Paylaşıl(a)mayan devlet kavgası

Yeni yıla geçmiş yılların tüm kiriyle girdik. Her yeni yıla dileklerle başlasak da, dileklerin yalnız başına bir değişim sağlamadığını biliyoruz. Yine de aydınlık, özgür ve temiz bir gelecek dileklerimle…

Yılın ilk yazısına Bermuda adalarına uzanarak başlama gereği duydum.

Bermuda ana adası ekosistemi/doğal dengesi üzerinde yaşamını sürdüren, karıncaları sorun olarak gören işgüzar yetkililer, dışarıdan adaya karıncayiyen ve kertenkele getirirler. Birkaç yıl sonra, 1946 yılında nereden geldiği, nasıl ürediği bilinmeyen bir böcek fark edilir. Bu böcek beş yıl içinde adadaki sedir ağaçlarını yüzde seksen beşini yok eder. Çözüm için dışarıdan adaya bu böceği yiyen (bizdeki tekke böceğine benzeyen) bir başka böcek getirilir. Ancak kertenkeleler bu son gelen böceği daha lezzetli buldukları için karıncaları bırakıp bu böcekle beslenir, daha da çoğalarak sorun olurlar. Bu defa dışarıdan kertenkele yiyen Kiskadee türü bir kuş getirilip adaya salınır. Ancak bu kuşlar kertenkelelerle beslenmek yerine, yalnızca Bermuda adasında bulunan Vireo kuşlarının yavrularını yemeye başlarlar. Öyle bir yere gelinir ki, karıncalar, sedir ağaçlarını yiyen böcekler, kertenkeleler ve Kiskadee kuşları daha da çoğalıp gerçek bir sorun olurken, Vireo kuşları nesli tükenme tehlikesiyle baş başa kalır.

Toplum ve siyaset yasaları doğa yasaları gibidir. Siyasetin ekosistemi dar kesimlerin çıkarı üzerinden yapılandırılmaya çalışıldığında, önüne geçilmesi zor dengesizliklere yol açar.

Türk(iye) siyaseti daha başından, şekillendiği günden bu güne, bir türlü doğal dengesi üzerine otur(a)mayan bir yol izledi. İstikrar ve demokrasiye evrilme emareleri gösterse bile, bunun bir yanılsamadan öteye gitmediği görüldü.

Demokratik kültür ve ihtiyaç gereği, farklı düşünen örgütlü güçler, her zaman koalisyon ve güç birliğine gidebilir. Bu birlik, belirli toplumsal ve örgütsel ilkeler üzerinde kurulur. Birliktelik sona erdiğinde, belirli küçük kırılmalar yaşansa bile, toplumsal bir tahribata yol açmaz. Ancak çıkarın ideallere baskın geldiği ilkesiz tüm ortaklıklar, her zaman bir fay hattı üzerinde dururlar. Paylaşmanın demokratik bir kültür olarak bir zihniyet haline getirilmediği Türkiye’de, ortaklı yönetimlerin hangi sıkıntı ve sorunları beraberinde getirdiği bilinir.

Çözüm aranırken demokrasinin temel, evrensel ilkelerine başvurmak yerine, Bermuda adasında olduğu gibi karıncayı kertenkeleye yedirme yöntemine girişilir, dolayısıyla siyasette aranan ilk çözüm yöntemi yeni sorunların anası olur. Son örneğini, adı kon(ul)mamış bir koalisyon devleti olan AKP iktidarının, rüşvet ve yolsuzluklarını ortaya çıkaran operasyonla nasıl bir seyir izlediğini izleyerek tekrar gördük.

Siyasal tarihin en büyük yolsuzluk operasyonunun yapılması üzerine savunma refleksiyle devreye giren iktidar partisi ve yandaşları bir “paralel devlet” tespitiyle, dış düşmanların geliştirdikleri operasyon diyerek feryadı bastılar.

Bir devlet coğrafyasında paralel devlet olur mu? Olur. Devletin varlığına rağmen, devletten gizlilik perdesi -bu perde bazen yarı şeffaf olabilir- altında erk ve yetki sahibi olmanın örgütlenmesi olarak tanımlanabilir.

Paralel devlet algısı yaratılarak yeni bir İstiklal savaşı için Samsun’da meydan konuşmaları zinciri başlatan Erdoğan, toplumun dini, milli ve geri duyguları üzerinden kendisini düze çıkarmaya çalışırken, farkında olunmadan “paralel devlet” söylemi içinde olanlar da Erdoğan’a istemeyerek de olsa bir kolaylık sağladılar.

AKP, “Paralel devlet”, “Devlet içinde çete” dedikleriyle on bir yıl, belki daha fazla yıl öncesi hep beraber yola çıkıp, hep beraber ıslanmadı mı iktidar yollarında? Evet.

Dünün canciğer kuzu sarması dostluğu, “inine girilmesi gereken canavarlarla”, “dünyanın tüm lanetini hak eden lanetliler” düşmanlığına toplumun çıkarı için mi dönüştü? Hayır.

Bir daha anlaşıldı ki, vatan millet hassasiyeti üzerine İslami hassasiyeti oturtanlar, istismar ve sömürü çarkını öncekilerine göre daha mahir bir şekilde döndürmüşler. Ne zamana kadar? Çıkar ilişkilerinin çıkar çatışmasına evrildiği güne kadar.

AKP’nin yeni devlet paradigması idealinden, kavga günlerine...
On bir yıllık iktidarları döneminde tüm kadrolaşmalar, ayrıştırmalar ve fişlemeler yeni devlet paradigması amacıyla yapıldı. AKP tüm bu uygulamaları devlet erkine yasal/gayri yasal yollarla ortak ettiği, bugün “paralel devlet”, “çete” dediği yol arkadaşlarıyla yaptı.

