Tehlikeli diller

BilimsoL Yazıları

Bir süre önce Sol gazetesinde bu köşede “Tehlikedeki Diller” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu köşede yeniden yazmaya başlarken, bu defa “tehlikedeki diller” değil, “tehlikeli diller” demeyi tercih ediyorum.

Tehlikedeki diller derken kastettiğim şey, yok olma durumuyla yüz yüze kalmış dillerdi. Bu dillerin konuşucu sayısı her gün azalıyor, sonunda hiç konuşucusu kalmadığında dil de ölüyor. Söz gelimi, Kapadokya Yunancası, Mlahso, Ubıhça bugün yok olmuş durumda. UNESCO’nun Tehlike Altındaki Dünya Dilleri Atlasını incelediğimizde Türkiye’de konuşulan dillerin önemli bir bölümünün tehlike altında olduğunu görüyoruz. UNESCO, Hertevinceyi “son derece tehlikede”, Gagavuzca, Ladino, Turoyo ise “ciddi anlamda tehlikede” olarak rapor etmiş durumda. Abazaca, Hemşince, Lazca, Karadeniz Rumcası, Romanca, Süryanice, Batı Ermenicesi tehlikede olan diller sınıfında yer alıyor. Abhazca, Adigece, Kabardınca, Zazaca ise tehlike sınırında.

Ancak bu yazıda sözünü edeceğim şey, “tehlikedeki diller” olamayacak, “konuşanı tehlikeye sokan diller” olacak. Düşünün bir kez, anadiliniz olduğu halde, sözcükler ağzınızdan dökülmeden önce nasıl bir tepkiyle karşı karşıya kalabileceğinizi iyice hesaplamanız gerekiyor. Bu dilde konuşursam başım belaya girer mi, aşağılanır mıyım, ırkçı bir saldırıya maruz kalabilir miyim diye hesaplar yapmak zorunda olduğunuzu düşünün. Üstelik ne konuştuğunuzun da hiç bir önemi yok, belki de size saldıranların çok hoşuna gidecek şeyler söylüyorsunuz. Geçen hafta yaşadık böyle bir olay. Gazetelerde Antalya’nın Kaş ilçesinde otel emekçisi Mahir Çetin’in, Kürtçe konuştuğu için 20-30 kişilik bir grubun saldırısına uğradığı yazıyordu. Ne yazık ki Mahir, beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirdi. Bu ilk de değil üstelik. Yine bir süre önce, Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde servis aracında telefonla görüşme yaptığı sırada Kürtçe konuştuğu için ırkçı bir grubun saldırısına uğramıştı bir öğrenci.

Bu tür ırkçı saldırıların ardında, çokdilliliğin bir ülkeyi karmaşaya sürükleyeceği, ülkeyi bölünmeye götüreceği paranoyası yatıyor olmalı. Bu yüzden de bu paranoyak anlayış, “tek dil, tek devlet, tek millet, tek bayrak …” mottosunu yineleyip duruyor. Oysa bu anlayış doğaya aykırı: “Ethnologue: Languages of the World” adlı araştırma projesinin (www.ethnologue.com) verilerine bakarsanız, sadece dört ülkede, Kuzey Kore’de, İngiliz Hint Okyanusu Bölgesi’nde, Bermuda’da ve Cayman Adları’nda, tek dil konuşulduğunu, diğer 222 ülkede birden fazla dil konuşulduğunu görürsünüz. Buna karşın, Ethnologue’un verilerine göre, Papua Yeni Gine’de 838, Endonezya’da 707, Nijerya’da 529, Hindistan’da 454, ABD’de 420, Kanada’da 173 dil konuşuluyor. Bildiğimiz kadarıyla Kanada hâlâ 173 parçaya bölünmüş değil, Kuzey Kore’nin emperyalist baskılara karşın ayakta kalmasının nedeni de ülkede tek dil konuşulması olmasa gerek.

Türkiye’de ise Ethnologue’un verilerine göre, 35’i “yerli dil”, 10’u da “göçmen dili” olmak üzere toplam 45 dil konuşuluyor. Dolayısıyla çokdilliliğin aslında Türkiye’ye yabancı bir kavram olmaması gerekir. Ancak pek öyle değil gibi. Karşı karşıya kaldığımız ırkçı saldırılar, söz konusu dilsel çeşitliliğin, evlerin içinde gizli kaldığını gösteriyor. Diller sokaklara çıkmadıkça, okullara girmedikçe dillere karşı hoşgörüyü yakalamamız da pek olanaklı görünmüyor.

İlginçtir, Mahir Çetin’in Kürtçe konuştuğu için katledildiği Antalya'nın Kaş ilçesi, çokdilliliğe yabancı bir yer değil. Gelen turist profiline göre halkın İngilizceyi, Rusçayı, Fransızcayı, artık turist hangi dili konuşuyorsa işte o dili konuşmak için birbiriyle yarıştığı bir yer. Mahir turist oluverseydi, onu dövenler belki de Kürtçe konuşmak için yarışacaklardı birbirleriyle. Kendi coğrafyasında konuşulan dillere düşmanlaşırken, başka coğrafyalardan gelen ziyaretçilerin dillerine tapınan bu çarpık anlayıştan kurtulmadıkça dillerin nefes alması pek mümkün görünmüyor.