Sessiz dil

İşitme engelliler için Türkçede söylenen bir söz vardır: “dilsiz”. “Sağır” sözünün hemen ardına yerleştiriliverir “dilsiz” sözcüğü de. Dili sadece konuşma olarak görme yanılgısı sonucu üretilmiş olan “sağır-dilsiz” sözü işitme engellileri anlatmaktan çok uzak bir söz. Ama bu kadar değil, işitme engellilerin sahip oldukları işaret diline ilişkin o kadar çok yanlış anlayış var ki...

Belki de işaret dillerine ilişkin en yaygın anlayış, işaret dillerinin, konuşma dillerinden türediği düşüncesi. Bu yaygın anlayışa göre, işaret dilleri konuşma dillerinin bir takım işaretlerle ifade edilmiş biçimlerinden başka bir şey değil. Oysa işaret dilleri, aynı coğrafyada yer alan konuşma dillerinden farklı özellikler sergiliyor. Örneğin İngilizcede özne-eylem-nesne sıralanışı dışındaki sıralanışlar pek olanaklı değilken Amerikan İşaret Dilinde -tıpkı Türkçe gibi- öğelerin farkı sıralanışlarına izin veriliyor. Yine İngiliz ve Amerikan İngilizcesi birbirlerinden çok az farklılıklar göstermesine karşın Amerikan İşaret Dili ve İngiliz İşaret Dili birbirlerinden oldukça farklı diller. Türkçe ile Türk İşaret Dilini (TİD) de birbirinden farklı iki dil olarak düşünmek gerekir. Peki hiç mi ilişki yok bu ikisi arasında? Nasıl ki Almanya'da konuşulan Türkçe Almancayla etkileşim içindeyse, Türkiye'de konuşulan Kürtçe Türkçeyle etkileşim içindeyse, TİD'in de Türkçeyle etkileşim içinde olması kaçınılmaz.

Bir başka yaygın anlayış, işaret dillerinin yapay olduğu, bu dilleri yaratan Thomas Hopkins Gallaudet gibi mucitlerin bulunduğu düşüncesi. Oysa işaret dillerinin gelişiminin Türkçe, İngilizce, Rusça gibi konuşma dillerinin gelişiminden bir farkı yok. İşte bu yüzden de tıpkı konuşma dilleri gibi çeşitlilik gösteriyorlar, aynı coğrafyada bile işaret dillerinin türleri bulunabiliyor. Nasıl ki Türkçenin farklı bölgelerde farklı değişkeleri bulunuyorsa TİD'in de farklı değişkeleri bulunuyor. Geçenlerde Habertürk gazetesindeki bir haberde “uzmanlar” TİD'de görülen bu farklı değişkelere vurgu yapıyor ve söz konusu farklılıkların “ortadan kaldırılması gerektiğini” ve bu yönde “çalışmaların sürdüğünü” söylüyorlardı. Bunu söylemek, Türkçenin farklı bölgelerdeki farklı kullanımlarının ortadan kaldırılması gerektiğini söylemekten farksız değil.

Peki nasıl oluyor da sessiz film oynar gibi, pandomime benzer bazı hareketlerle, aslında herkesin kolaylıkla anlayabileceği ikonik işaretlerden oluşan bu iletişim sistemine doğal dil diyebiliyoruz? İşte bir başka yanlış anlayış da bu sorunun altında yatıyor. İşaret dilleri ne pandomime benziyor ne de ikonik işaretlerden oluşuyor. Tıpkı konuşma dillerinde olduğu gibi, işaretler ile gösterdikleri nesneler arasındaki ilişki nedensiz. Evet, ikonik işaretler yok değil işaret dillerinde, ama konuşma dilinde de tıklamak, havlamak, tıksırmak gibi yansımalı sözcükler yok mu?

Eğer burada konuşma olmasa bile dilin var olduğunu söylüyorsak, dil sistemi deyince ne anlaşılması gerektiğini söylemeliyiz. Dil sistemi, sözcüklerin depolandığı sözlükçeden ve dilin üretim mekanizmasını oluşturan işlemleme sisteminden oluşur. Sözlükçe, işlemleme sistemine giriş yapan sözcüklerin özelliklerini belirlerken, işlemleme sistemi söz konusu sözcüklerin bir araya gelişlerini düzenleyen sözdizimi içerir. Ancak işlemleme sisteminde tek başına sözdizim yoktur. Tümcelerin hem ses hem de anlam özelliklerinin bulunduğu gerçeği, sözdizimin tümcenin bir taraftan “biçim” (diğer bir deyişle, ses) diğer taraftan da “anlam” özelliklerini yorumlayan sistemlerle bir arakesit noktasında kesiştiğini göstermektedir. İşte bu noktada “biçimi” ses ya da işaret olarak alırsak, konuşma dilleriyle işaret dilleri arasındaki temel ayrımın biçimin karakteristiğiyle ilgili olduğu anlaşılır. Öyleyse konuşma dillerindeki sesler, işaret dillerinde işaretler olarak karşımıza çıkar ve tıpkı sesler arasındaki anlam ayırt edici özellikler gibi işaret dilinde de benzer anlam ayırt edici özellikler bulunmaktadır.

Öyleyse tıpkı Kurmanci gibi, Zazaca gibi, Ermenice gibi, Abazaca gibi, Hertevince gibi Türkiye’deki onlarca doğal dilden biridir TİD. Üstelik de bu dilin “konuşucu” sayısı hiç de az değil. Yaklaşık 2,5 milyon işitme engelli yurttaşın yaşadığı ülkemizde TİD’e birinci dil ya da ikinci dil olarak sahip olan hiç de azımsanmayacak ölçüde yurttaş bulunmakta.

Peki bu dili anadili olarak kullanan yurttaşlara, bu dilde eğitim verilebiliyor mu? Bu sorunun yanıtı olumsuz. Okullarda işitme engellilere büyük bir çabayla Türkçe öğretilmeye çalışılıyor, Türkçe eğitim veriliyor. Ama ne kadar çabalanırsa çabalansın, Türkçe ikinci dil konumunda olacaktır bu kişiler için. Küçük yaşta koklear implant uygulanmış olsa bile fark etmeyecektir, yine de birinci dilleri/anadilleri TİD olacaktır. TİD'i doğal dil saymayıp sadece Türkçe eğitim vermenin, anadilinde eğitim hakkını bu kişilerin ellerinden almak anlamına geldiğini unutmamak gerekir.