Antidepresan kullanmanız oy kullanmanıza engel değildir!

Daha seçimlerin tartışılmaya başladığı günlerde aklıma gelmişti, bu işin dönüp dolaşıp psikiyatriye dokunacağı. Bir tek toplumsal cinnet halimizden bahsetmiyorum, toplumca haleti ruhiyemizi anlamak için son bir haftada yaşananları sıralamak bile sanırım yeterlidir. Öte yandan yurttaşlık hakları, oy hakkı ve oy kullanma ehliyeti söz konusu olunca konunun  önünde sonunda psikiyatriye geleceği belliydi. Ve geldi de... Anti-depresan kullanan bir yurttaşın oy hakkının tartışıldığı ortaya çıktı!

“Akıl sağlığı” yurttaşlık haklarıyla ve dolayısıyla da yasalarla yakından ilgilidir. Genelde kaçınılır ama yasalar, yani hukuk ülkemizde “akıl sağlığı” terimini kullanan tek üstyapı kurumudur. Sağlık Bakanlığı dahil kimse kullanmaz, hatta psikiyatristler bile akıldan ziyade ruh sağlığını tercih eder; yasalar ise nettir. Yasalar suç ya da medeni haklarla ilgili olarak ruha değil akla bakar! 

Hukuk için “akıl” ve “akıl sağlığı” kişinin gerçeği değerlendirme yetisini bozan, etkileyen durumları tanımlamakta kullanılır. Yani yasalar için her psikiyatrik bozukluk akılsal yetileri etkileyen bir durum değildir. Yasalar için akılsal yetiler muhakeme, idrak, yargılama ve algılardan oluşur. Mesela duygular yasalar tarafından bir kriter olarak dışarıda bırakılmıştır. Bu nedenle yasalar, doğrudan tanımlanmış olmasa da psikiyatrik sorunları ikiye ayırır: akıl sağlığını etkileyen ve etkilemeyen. 

Yasalar “akıl hastalığı” terimini daha çok psikoz dediğimiz sanrı ve varsanıları içeren durumlar için kullanır. Sanrılar düşüncelerle, varsanılar da algılarla ilgilidir: izlendiğini, takip edildiğini ya da öldürüleceğini düşünmek ya da başkalarının duymadığı sesler duymak gibi. Bu belirtilerin görüldüğü ve en çok bilinen psikiyatrik bozukluk şizofrenidir. 

Öte yandan bu tür yaşantılar bir tek şizofrenide ortaya çıkmaz; bipolar bozukluğa, depresyona, demansa eşlik edebilir; madde ya da ilaç kullanımı sonucu ortaya çıkabilir; epilepsi gibi nörolojik bir hastalığın nöbeti sırasında oluşabilir; daha nadir olarak da kişilik bozukluklarında ya da ağır travmalardan sonra görülebilir. Tüm bu durumların yaşamboyu yaygınlığı Türkiye’de %2,5 civarındadır. Yani toplumun bu kadarlık bir kesimi hayatının bir ya da daha fazla döneminde gerçeği değerlendirmesini, muhakeme ve yargılamasını bozabilecek bir psikiyatrik durum yaşayabilir. 

Yasalar bu durumların içine sanrı ve varsanıların görülmediği bazı durumları da katar: “zeka yetersizliğini” ya da kafa travmalarına, kanama ve kitlelere bağlı beyin etkilenmelerini. Bu durumlarda gerçeği değerlendirmede sorun olmasa bile muhakeme ve yargılamada aksaklıklar yaşanabileceği için hukuk bu hastalıkları da akıl sağlığını, fiil ehliyetini ve yurttaşlık haklarının kullanımını etkileyen hastalıklar içinde değerlendirir. 

Psikiyatrik olsun olmasın bu tür durumlar sözkonusu olduğunda hukuk tıbba, yani genellikle psikiyatriye kişinin durumunu danışabilir. Ayrıca adli tıp bölümüne ya da ilgili bir durum olduğunda dahiliye, nöroloji gibi bölümlere de danışabilir. 

Hukuk tıbba danışmak zorunda mıdır? Kısmen evet, çünkü akıl sağlığı hukuken de  “bilirkişilik” gerektiren bir durumdur. Bu nedenle dava ya da soruşturma konusu olan durumlarda, “belge, beyan ya da gözleme” dayalı olarak hukuk davaya, soruşturmaya konu olan kişinin akıl sağlığını psikiyatriye danışabilir. 

Neleri danışabilir? Medeni kanunu ve ceza kanununu ilgilendiren her konuyu sorabilir. Fiil ehliyetini, yani davranışlarını yönlendirmesini, yani yargılama ve muhakemesini etkileyecek bir durum olup olmadığını sorabilir. Ayrıca etkilenme sözkonusu ise derecesini de sorabilir: tam mı kısmen mi? Kişi karar verebilir mi? Eyleminin sonuçlarını ve anlamını kavrayabilir mi? Günün genel geçer değerlerine hakim midir Evlenebilir mi? Çalışabilir mi? Çocuğunun velayetini üstlenebilir mi?

