Dört büyük kriz yalanı

Türkiye'de yalan AKP ile birlikte bir eşik atladı. Türkiye sağı ezelden beri hep yalancıydı. Ama bu konuda AKP'nin eline kimsenin su dökemeyeceği defalarca ispatlandı.

Ancak AKP eşiği geçerken yalnız değildi. AKP'nin kendi yalanları serpilip geliştikçe, muhalefetin AKP ile ilgili ortaya attığı yalanlar da tartışılmaz doğrular olarak kabul edildi.

Kriz ise tüm bu sürecin üzerine tuz biber ekti. Kriz zamanları gerçeklerin kendiliğinden ortaya çıktıkları zamanlar değil. Bu düzende gerçek her zaman bir mücadelenin konusu. Krizle birlikte sorunlar büyüyüp derinleşirken, bunların üzerini örtecek yalanların da büyümesi doğal. Krizin gerçeklerin daha şiddetli bir şekilde ortaya çıkması için bir zemin yaratması sorunun ve yalanın aynı anda büyümesiyle ilişkili.

Şimdi, gerçekler için mücadele etmenin tam zamanı ve işte size AKP hakkında ortada dolanan ve kriz zamanı büyüyen dört büyük yalan. 

Bir; krizi otoriterleşme çıkardı, çıkarmasa bile tetikledi ve şiddetlendirdi.

AKP'nin otoriter uygulamalarının ve faşizan eğilimlerinin tartışılır bir yanı yok. Bunlar birer gerçek. Ancak krizi AKP'nin bu eğilimleri çıkarmadı.

Bu düzende kriz hiçbir zaman yalnızca tek bir alanda gözlenmez. Örneğin iktisadi bir krizin mutlaka siyasi sonuçları da olur. Bütünsel bir değerlendirmeyle yaklaşılması gereken krizin siyasi sonuçları krizin nedeni olarak görülemez. AKP, Türkiye'de düzenin hem iktisadi hem de siyasi alanda bir bütün olarak kilitlenmesi nedeniyle daha otoriter eğilimler içine girdi. Bu eğilimler elbette ekonomik gelişmeleri de etkiledi. Ama ekonomik alandaki çakılmanın asıl nedeni asla bu eğilimler değildi.

Krizin gerçek sebeblerini tespit etmek ise aslında hiç zor değil. Bu düzenin durmaksızın problem üreten işleyişini baştan aşağıya masaya yatırmak, bu düzeni kökten değiştirecek bir yaklaşımla sorunları incelemek yeterli.

İki; AKP Batı dünyasından uzaklaştıkça kriz derinleşiyor.

Türkiye ekonomisinin Batı ekonomilerine olan bağımlılığının da sorgulanır bir tarafı olamaz. Buna dair alternatifler üretme çabası da yalnızca AKP'ye mal edilemez. Türkiye'de patronlar yeni yatırım ve kazanç alanları bulmak için AKP'ye bu konuda hem akıl hem de cesaret verdi. Tüm bu arayışın uluslararası sermayenin koyduğu kuralların içinde gerçekleştiği ise hep unutuldu.

Emperyalizm sözcüğü uzun zamandır Türkiye'deki tartışmalarda unutturulmak istenen bir kavram. ABD, Almanya, Rusya ve Çin bolca konuşuluyor ama bir dünya sistemi olarak emperyalizm ve onun işleyişi ısrarla gözardı ediliyor. Türkiye farklı aktörlerin arasındaki gerilimlere oynasa ve kendine yeni alanlar açmaya çalışsa da, emperyalist hiyerarşinin tepesinde bir ülke değil. Bağımlı ve kırılgan bir yapısı var. Türkiye'de krizin dışarıdan bu denli kolay yönlendirilebilir olmasının nedeni de Batıyla siyasi mesafesi değil, bu sistem içinde durduğu yer. Batıya bugünkünden de daha fazla yaklaşmasının, örneğin ABD'nin tüm isteklerine boyun eğmesinin bu kırılganlığı azaltacağını düşünmekse tam bir saçmalık.

Türkiye ekonomisiyle oyuncak gibi oynanmasının önüne geçmenin tek yolu bu sistem içinde kimilerinin hayal ettiği gibi Çin ve Rusya'yla başka tür bağımlılık ilişkileri kurmak değil, bu bağımlılık ilişkilerini yaratan dünya sisteminden bütünsel bir kopuşu önümüze bir hedef olarak koymak.

Üç; kriz AKP'nin hırsızlık, beceriksizlik ve iş bilmezliğinin sonucu.

AKP kadrolarının pek çok konuda gerçek bir cehalet ve beceriksizlik abidesi olduğu ortada. Hırsızlıkta da kimsenin onlarla yarışamayacağını defalarca ispatladılar. Ancak ne cehalet ve iş bilmezlik ne de hırsızlık onlara has özellikler.

Bu düzenin temel amacı halkın refahı ve mutluluğu değil, dar bir azınlığın çıkarlarını korumak olduğu sürece, biz bu türden beceriksizliklere ve yozlaşmaya mahkumuz. Cehaletin ve iş bilmezliğin kaynağında patronların kazancını koruma arzusu var. AKP döneminde yapılan tüm büyük projelerde sorun çıkmasının asıl nedeni daha fazla kâr etme arzusu. Hırsızlıksa bu düzenin işleyişinin doğal sonucu ve Türkiye'ye mahsus değil. Kuralsa basit. Kapitalizm geliştikçe, hırsızlık da gelişiyor ve daha karmaşık ve bazen oldukça zor fark edilir hale geliyor.

Dört; AKP ve kriz patronları da vuruyor.

AKP ile patronların arası hiçbir zaman kötü olmadı. Bazı sermaye gruplarının zaman zaman doğal olarak AKP'nin bazı icraatlarından rahatsız olması, AKP'nin sınıfsal niteliğini değiştirmez. AKP uzun iktidarı boyunca en çok ve sadece onlara kazandırdı. Elbette AKP bu dönemde kimi sermaye gruplarını karşısına aldı, bazılarını tasfiye etti, dahası yepyeni patronlar da yarattı. Ama sınıfsal bir gerçek hiç değişmedi. Halk yoksullaşırken, küçük bir azınlık aşırı zenginleşmeye devam etti.

Bu sürecin doğal uzantısı olarak AKP şimdi krize karşı patronları korumanın yollarını arıyor, bu konuda sürekli patronlarla görüş alışverişinde bulunuyor. Ekonomide hiçbir şey yoktan var edilemeyeceği için de, bu kurtarma ve koruma işlemlerinin maliyetini de geniş emekçi kesimlere ödetmeye hazırlanıyor.

Aslında bu düzenin ve AKP'nin temel prensibi hiç değişmiyor. Kriz de AKP de patronlara değil emekçilere vuruyor.

AKP'ye karşı üretilen bu yalanların ortak noktasında ise yalanların en büyüğü duruyor. Bu düzenin ıslah edilebileceği ya da bu düzende bir çözüm üretilebileceği, mesela AKP gittiğinde Türkiye'nin tüm sorunlarının giderilebileceği iddiasına yaslanan bu yalan, kendisine ortak olan herkesi de, başta bunları söyleyen muhalefet olmak üzere, bir yalana dönüştürüyor.