Mehmet Ali Aybar’ın Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’e dair bazı görüşleri

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul’a alınması tartışmaları bağlamında bir kaç gazetede Mustafa Kemal, Cumhuriyet ve Kurtuluş Savaşı gibi konularda sosyalist solun tutumu ele alındı.  Bu çerçevede, söz konusu makalelerin bazılarında, 1961’de sendikacılar tarafından kurulan Türkiye İşçi Partisi ve genel başkanı Mehmet Ali Aybar’ın konuşmalarından bölümler yer aldı. O nedenle, Aybar’ın Mustafa Kemal’e, Cumhuriyet’e ve onun bazı ilkelerine dair görüşlerine biz de kısaca göz atmak istedik.

1920’lerden bu yana Türkiye Solu’nda yer alan sosyalist-komünist partilerin Kurtuluş Savaşı’na olumlu baktığı, burjuvazinin devrimci dönemine ait bir programla ortaya çıkan Kemalizmin modernleşme projesini destekledikleri bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte şunu da ekleyelim. Gerek Türkiye İşçi Partisi genel başkanının ve gerekse dönemin diğer sosyalist hareketlerinin ve 68 gençlik hareketinin nihai hedefi, kapitalist sömürü sisteminin ortadan kaldırılması ve onun yerine emeğin iktidarının kurulacağı sosyalist bir düzenin inşa edlmesidir. Bir başka deyişle, bu yapıların Kemalist Cumhuriyete bakışları her ne kadar hayırhah olsa da Kemalist Cumhuriyet sosyalistlerin ve komünistlerin son hedefi değildir. Doğaldır ki, Kemalist Cumhuriyetin getirdiği değerler yapıcı bir eleştiriye de tabi tutulmuştur.

Gelelim sayın Aybar’ın görüşlerine.

Aybar çocukluk yıllarından itibaren  Kurtuluş Savaşı’na büyük bir bağlılık içindedir çünkü İstanbul’un işgaline tanıklık etmiştir.  Nihat Sargın, anılarında, TİP’in bir Genel Yönetim Kurulu toplantısında bu olayları anlatırken sesinin titrediğini ve gözlerinin dolduğunu anlatır. Ne var ki, bu saygı ve sevginin eleştirel bir tutumla birlikte gittiğini görürüz . Özellikle bağımsızlıkçı ve tarafsız politikalarını çok takdir ettiği Mustafa Kemal’in ölümünün 26. Yılında yayınladığı bildiride “… Atatürk’e bağlılığımızı gene türlü biçimlerde yerine getireceğiz. Bu bağlılık gösterilerinin hemen hepsi, duygusal söylevlerden ibaret kalacaktır… Onun öğretisine en çok muhtaç olduğumuz şu günlerde Atatürk’ü yüreğimizle olduğu kadar hattâ daha çok kafamızla sevmeliyiz “ diyen Aybar Kurtuluş Savaşı Türkiyesi’nin eleştirilmesi ve “yapısındaki … ters gelişmeye imkân vermiş olan boşlukların” ortaya konması gerektiğine inanmaktadır. Aybar’a göre ”Atatürk gibi akılcı, gerçekçi ve ilerici büyük insana” saygı ve sevgiyi göstermenin yolu, Kurtuluş Savaşı yılları ve sonrasını eleştirerek karşılaştırmak ve “böylece halkımızın iktidara gelmesine hizmet edecek maddi ve fikri (düşünsel) araçları meydana getirmektir”.

Aybar,  M. Kemal’in 1 Aralık 1921 tarihli konuşmasına sık sık vurgu yapar. Bu konuşmada geçen “… Sırtüstü yatmak ve hayatını çalışmadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur! … Halkçılık, toplum düzenini emeğine, hukukuna dayandırmak isteyen bir sosyal doktrindir. …Biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için, toptan milletçe bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşmayı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız” sözlerinden çok etkilenmiştir. 1964’de yaptığı bir konuşmada Kurtuluş Savaşı’nda savaşan halkın,  padişahın buyruklarına ve şeyhülislamın fetvalarına karşı koyarak, sadece işgalci düşmanla değil ama  “dünyada kurulu zulüm ve istibdat düzeniyle yani kapitalizm ve emperyalizmle de” savaştığını söyler. Yine, bu sözlerin hemen ardından, ülkenin bağımsızlığını temellendirecek köklü dönüşümlerin yapılmadığını ya da yapılamadığını, ülkenin toplumsal yapısının savaş öncesindeki gibi kaldığını, toprak ağalarının, aracı tüccarların ülke ekonomisinde egemenlik ve etkilerinin sürdüğünü, zaferden sonra toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde ise Türkiye’nin özel teşebbüs yoluyla kalkınacağı ilkesinin kabul edildiğini ekler. Kongrede sınıfların varlığını kabul eden Atatürk onların çıkarlarının çelişkili olmadığını iddia etmiştir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti “kapitalizme doğru adım adım yol almış” ve İttihat Terakki’nin rüyası olan burjuva sınıfı yasal yolla hegemonyasını kurmaya başlamıştır.  Aybar’a göre bu kabul edilemez bir durumdur çünkü o günlerde kapitalizmin varlığına bağlı olarak emekçiler ve burjuvazi arasında gerçek bir sınıf mücadelesi süregelmektedir. Buna rağmen, Aybar’a göre Kemalizm “sol bir ideoloji”dir ve Mustafa Kemal ve arkadaşlarının tuttuğu yol “solda olan, sola giden” bir yoldur çünkü “kapitalizmin dize getirdiği bir ulusun kapitalizme sarılarak ayağa kalkması” olanaksızdır.

