartmanın parçası haline gelmekte bir beis görmedi; iktidarla yek vücut olmayı, onun kararlarını onaylamayı “savaş zamanı dışarıya karşı birlik” gibi gerekçelerle kabul etti. Akşener dün Meclis’te harekatı asker selamıyla selamlamayı bile ihmal etmedi.
Şu savaş meselesine bakmak için biraz geçmişe gidelim.
Kurtuluş savaşının en zor günlerinde bile Meclis’te çok sert tartışmaların yaşandığını görürüz.
Bu tartışmalara bakılırsa aslında ortada vatan millet edebiyatıyla üzeri örtülemeyecek çok önemli bir gerçek fark edilir. Aslında tartışılan şey, bugün de tartışılması gerekendir: Yani bir devletin düzeninin ve onu yöneten temel politikanın ne olacağı. Mustafa Kemal tökezlesin de onu idama gönderelim diye bekleyen saltanat yanlılarıyla, “yeter bu kadar ileri gittiğimiz, İngilizlerle anlaşalım” diyenlerle doludur Meclis. Mücadeleyi yönetenlerin işini hayli zorlaştırmaları, kaz kafalı olmalarından değil, bilakis, gidişatı anlamış olmalarından gelir.
“İçeride her şey konuşulur, dışarıya karşı birlik” meselesi ne bugünün ne tarihin gerçekliğine uymaktadır. Çünkü özellikle dış politikadaki tercihler, hele işin içine silah giriyorsa bu tercihler daha da sivrilmiş demektir, ülkeye dair yönetim tasavvurundan ayrı tutulamaz. Tarihte de böyle değildi, bugün de böyle değil.
Örneğin Kurtuluş Savaşı’nın temel tartışmalarından bir tanesi, asker cephedeyken savaşa ne kadar daha devam edilip edilmeyeceği idi. Mustafa Kemal’i maceracılıkla suçlayanlar ona İngilizlerle anlaşmayı dayatıyordu. Bu Paşa’nın en yakınlarına kadar uzanan bir bakış açısıydı. Bağımsız bir cumhuriyete inanç yok denecek kadardı. Hatta böyle bir fikre sahip insan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. İngilizlerle anlaşmak ve makul bir noktada bu işi sonlandırmak… Beklenen sonuç: biraz daha toprak ve taviz verilmiş, zayıf düşmüş bir Osmanlı’nın kendini kurtarması… Neyse ki iktidarın ve ordunun başında böyle düşünmeyen bir lider vardı.
Aynı durumu Sovyet Rusya’da da görüyoruz. Çar devrilmesine, güya demokrasi gelmesine rağmen iktidarda olanlar Rusya’nın emperyalist savaşa devam etmesine karar verdiler. Çünkü akıllarında eşitlikçi bir cumhuriyet yoktu. Çar ve bir kısım bürokratı dışında ülkeyi sömürenler iktidarda kalmaya devam ediyor, çıkar çarkı aynen işliyordu. Dolayısıyla savaş devam etmeliydi. Bu savaşa ancak bir başka ülke tasavvuru olanlar, yani Bolşevikler karşı çıkmış, bu da onları iktidara taşımıştı. Yani bolşevikler “ülke içinde tartışırız, ama dışarıda hep birlikteyiz” demek yerine, ülkeyi gerçekten kurtarmayı, savaşı sonlandırmayı seçtiler.
Bunun bir başka örneğini 1. Dünya Savaşı’nda büyük kapitalist ülkelerin sosyal demokrat partileri verdi. Hepsi savaşta içeride dişe diş mücadele ettiği burjuva iktidarlarını desteklediler. Savaş bitince ilk balyoz onların kafasına indi.
Demek ki neymiş, dış politika, savaş ve ülke tasavvuru birbirlerinden ayrılabilir şeyler değilmiş.
Şimdi bu anlattıklarımız yanında Türkiye’nin sınırlı Suriye seferi elbette güdük kalır. Ancak demeye çalıştığımız şey şu: Bir ülkenin dış politikası, hele işin içine silah giriyorsa, ülkeye dair tasavvurun doğrudan yansımasıdır. Cumhuriyeti adım adım yıkan AKP, yıllardır bu yüzden Suriye’yi paramparça edenleri, Mısır’da şeriatçıları, Libya’yı yakıp yıkanları destekliyor. Hepsi aynı Müslüman Kardeşler teşkilatının parçaları, ABD emperyalizminin maşasıydı.
AKP’nin şimdiki Suriye seferindeki silah arkadaşları da ÖSO… Muhalefet Türk Ordusu diye naralar atadursun, iktidarın yayın organı Yeni Şafak dört sütuna kocaman manşet yapıp kapağına da ÖSO askerlerini koymuş. Türkiye egemen bir ülkenin toprağına, onun hilafına, üstelik bu ülkeyi bölmek için yıllardır silahlı mücadele yürüten bir milis gücüyle (Önce ÖSO’ydu, şimdi Milli Suriye Ordusu demişler) birlikte girdi. Bu Milli Suriye Ordusu denilen yapının elinde tuttuğu bölgelerde ne tür bir toplumsal düzen uygulandığını meraklısı girip baksın. “Suriye’nin toprak bütünlüğü için” oraya gittik diyenlere sormak gerekiyor, mevcut hükümetle meşru ve açık ilişki kurmak yerine anayasasında laiklik yer alan bir ülkede yarın kimin maşası olacağı belli olmayan küçük şeriat adaları yaratmak mıdır Türkiye’nin milli çıkarları? Ya da ABD’nin izni, Rusya’nın sahadaki yönlendirmesiyle kalkışılan harekat mıdır anti emperyalizm?
Demek ki tüm bunlar muhalefetimizi rahatsız etmiyor.
Aslında muhalefetin iktidara verdiği destek, bizim uzun süredir ısrarla altını çizdiğimiz gibi, AKP cumhuriyetinin düzenin tüm aktörleri tarafından benimsendiğinin, artık AKP’nin, AKP’den ibaret olmadığının bir göstergesi.
Türkiye ülke içinde de, dışında da aynı zihniyet tarafından yönetiliyor. Savaş, operasyon gibi konularsa bir ülkenin uluslararası alandaki “en büyük temsiliyet” anlarıdır. Biz ülkemizin AKP tarafından temsil edilmediğine, edilmemesi gerektiğine inandığımız, başka bir ülke hayalimiz olduğu için de “elini Suriye’den çek” diyoruz.