Oy hakkı ise bu soruların içinde yer almaz. Yani mahkemeler “kişi oy kullanabilir mi?” diye sormaz. Dolaylı bir sonuçtur oy verme hakkının askıya alınması: psikiyatrik bozukluğa bağlı olarak vasi atanan kişinin medeni haklarını kamu adına vasisi yürütür. Kendisine vasi tayin edilen kişi, vasi tayini yapılan süre boyunca tıpkı bir çok medeni hakkını kullanmayacağı gibi oy da kullanamaz. Mülk edinemez, evlenemez, işe giremez, satış yapamaz, maaşını çekemez. Daha doğrusu tüm bunları vasisi aracılığıyla ve mahkeme kanalıyla yapabilir.

Yurttaşlık haklarını düzenleyen medeni hukuk için burada bir kaç önemli sorunsal vardır ve bilirkişilik bunlarla ilgilidir: Bir, kişinin medeni haklarını kısıtlamayı gerektiren bir akıl sağlığı sorunu var mıdır? Yasalar bu konuda az çok nettir. Yukarıda paylaştığım gibi, çoğu psikiyatrik sorun medeni hukukun alanına girmez. Tabii ki sorulabilir ama sonuçta medeni hakları kısıtlayan bir karar çıkmaz. Ve mesela depresyonların %95’inde medeni hukuku ilgilendiren bir durum sözkonusu olmaz. 

Hukuk için önemli ikinci sorunsal ise medeni hakları ilgilendiren bir akıl sağlığı sorunu varsa ne kadar süreceğidir? Bu akıl sağlığı sorunu kişiyi sürekli mi etkilemektedir yoksa geçici midir? Mesela bir yıl sonra, hatta bir ay sonra yeniden değerlendirilmeli midir? 

Bir çok psikiyatrik sorun geçicidir. Depresyon iyileşir, panik atak geçirilir. Manik dönem yatışınca kişi çoğunlukla eski işlevselliğine geri döner. Madde etkisi kalkınca kişinin düşünce ve algıları olağana döner. Bu nedenle medeni hukuku ilgilendiren uzun süreli kararlar daha çok şizofreni gibi psikotik bozukluklarda kullanılır. Kişinin medeni hakları kendisini ve kamuyu korumak için bir süreliğine kısıtlanabilir. 

Ama şizofrenide bile kısıtlama her durumda ve her zaman kullanılmaz. Süre sınırlı, örneğin bir yıllığına karar verilebilir. Ve belirtileri yatışınca bu kısıtlama yine hukuksal çerçevede bilirkişi görüşü alınarak kaldırılabilir. Ayrıca bilirkişilik tek bir kurumdan alınmak zorunda da değildir.

Çatılmalı durumlarda, belirsizlik taşıyan sorunlarda ya da kişinin itirazı ile birden çok kurumdan, kişiden bilirkişilik alınabilir. Mahkemeler de bunu tercih eder. 

Üçüncü olarak ise hukuk ve psikiyatri akıl sağlığına genellemelerle değil tekillikler üzerinden bakar. Yani psikiyatrik bozukluklar medeni hukukla ilgili yurttaşlık haklarımızı herkeste, her durumda, aynı derecede etkilemez. Çünkü örneğin psikoz hayat boyu sürmez. Bipolar bozukluk ya da depresyon dönemseldir, haftalar içinde yatışır. Ayrıca depresyonu olanların sadece %10’u ve bipolar bozukluğu olanların %20’si psikoz yaşar. O da her zaman değil. Yani aynı kişi her depresyonunda psikoz yaşamayabilir. Gerçeği değerlendirmeyi en çok etkileyen bozukluklardan olan şizofrenide bile psikoz sürekli değildir. Sanrılar, varsanılar hem tedaviyle ortadan kaybolur hem de dalgalı bir seyir gösterir. Şizofreni hastalarının sadece %35’i süreklileşmiş bir psikoz yaşar. Yani...

Yani tüm hastalıkları (ama tüm; yani psikiyatrik olanları ve olmayanları) üst üste eklesek toplumun en fazla %1’lik bir kesimi psikiyatrik bozukluklara bağlı olarak medeni haklarını kısmen ya da uzun süreli kullanmaktan mahrum olabilir. Hepsi bu. Bu oranın dışında kalan ve psikiyatrik sorunlar yaşayan milyonlarca insan için medeni haklar kısıtlanamaz. Korku ve endişe yersizdir. Yani depresyonu olan, panik bozukluk geçiren bir kişinin fiil ehliyeti de medeni hukuktan doğan hakları da tamdır. İşine, çalışmasına, oy kullanmasına engel olmaz. 

Tam tersine hukuku da tıbbı da etkileyen düzen hem akıl sağlığımızı bozar hem de iş bulmamıza, çalışmamıza, düşüncelerimizi ifade etmemize, örgütlenmemize, yurttaşlık haklarımızı kullanmamıza ve tabii ki oy hakkımıza engel olur.

Bu nedenle bir tek akıl sağlığımız için değil yurttaşlık haklarımız için de korkmayın, utanmayın, boyun eğmeyin! Yardım almaktan, tedavi olmaktan çekinmeyin. Öfkenizi ilaçlara, kör topal yürüyen psikiyatri hizmetlerine ya da reform üstüne reform geçiren hukuk sistemine değil düzene saklayın!