On bir yıllık iktidarları döneminde tüm kadrolaşmalar, ayrıştırmalar ve fişlemeler yeni devlet paradigması amacıyla yapıldı. AKP tüm bu uygulamaları devlet erkine yasal/gayri yasal yollarla ortak ettiği, bugün “paralel devlet”, “çete” dediği yol arkadaşlarıyla yaptı.

AKP ve içinden çıktığı siyasi geleneği siyasi varlık nedeni bir “kurucu irade” olarak devletleşme idealiyle iktidar olmaktır.

Var olan devlet içinde devlet olmak için, ya illegal, sonucu kanlı/kansız olan yollarla iktidar ele geçirilir, ya da demokrasinin göstermelik yüzü sandık iktidarıyla, baskıcı/yasal uydurmalı “yasal” yollarla kurucu iradenin dönüşümü sağlanır.

Bu geleneğin babalarından N. Erbakan “Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş süreci sert mi olacak, yumuşak mı olacak? Kanlı mı olacak, kansız mı olacak?” diyerek bu ideali dışa vurmuştu.

AKP öncesi “kurucu irade”, meşruti /ümmetçi yönetim anlayışına karşı kısmen boğuşarak, kısmen uyuşarak var olmuş tekçi/ulusalcı/Laik bir iradeydi. AKP, bu kurucu iradenin yerine yeni bir irade ikame etmek için, bu iradeden rahatsız İslami güçlerin desteğiyle adı konmamış bir koalisyon iktidarıdır. Dolayısıyla iktidar olma amacı klasik bir hükümet olmak değil, ulusal/İslami yeni bir devlet paradigmasıdır. Bu yönüyle, eski kurucu iradeye karşı “yasal” örgütlenmeyle var olan bir paralellik söz konusudur. Eğer paralellik içinde ikinci bir paralellikten söz edilirse, on bir yıldır AKP’nin bu paralel güçten haberi olmadı mı? Olmadı diyemezler. “Ne istediler de vermedik” diyen başbakanın kendisiydi.

On bir yıllık iktidarları döneminde tüm kadrolaşmalar, ayrıştırmalar ve fişlemeler yeni devlet paradigması amacıyla yapıldı Aleviler, Müslüman olmayan diğer azınlıklar, solcular, sosyalistler, tüm laik/seküler yaşama arzusu içinde olanlar, öteki ve hedef durumuna konuldu. AKP tüm bu uygulamaları devlet erkine yasal/gayri yasal yollarla ortak ettiği, bugün “paralel devlet”, “çete” dediği yol arkadaşlarıyla yaptı. Yapmak zorundaydı. Çünkü ideallerini gerçekleştirmenin yolu buradan geçiyordu. Ve hepsi beraber bir “değiştirici irade” rolü üslenmişlerdi.

“Değiştirici irade” bir yandan “kurucu irade” olma olanaklarını yakalarken, koalisyon taraflarının ideallerinden daha ağır basan erk ve çıkar kavgası birkaç bavul kirli çamaşırı ortalığa saçtı.

Televizyon ekranlarında apaçık ortada duran hırsızlık ve yolsuzluk görüntülerine karşı Erdoğan “gereği neyse o yapılacaktır” demek yerine, meydan meydan dolaşarak “bu dışarıdan hazırlanmış bir tuzaktır, iftiradır, dış güçlerin bizi bitirme oyunudur, istiklalimize vurulmak istenen darbedir vb.” bir panik ve savunma psikozuna girdi.

Yasal gerek içinde yolsuzluk iddiasının üzerine gidilmesi gerekirken, yetki gücüyle operasyon ve yargı güçlerinin üzerine gidildi. Yargı üzerindeki yürütme gücü arttırılarak, yolsuzluk yapan zanlılara ve de yapmış olanlara uzanacak operasyonların yolu kesildi.

Hukuksuz uygulamalarıyla kendilerinden olmayanlara yaşamı çekilmez kılan ortaklar, yeni devleti inşa ederlerken bir yandan da karşılıklı “şantaj veri bankaları” oluşturmayı da elden bırakmamışlar. Bu veri bankalarının kasaları açıldıkça çalmalar, çarpmalar, çırpmalar açığa çıkacak, dara düşüren gerçeklikler karşısında her zamanki gibi yine Allah’a ve dış düşmanlar yalanına sığınacaklar.

Siyasette yalanın gücü iktidarın korku ve nimet gücüyle birleştiğinde nelere kadir olduğunu en iyi Hitler bilmiş olacak ki Propaganda Bakanı Goebbels’e, kitleleri uyutup yönlendirmenin en kolay yolunun “ Yalan… Yalan… Yalan… Bir yalan ispatlanıncaya kadar çok yol alınmış olur. Yeni yalanı devreye sokarsınız” talimatını vermişti.

Bu yöntem, Türkiye’de de farklı doz ve tonlarda kullanılarak, yönetmenin ana referansları arasında hep yerini korudu. Üstünlerin hukuku, hukukun üstünlüğü lafzıyla örtülerek… Bireysel, toplumsal hak ve çıkarlar kutsallara feda edilerek… Demokrasi denildikçe işte sandık denilerek… Kuvvetler ayrılığı sadece yazılı senetlere sığdırılarak… Ordu ve din vesayeti korku kaynağı yapılarak... Vb… Bir miras devriyle bu günlere gelindi.

Birkaç bavul dolusu bu kirlilik, depolar ve hangarlar dolusu kirliliklerin olduğunun habercisi gibi duruyor. Şimdilik… Kim kimin paraleli? Belki bir gün anlarız!