TİP’in ikinci genel başkanı Behice Boran ise bu konuda önemli bir teorik  bir saptamada bulunur. Halk hareketi olarak yürütülen bir devrim ya da bir milli kurtuluş hareketi sona erdiğinde  bunlara öncülük eden burjuvazi – ki bizim ülkemizde küçük burjuva aydın tabaka öncü olmuştur- mücadele dönemindeki ideolojik duruşundan geri adım atar ve “burjuvazinin sınıf ideolojisinin sınırları içine çekilir”.  Boran’a göre, Türkiye’de ve bağımsızlık mücadelesi vermiş olan bir çok geri kalmış ülkede olan budur. Savaş sonrası iktidara gelen yönetici kadro, İmparatorluktan devraldığı toplumsal yapıyı batı modeli kapitalist bir yapıyla değiştirme politikasını izlemiştir.

Bu arada Cumhuriyetin ilk dönemlerinde çıkan yasalara dair Sovyet kaynaklarındaki bir yorumu da aktarmadan geçmeyelim.  Bu kaynaklara göre, 1920 yılında çıkarılan Misak-ı Milli, Hıyanet-i Vataniye, Seferberlik, Tüm Milis Güçlerinin ilgası, Jandarma ve polis Güçlerinin Örgütlenmesine dair yasa ve benzerleri ve 1921 Anayasası ile getirilen iktidarın birliği, emekçi sınıfların çıkarlarının savunulması ve bu sınıfların devlet yönetimini paylaşmalarını amaçlamamakta, tam tersine yeni kurulan kapitalist sistemin temellerini ve zayıf Türk burjuvazisinin hegemonik pozisyonunu güçlendirmeyi hedeflemektedir.

Cumhuriyet ve halkçılık ilkesi konusunda ise Aybar’ın yazdığı 1965 TİP programında şu tümceler vardır:

“Halkçılığın devlet ve hükümet şekli Cumhuriyettir. Cumhuriyetçilik, fert ve zümre hakimiyetine, saltanat fikrine karşı durur. TİP, Kurtuluş Savaşı Türkiyesi’nin bu iki temel ilkesine candan bağlıdır”.

TİP halkçılıktan neyi anlamaktadır?

Yine programdan uzun da olsa gerekli bir alıntı yapalım;

“ … İnsanın ve insan emeğinin en yüce değer olarak tanınması bizi halkçılık ilkesine götürür. Bütün zenginliklerin, maddi ve manevi bütün değerlerin  biricik yaratıcısı olan halkımız, politik iktidarın da kaynağı ve gerçek sahibidir… Halkçılık, emekçi halkı toplumun itici, yönetici ve düzenleyici kuvveti olarak tanımak ve toplum düzeninin buna göre kurulması imkânlarını hazırlamaktır. Halkçılık, emekçi halkı bir numaralı vatandaş durumuna yükseltmektir. Halkçılık, demokrasiyi gerçekleştirmek, toprak ağalığının, yabancıya aracılık eden ticaret ağalığının ve müttefiklerinin ekonomik kalkınmayı, demokrasiyi, sosyal adalet ve güvenliği köstekleyen gerici ve tutucu etkilerini önlemektir. Halkçılık, sömürgeciliğin her türlüsüne, sömürücülüğün her çeşidine karşı koymaktır”.

Bütün bu alıntılar ve görüşler bize TİP programında ve genel başkanların ifadelerinde devlet ve hükümet biçimi olarak Cumhuriyetin desteklendiğini, halkçılıktan burjuvazinin değil emekçi halkın refahı ve siyasal iktidarının, sömürüsüz bir toplum düzeninin gerçekleşmesinin anlaşıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle, Kemalizmin bağımsızlıkçı, aydınlanmacı ve ilerici geleneğine sahip çıkılmakta ama Kemalist burjuvazinin İktisat Kongresi sonrasında benimsediği siyasal ve ekonomik hedefler paylaşılmamakta ve eleştirilmekte; sosyalist bir toplum hedefi vurgulanmaktadır.

AKP faşizmiyle taşınan karanlık ve kötülüğün yaşamımızın  her zerresine işlediği  düşünülecek olursa,  günümüzde de Kemalist burjuvazinin aydınlık, ilerici yüzünü ve üst yapıda gerçekleştirdiği seküler reformları,  özellikle ilk dönemindeki bağımsızlıkçı tutumunu, Cumhuriyeti desteklemek elzemdir. Ne var ki, Türkiye emekçi halkını kurtaracak, Türkiye’yi içinde bulunduğu karanlıktan çıkaracak olan emekçilerin kuracağı sosyalist bir cumhuriyetidir.  

Özlenen ve uğrunda insanlığın savaşmayı sürdürdüğü düzen, tüm işleyişin paranın saltanatına değil ama insanın gereksinmelerine dönük olduğu, kulluk, kölelik ve baskının olmadığı, zengin yoksul, güçlü güçsüz, ezen ezilen çelişkisinin sonsuza dek yokolduğu, insanların eşit, kardeşçe ve birarada yaşadığı bir düzendir.