Türkiye'de burjuva deyince ilk akla gelen isimlerden birisidir Bülent Eczacıbaşı. Sınıfını temsil ehliyetine sahip Bülent Bey, hem yakın zamanda yayınlanan kitabında, hem de kitap vesilesiyle verdiği mülakatlarda Türkiye sermaye sınıfının ülkenin içinden geçtiği döneme bakışını gayet iyi özetliyor. Eczacıbaşı, kendi ifadesiyle, Türkiye'nin hikayesini kaybettiğine inanıyor.
Nedir Bülent Bey'e göre Türkiye'nin hikayesi?
Soğuk savaş yıllarında hür dünyanın doğudaki bekçisi ve NATO'nun kalesi, hemen ardından Özal'lı yıllarda küreselleşmenin parçası, dinamik ve liberal Türkiye, son olarak AKP iktidarında hızla büyüyen, iddialarını arttıran, müslümanlıkla liberalizmi harmanlayan bir ülke...
Ne oldu bu hikayeye?
Bu kısımda Bülent Bey anlaşılır nedenlerle yüksek sesle konuşmuyor. Ama herkes biliyor ki bu iş son baş aktör AKP'nin pek çok alanda duvara toslamasıyla bitti. Türkiye ekonomisi bir krizin içerisine yuvarlandı, siyasi alanda başkanlık sistemine geçilmesine rağmen pek çok sorun kalıcılaştı, AKP döneminde biriken toplumsal gerilimlerin çözülmesi imkansız bir hal aldı.
Patron sınıfının yetkin bir temsilcisinin de itiraf ettiği gibi Türkiye'de bir devir sona erdi ve Türkiye'de düzenin gerçekten yeni bir hikayeye ihtiyacı var.
Ne yapacaklarını bilmiyorlar ve bu yeni hikaye ortaya çıkmadan, bu hikayeyi kimin anlatacağı da, rollerin nasıl dağılacağı da belli olmuyor doğal olarak.
AKP'nin geleceği de tam olarak buna bağlı ve AKP'nin artık gayet tecrübeli olarak görülmesi gereken lideri Erdoğan da hem hikayenin seyrinin, hem de içinden geçilen dönemin dinamiklerinin farkında. Erdoğan, kendi imzasıyla yurtdışında prestijli bir dergide yayınlandığı makalede Türkiye'nin tabii ki süper bir güç olamadığını ama bölgesindeki iddiasını koruduğunu söylerken yeni bir hikaye için işaret veriyor aslında.
Türkiye kapitalizminin geleceğine dair bir senaryo için hem yerli patronlara mesaj yolluyor, hem de uluslararası sermayeden bir onay bekliyor.
AKP lideri kendi siyaset tarzına uygun bir şekilde hikayenin asıl sahipleri olan Türkiyeli patronlara yeniden içe dönmenin, daha mütevazı mevzilere dönmenin zorluğunu hatırlatıyor. Elbette, bu hatırlatmanın kendi siyasi geleceğiyle doğrudan bir ilişkisi var. AKP liderinin bu tarz bir hikaye için en doğru ismin kendisi olduğuna dair bir şüphesi yok.
Ama Eczacıbaşı'nın da ifade ettiği gibi belirsizlik büyük ve kısa vadede çözülmesi zor. Çünkü belirsizliğin yalnızca Türkiye ile ilgili olmadığı artık herkesin malumu. Paranın düzeninin tüm dünyada yeni bir hikayeye ihtiyaç duyduğu ortada. Bu hikayeyi farklı nedenlerle de olsa Trump veya Merkel gibi liderlerin yazamayacağı da...
Hikaye açık ki onların hikayesi. Bülent Eczacıbaşı, NATO'nun doğudaki kalesinin, önce küreselleşip sonra dinci gericiliğe teslim edilişini anlatırken patronların rol ve sorumluluğunu da açıkça ifade ediyor. Bu hikaye iyi gittiğinde Türkiye iyi gitmiyor aslında. Kazanan yalnızca onlar oluyor. Patronların anlattığı hikayeden bizim payımıza NATO'nun ve ABD'nin askerliği ve hizmetçiliğini yapmak, uluslararası sermaye ve onun yerli ortaklarının ucuz emek ve sömürü cenneti olmak, dinci gericiliğin yarattığı koyu karanlıkta yaşamak düşüyor. Hikayenin tüm evreleri birbirini hem takip ediyor, hem de gayet güzel bütünlüyor.
Onlar hikaye anlattıkça biz kaybediyoruz. Ama bugün büyük bir boşluk oluştuğunu, Türkiye'de düzenin topluma anlatacaklarının sınırlı olduğunu kendileri dahi kabul ediyor. O halde, patronlar ve onların temsilcileri hikayesiz kalmışken, işçilerin kendi hikayelerini topluma mal etmelerinin şimdi tam zamanı. Belirsizliğin fazla sürmeyeceğini, belirsizlik sürse dahi bunun şimdiki iktidar sahiplerine yarayacağını ve hikayesizliğin kendisinin bile bir hikayeye dönüşme ihtimalini bilerek, hiç gecikmeden hem de...