Ben bir asker kaçağıyım... Hesap ne yana düşer usta?

Askerlik nedir? Gençler neden askere gönüllü gitmek istemez? Asker yolculamalarında şenlikler yapılsa da, gidenlerin arkasından yakınları neden ağlar? Toplumun tuzu kuruları askerlik konusunda neden bu kadar rahattır? Yemen türküleri, asker türküleri neden bu kadar yanıktır? Hiç düşündünüz mü?

“Zenginimiz bedel öder
Askerimiz fakirdendir”

Yemen’den Dönemeyenlerin Türküsü

Osmanlı askerlik sisteminin insan kaynağı, zoraki devşirme yöntemlerle çocukları ana kucağından koparılan öteki halklardır. Yeniçeri ocağı, daha küçük yaşlarda ailelerinden alınan çocukların, aile ve toplum disiplini dışında yetiştirildiği asker ocağıdır. Tüm düşünsel ufku öldürme, yağmalama ve yenme üzerine şekillenen bir dünyayla sınırlıdır.

Bugün de zorunlu olarak askere alınanlara, askerlik ocağının uyulması mutlak gerekli kurallar dünyası olduğu söylenir. Hiçbir şey sorgulanmaz. Verilen emir, aklın ve mantığın ne kadar dışında ve uzağında olursa olsun, sorgulanmazlık kuralı değişmez.

“Vatan/Millet sana can feda” gibi “kutsanmış” değerler öne çıkarılsa da, egemenler ve tuzu kurular bu “kutsal yükün” ortağı olmazlar. Zenginliklerinin küçük bir parçasını sunarlar parasal bedel. Yoksulun canı, zenginin bir miktar parası...

Dönem dönem çıkarılan “bedelli askerlik” yasalarıyla, rezerv oluşturmuş tuzu kuruların çocuklarına askerlikten kurtulmanın yolları açılır.
Son olarak 2013 yılında çıkarılan bu yasayla, dönemin Milli Savunma Bakanı bedelli askerlikten 460 bin kişinin yararlanabileceğini söyledi. Ancak bedel o kadar yüksek tutuldu ki, (30 bin TL.) dört yüz bine yakın genç bu fırsattan yararlanamadı. Yararlananların bir kesimi de çeşitli zorluklarla bu bedeli karşılayabildiler.

Başvurular bittikten sonra AKP’nin bir başka bakanı, 67 bin 630 kişinin bedelli askerlikten yararlandığını, elde edilen gelirin 2 milyar 28 milyon TL. olduğunu belirtti.

Bedel neden yüksek (30 bin TL.) tutuldu? Yasadan sadece zenginler yararlansın diye. Ya yoksullar? Hayır. Çünkü askerlik ocağının o ceberrut yüzünü, gücünü ve korkutuculuğunu herkesin görmesi gerekir. Yüz binlerce gencin boşa harcanan hayatı, enerjisi ve emeği üzerinden, iktidarı sağlama almanın sigortası olarak görülür bu yöntem.

Oysaki ezici çoğunluğu işsiz üniversite mezunu olan bu gençlere olanak sağlanmış olsaydı, yaklaşık 4 bin 5 yüz TL ödeyen herkes bu fırsattan yararlanacaktı ve gelir yine yaklaşık, 2 milyar 28 milyon TL olacaktı.

Olmadı. Şimdi de asker kaçağı olan yaklaşık bu dört yüz bin gencin, AKP’nin yakalama operasyonlarına karşı nasıl bir sıkıntı içinde olduğunu varın bir düşünün.

20 yılda 401 ‘kuşkulu asker ölümü’
Bir insan sırtından vur(ul)arak nasıl intihar eder? Bir insan iç organlarını nasıl darp eder? Altı kurşunla nasıl intihar edilir? Kalbe iki kurşun nasıl sıkılır? Bir kurşunla ölenin giysisinde nasıl üç kurşun izi olur?

“Zorunlu askerlik sadece uygarlığın devamı için değil, varlığımız için de ciddi bir tehlike oluşturur”
Albert Einstein

Burjuva karakterli de olsa, demokrasiyi içselleştirmemiş ülkelerde askerliğin insan kaynağı zor alıma dayanır. Doğaldır ki, zorla alınıp götürülenlerin kaderi egemenin tasarrufundadır. Askere alınan, artık özgür birey/insan değil, kışlanın envanter defterinde kayıtlı bir mal gibidir. Ondandır ki, ana kucağından sağ alınıp tabut içinde geri getirilen askerin sorgu suali yapılmaz. Yalnızca “Vatan sağ olsun” denir.
Bir insan hakkı ihlali olan “zorunlu askerlik”e karşı “vicdani ret” hakkını kullanmaya çalışmak, Türkiye’de bir ömür boyu karakol, askerlik şubesi, mahkeme, cezaevi arasında dönüp duran bir işkenceye dönüşür. Dünyada daha 1916 yılında yasalara girmiş olan vicdani ret hakkı ne yazık ki, bizde verilen cesurca mücadele örneklerine rağmen, hala hak olmaktan uzak bir yerde durmaktadır.

Askerliği bir öldürme öğretisi ve sanatı olarak görenler, ölmek ve öldürmek istemediklerinden bu hakkı kullanmak için direnseler de, ezici çoğunluk karşı koyma olanak ve iradesinden yoksun olduğundan, netameli kışla günleri başlar. Bazen yaşam burada noktalanır. Sonuç olarak otuz yıllık kirli savaş, çatışmalarda on binlerce gencin canına mal olurken, binlerce gencin yaşamı da kuşkulu ölümlerle son buldu.

İHD’nin geçen yıl hazırlanan raporuna göre, 20 yılda 401 asker kuşkulu şekilde yaşamını yitirdi. Bu sayı, gün yüzüne çıkarılamamışların yanında ne kadar kalır bilinmez.

