Ne istediniz de alamadınız?

Ne istediniz de alamadınız? Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta Samsun’dan böyle soruyor. Başından beri kol kola yol aldığı Fethullah Gülen’e soruyor bu soruyu. Gülen’e hainlik yaptığı savı üzerine şunları söylüyor Erdoğan: “Nasıl hainlik yaptıysam? 17 üniversite kurmak için geldiler, hepsini onadım. Bu muydu hainlik be? Bu ne vicdandır be? Okullar için yer istedi, verdik. Uluslararası camiada davet ettiler, devlet başkanlarını, hükümet başkanlarını biz refere ettik. Olimpiyat dediler, her türlü desteği verdik. Ne nankörlük bu ya! Ne istediniz de alamadınız?”

Erdoğan haklı, yaptıkları nankörlük. Diğer vakıf üniversitelerinin kuruluşunda hangi cemaatler, hangi sermaye grupları kayırıldı bilmiyoruz, ama Fethullah Gülen pastanın kalınca bir dilimini kapmış görünüyor. AKP döneminde kurulan 46 üniversiteden 17’si Gülen’e ayrılmış durumda. Üstelik Cemaat’e üniversiteleri için yer de sağlamışlar.

Gerçekte vakıf üniversitelerinin, Yükseköğretim Kurulu’nun önerisi üzerine yasayla kurulması gerekiyor. Ancak Samsun itirafları, vakıf üniversitelerinin Fethullah Gülen’in önerisi üzerine Recep Tayyip Erdoğan’ın onayıyla kurulduğunu gösteriyor.

Ama sadece yandaş devlet ya da vakıf üniversiteleri kurmak yetmiyor. Onlara yandaş rektörler gerekiyor. Erdoğan’ın yukarıdaki konuşmasından hemen hemen beş gün önce internete bir ses kaydı düşüyor. Recep Tayyip Erdoğan’la YÖK Başkanvekili Yekta Saraç arasında geçtiği iddia edilen görüşmede Erdoğan, Bezmialem Üniversitesi Rektörlüğü’ne Saffet Tüzgen’in seçilmesini istiyor. Ardından, Köşk’ü kastederek “Yukarıya gidiyor mu?” diye soruyor. Yekta Saraç ise “Hayır bizde bitiyor” yanıtını veriyor. Aynı görüşmede Erdoğan, İstanbul Üniversitesi için “tüm arkadaşların tavırlarına baktığını” Yunus Söylet’in tavrını beğendiğini söyleyerek İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nde onun kalmasının uygun olacağını söylüyor.

Tarih boyunca üniversiteler, iktidarlarla ilişkilerini üniversite özerkliği üzerinden kurmaya çalışsalar da bazı dönemlerde devlet denetimi etkisini gösterirken kimi dönemlerde üniversite üzerinde sermaye kuşatması hissedilir derecede artmıştır. Türkiye’de de son elli yıla baktığımızda, 12 Mart 1971’de akademisyenlerin siyasete girmesi yasaklanarak devletin denetimci mekanizmalarının güçlü bir biçimde hissedildiğini, 12 Eylül 1980’den sonra da Yüksek Öğretim Kurulu’nun kurulmasıyla, üniversitelerin özerkliğine son verildiğini görüyoruz. Kısacası, siyasi iktidarlar kendi amaçları ya da sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda üniversitelerde bilgi üretimini denetim altına almışlardır. Ancak belki de ilk kez, bizzat bir başbakanın bu amaçla üniversiteler kurduğu, rektör atama talimatları verdiği bir dönemi yaşıyoruz.