Gezi zamanıydı, milyonların “Meclis’i boşaltın, hükümeti yalnız bırakın” talebine kulak tıkayıp AKP’yle yan yana geldiler, ülkede yer yerinden oynarken –mış gibi yaparak demokrasi oyununa devam ettiler. AKP o günlerde tarihe karışabilirdi, izin vermediler.
15 Temmuz’daki darbe girişiminde en az cemaatçiler kadar AKP’nin de payı yokmuş gibi yine kol kola girdiler. Hesap sormak yerine Yenikapı’ya giderek iktidarın ömrünü uzattılar. Çanların AKP için çaldığı günlerdi, muhalefet sağ olsun desteğini esirgemedi.
Erdoğan’ın sistemi bir referandumla değiştirmesine göz yumdular. “Meclis işlevsiz kaldı” diye sürekli konuşup, onu açık tutmaya, memur gibi işe gidip gelmeye devam ettiler. AKP’liler bile “acaba olur mu” diye tedirginlikle Meclis’i boykot fikrini tartışırken muhalefet düzenini bozmamayı tercih etti. Neme lazım, iyi kötü bir koltuk da vardı elde.
Her seçimde oyların çalındığını söyleyip, yine her seferinde büyük bir heyecanla seçime koştular. En sonunda kazandığı seçim iptal edildiğinde bile sesini çıkarmak yerine kuzu kuzu tekrar seçimlere girmeyi kabul ettiğinde kimsenin bir şey diyecek hali kalmamıştı zaten. Kuzu kuzu gidildi sandıklara.
Örnekler daha çoğaltılabilirse de bu kadarı yeter. Anlatmak istediğimiz düzen partilerinin AKP’yle mücadeleden daha öncelikli görevleri bu düzeni ayakta tutmak. Dolayısıyla hem düzenin işleyişi hem de kendi koltukları açısından tehlike sezdikleri her ihtimalden koşarak kaçtılar, AKP’yle kolkola girdiler, beraberce yola devam ettiler.
AKP karşıtları ise bu manevraların her birinde bir hikmet, AKP’yi alt etmeye çalışan stratejik bir akıl aramakta ısrar edince; bu fikir itibariyle tutarsız, düzenin selameti açısından tutarlı her muhalefet hamlesine bahane üretmek gibi yorucu bir sporun sahibi oldular.
İşte böyle böyle Erdoğan’ı “alt eden” muhalefet adayı ondan randevu istediğini ilk kez söylediğinde tepki gösteren çok olmuşsa da, bu istek defalarca tekrarlanınca haber değeri bile kalmamıştı. Zaten insanlar da kızmayı bıraktı en sonunda; bu görüşmenin neden gerekli olduğunu, aslında Erdoğan’ı zayıflatan müthiş bir hamle olduğunu savunmaya başladılar...
Erdoğan’sa durmadan hakaret ettiği bir yığın adamı çağırıverdi geçenlerde. Biz bir tanesini tartışırken, hep beraber koşuverdiler Saray’a, çok da memnun ayrıldılar. Kimsenin tartışacak hali de yoktu, isteği de artık. Yine başladılar savunmaya: Hem biraz normalleşme fena mı olurdu.
İmamoğlu durur mu bu jest karşısında; bir müteahhit olarak sömürü, talan, yağma gibi sözcüklere dili varmadığından "israf" diyerek eleştirdiği düzenin parçası olan AKP’li belediyeleri ziyarete başladı. “Bu kenti ortak akılla yöneteceğiz” diye açıklamalara başladı tekrardan.
“E daha bir hafta önce o aklı yerden yere vuruyordun” demedi kimse, diyesi de kalmadı zaten.
Dedik ya, artık bahane bulma sporunun ustası olduk.
Şimdi de tutturmuş IMF-CHP-İYİP görüşmesini diline dolamış bazı soL’cular.
Ne var bunda, tabii ki görüşecekler. Zaten muhalefet de açıklamasında böyle demiş, 2002'de AKP iktidarda değilken kendilerinin de IMF ile görüştüğünü hatırlatmış.
"Demek muhalefet gerçek bir iktidar alternatifi haline geliyor ki emperyalist kurumlar bile ciddiye alıp görüşme yapmaya başlamışlar" diye de düşünülemez mi yani... Eh bunca yıl sonra bu kötü bir şey sayılmaz herhalde!
Sahi biz niye AKP'ye muhalefet ediyorduk?