Kayıtlara eğitim zayiatı olarak geçen kuşkulu asker ölümleri, Kürtlerin ve diğer halkların hak arayışı mücadelesiyle ilintilidir. Büyük çoğunluğu Kürt, Alevi, Ermeni ve solcu/devrimci olan yoksul halk çocuklarının ölümlerine çeşitli nedenler sunulurken, kayıtlara en çok da “intihar” olarak işlendi. Askeri birlikte yazılan tutanaklarla, doktorun verdiği rapor hep birbirinden farklı oldu.

Bu kuşkulu asker ölümlerinin her biri arkasında birer acı öykü bıraktı. Çoğunun cenazeleri ailelerine gösterilmeden defnedildi.

Kuşkular hiçbir zaman giderilemedi.

Bir insan sırtından
vur(ul)arak nasıl intihar eder? Bir insan iç organlarını nasıl darp eder? Altı kurşunla nasıl intihar edilir? Kalbe iki kurşun nasıl sıkılır? Bir kurşunla ölenin giysisinde nasıl üç kurşun izi olur?

Hastanenin ilk raporunda sırtından giren G-3 mermisinin göğsünden çıkması sonucu öldüğü belirtilen Serhat Yıldız... Ancak, daha sonra askeri yetkililerce ikinci bir hastanede otopsi yaptırılarak, yeniden verdirilen rapora, Serhat’ın göğsünden vur(ul)arak intihar ettiği yazdırılır.

Otopside “aldığı ağır darbelerle iç organlarının parçalanması sonucunda öldüğü” tespit edilen rapora rağmen, intihar ettiği söylenen Burhan Güzelaydın...

Altı kurşunla intihar ettiği iddia edilen Sait Özdemir...

Terhisine üç gün kala firar ettiği açıklanan ve kalbinden iki kurşunla vurulmuş halde bulunan Nihat Özcan...

Yakın mesafeden tek kurşunla “intihar ettiği’ açıklanan Emrah Demirel... Cenazesi ailesine gösterilmeyen Emrah’ın giysilerinde kanlı üç mermi deliği vardır.

Diyelim ki intihar... Sormazlar mı? “İnsanlar askerde neden intihar eder” diye?

‘Analar Mehmetçik doğurur Sikorski doğurmaz’ diyenler unutulmadı
Siz hiç, aylarca hasret kaldığınız yirmi yaşındaki oğlunuzun yüzünü görmeden, sadece ayaklarına sarılıp öperek toprağa gömdünüz mü?

Hakkari’de askerlik yaparken Alevi olduğu ve Ramazan orucu tutmadığı gerekçesiyle başka bir asker tarafından öldürülen Ali Arslan...
Ali, bazı askerler tarafından sürekli horlandığını, rahatsız edildiğini, komutanlarının buna kayıtsız kaldığını yapılan telefon görüşmelerinde ailesine hep bildirir.

Sıcak bir Ağustos günü, kışlada başından vurularak öldürülen Ali’nin cenazesi Erzincan’ın Palanga köyüne getirilir.

Çoğu zaman yapıldığı gibi, askeri yetkililerce, olayın basına yayılması engellenip, sessizce örtbas edilmesine çalışılır.

Annesinin, babasının, kardeşlerinin ve yakınlarının tüm ısrarına rağmen, Ali’nin yüzü ailesine gösterilmez. Sadece ayaklarının annesi tarafından görülmesine izin verildikten sonra, cenazesi toprağa verilir.

Oğluna canlı sarılmayı bekleyen anne, oğlunun yüzünü bile göremeden, ölü bedenine bile sarılamadan, benzer öyküleri olan yüzlerce, binlerce anne gibi acıların karanlığına gömülür.

Acılar çoğalırken iki uçlu yaşam da davam eder.

Osmanlı’nın işgalle kazanılan mülkü için Yemen’e gidip kızgın topraklar üzerinde can veren yüz binlerce gençten geriye sadece hüzünlü yarım öyküler ve yanık türküler kaldı. Adları yok.

Bir tek kurşun dahi atmadan, yırtık yazlık elbiseleriyle Sarıkamış’ta doksan bin ana kuzusu donarak can verirken, Enver paşa sıcak otelinde sevgilisi Naciye Sultan’a telgraflarla aşk nağmeleri yazıyor, fino köpeğinin sağlık durumunu soruyordu.

Yaklaşık altmış yıl önce emperyalizmin çıkarları için, Koreli yurtseverleri boğazlamaya gönderilen binlerce Türkiyeli gencin yaşamı üzerinden Amerika dostluğu kazanıldı.

Dünden bu güne, görünümde bir değişiklik olsa da, temel zihniyette bir değişiklik olmadı.

Dağlarda yoksul Kürt ve Türk gençleri birbirlerine vurdurulurken, savaş rantı üzerinden yeni servet ve sermaye tepeleri oluşuyor.

Otuz bin insanın öldüğü kirli savaşta “Analar daha çoook Mehmetçik doğurur, ama Sikorski helikopteri doğuramaz” diyerek, malı candan daha değerli bulan askeri yetkili unutulsa da, bu söyledikleri unutulmadı.

Afyon’daki silah deposunda meydana gelen patlamada yirmi beş erin yaşamını yitirdiği o feryat figan içinde, Afyon valisinin Genel Kurmay Başkanıyla zevk ve şevkle hediye alma/verme görüntüleri belleklerde tazeliğini koruyor.

İşte “kutsal” ocakta insan değeri... “Vatan, Millet, Sakarya”yla gizlenmiş bir trajedi gerçeği... Ve gençlerimiz zorla askere alınıyor. Fazla söze gerek var mı usta?