Alışmamak ömrü uzatır

AKP’li milletvekilinin evinde bir kadın şüphe uyandıracak şekilde öldü. Daha 20’li yaşlarının başındaydı, apar topar memleketine götürdüler cenazeyi, polis olayın üstünü örtmek için elinden geleni yaptı. Olay medyaya yansımadı, hiçbir televizyon kanalında görünmedi. Oysa arkadaşı, genç kadınla yaptığı son konuşmayı açıkça anlatıyor, ölen kızın utanç içinde olduğunu, tacize uğradığını söylediğini bildiriyordu. Ama savcılık bu iddialarla ilgilenmedi. Ölen kadını fuhuş yapmakla itham etti yaptığı sorguda. 

Gencecik bir hukuk fakültesi hocasıydı. Ceren Damar’ın duruşmasında yaşananları gördünüz mü, savunma hakkının ardına sığınılarak edilen aşağılık sözleri? Öğrencisi olacak bir psikopat tarafından okulunda öldürülen Damar’ın bu öğrenciyi taciz ettiğini, öğrencinin de bundan etkilenerek Damar’ı öldürdüğünü, hem de hiçbir somut delile dayanmadan, çamur at izi kalsın denen cinsten savundu katilin avukatı. 

İki kadın hikayesini takip ettik bu hafta. Ama daha böyle binlercesi yaşanacak bu düzende, biliyoruz. Kadınlar, gözümüzün önünde öldürülüyor. Öldürüldükleri yetmiyor, hatıraları da aşağılanıyor. 

Alışılır mı insan bu türden kötülüklere?

Bu kadarına değil belki ama alışılan şeyler de var. 

Tecavüze uğrayanlarına değil belki ama daha çocukken tezgahlarda can veren çocuklara; sendikalı diye işten atılan işçilere, hatta durduk yere atılanlara; biraz homurdanma olsa da ikide bir yapılan zamlara alışıldı...

Daha birçok, birçok şeye alışıldı. 

Belki bugün değil ama bu alışılanlar yüzünden bir gün bugün öfkelenilen şeyler de kanıksanmak zorunda kalınacak. 

Ne diyordu işçi düşmanı şişman: Alışırsınız, alışırsınız... 

Geçen gün zamanın yaşlılıkta daha hızlı, gençlikte daha yavaş akıyormuş gibi hissedilmesinin nedenlerini araştıran bir araştırmanın haberine denk geldim. Araştırmanın sonuçlarına göre “yaşlandıkça, zihinsel imgelerdeki değişikliklerin algılanma hızı azalır. Ve görüntü işlemedeki bu değişim, zamanın hızlanmasına neden olur. Uyarıcıların işlenmesi ile zamanın hızlanma hissi arasında ters orantılı bir ilişki vardır. Bu nedenle, gençken sizin için her şey yenidir ve çok fazla yeni uyaranla karşılaşırsınız. Dolayısıyla zaman aslında daha yavaş geçiyor gibi görünür. Yaşlandıkça, zihinsel imge üretimi yavaşlar ve zamanın daha hızlı geçtiği hissini verir.”

Konuştuğumuz konuların biyolojik yaşla ilgisi yok tabii. Akılla, yürekle ilgisi var. Ama bu araştırma yine de bir benzerlik kurmamızı sağlıyor.

Yani diyor ki bir canlı hayal gücünü, gördüklerine şaşırma becerisini kaybettiği oranda ölüm haline daha fazla yaklaşır. 

Zamanın hızlı akmasını, aslında zamanın durması olarak da anlamak mümkün. Hızlı akıyor, çünkü her şey aynı: Şaşırma yok, merak, itiraz, beklenti yok. 

Durmak ve sonsuz hıza ulaşmak aynı anlama geliyor artık. 

Kötülüğe alışmak, kanıksamak, şaşırmamak; düzenle uyumlu hale gelmeye, olaylara karışmamaya, kabullenmeye çalışmak... Bunlar hep söylendiğinin aksine insanı güvenli hale getirmiyor, bir canlı olarak ölme durumuna daha yakınlaştırıyor.

Peki bizim sorunumuz alışmak mı derseniz, evet alışmak!

En basit görünene alışmakla başlıyor her şey, sonra sıra en mide bulandıranlarına doğru geliyor. 

O yüzden ilk önce insanın insanı sömürmesine, yani kapitalizme alışılmayacak. Alışmayacağız ki iş en kötülerine kadar varmasın.