“Sağım süründürür, solum öldürür”

Türkiye'de sosyalist iktidarın toplumsal kurtuluş ve yeniden kuruluş için tek çare olduğunu söyleyenler açısından, AKP şiddeti yeni boyutlar alıyor.

AKP, bir şiddetler kombinasyonudur. Liberal şiddetin önünü açtığı faşist (“İslamist”) bir terör rejiminden söz ediyoruz. Nasıl mı?

Belki, şöyle: Hiçbir terör rejimi, yekpare bir bütünlük içeremez. Mutlaka açıklar barındırır, çünkü sermayenin kendisi açıklar ve çelişkiler, hatta her zaman sektörler arası çatışmalar/savaşlar içerir. Mesut Odman Hocamızın geçen günkü yazısında belirttiği gibi:

“Burjuvazinin önderliğindeki bir egemen sınıf koalisyonunun emekçi sınıflar karşısında bir araya gelişi, bunun sonucu olarak ortaya çıkan tek bir blok görünümü, mutlak ve değişmez değildir. Bu anlamda, aldatıcıdır; iç çelişkileri ve bunlara bağlı gerilimleri gizleyici bir nitelik taşır, hatta bunların ertelenmesine yardımcı olur. Bir benzetmeye başvurulursa, emperyalistler arasındaki çelişkilerin ortadan kalkması ya da önemsizleşmesi sonunda bir ultra-emperyalizmin ortaya çıktığı nasıl yanlış ve yanılgılara sürükleyici bir değerlendirme ise burjuva sınıfının değişik katmanları arasındaki ve egemen sınıf ittifaklarının içindeki çelişkilerin yok olduğu, hatta etkisizleştiği düşüncesi de düpedüz bir yanılsamadır.”

AKP şiddetini böyle bir çerçeve içinde değerlendirebiliriz. Kaynağı sermaye sınıfı olan bir şiddetler koalisyonu, evet, iç çatışmalarla dolu bir ittifak...

Ama biz 1945 sonrasının ilk ve en etkili “antikomünist romanına” bakalım: Arthur Koestler'in “Gün Ortasında Karanlık” (Darkness at Noon/Sonnenfinsternis) adıyla dünya dillerine de çevrilen bu yapıtı, bir liberal müdahaleydi. Fransa'da KP'nin iktidar yoluna set çekebilecek kadar etkili olduğu söylenir: Sadece Fransızca baskısı 1946 ile 1948 arasında 2 milyon adet satılmıştı. Reel sosyalizmi “Stalinist cehennem” olarak çizebilmiş, bu arada milyonlarca satarak mistik ve gerçekten yetenekli antikomünist yazarını da zengin etmiş bir liberal enstrümandı bu roman. Koestler'in, romanına sonradan "Darkness at Noon” adını uygun gördüğünü artık biliyoruz.

Uzun hikâye... Bir başka zaman ve yerde bu meseleye belki tekrar döneriz.

SERMAYENİN SAĞ VE SOL YUMRUKLARI

Bizim gelmek istediğimiz nokta başka bir yerde: Koestler, on yıllarca sahnede kalacak ve sonuç da alacak bir antikomünist militan “teknokrat” tipini temsil ediyordu: Sola, komünizme (KPD) bulaşmış, ama 30ʼlu yaşlarında, özgürlükçülük taslamayı hiç ihmal etmeyerek, antikomünizmin amansız bir militanına dönüşmüş bu tipi, bir faşist olarak çizmek doğru olmaz. Koestler, her şeyiyle demokrat bir sosyalizm düşmanıydı; faşizmler sosyalizmi kazımakta başarısız kaldı, ama “Koestler okulu” sosyal demokrasiden aldığı güçle ve yine onun güncelleştirilen versiyonlarıyla başarılı oldu: 1989, biraz da, Koestler'in 1940'ta Almanca olarak önce “Rubaschow” başlığıyla kaleme alıp İsviçre'deki bir yayıncıya gönderdiği ve sonra izini kaybettiği, ama nihayetinde İngilizce çevirisi üzerinden üne kavuştuğu antikomünist romanıyla açtığı yolda bir zirvedir.

1989, gerçekten bir zirvedir: Hitler-Mussoliniler değil, Koestler'in yolundan giden liberal antikomünistler sosyalizmi yıktı.

O halde açıkça ifade edebiliriz. Burjuvazi veya daha genel bir soyutlama olarak sermaye, geçtiğimiz yüzyılda, sağ yumruğunun (çıplak faşist şiddetin) emekçi sınıflar ve temsilcilerini en fazla sersemlettiğini veya süründürdüğünü gördü. Tabii ters teptiğini de. Sonuçta sosyalizmler bir dünya sistemine dönüşmüştü.

Burjuvazi, sadece sol yumruğunun nihai sonucu alabildiğini, yani sosyalizmi (burada: reel sosyalizm) öldürdüğünü, hatta bir süreliğine Avrupa'dan kazıdığını 1989'da şaşkınlıkla saptadı. Beklemiyordu böyle bir başarı çünkü.

Sağ yumruğu süründürdü, sol yumruğu ise öldürdü. Bir sosyal demokrat versiyonlar bütünü olarak sol liberalizm, sosyalizmin ölümü oldu. Bizde de cumhuriyet rejimi sol liberallerin yol açıcı eliyle yıkılmadı mı? Sermaye solu, sosyalizmin, hatta her tür ilericiliğin en ölümcül ve “liyakatli” düşmanıdır.

İşte AKP, liberal şiddetin, İslamcı şiddetin ve Türkçü şiddetin özgün ve değişken bir koalisyonuna karşılık geliyor. Şimdi finaldeyiz ve özgün bir faşist barbarlığın elinde yok olacağımızı görüyoruz. Eğer sosyalist bir iktidar programı Anadolu'da ete kemiğe bürünmezse...

Peki.

LİBERAL KATİLİN SOL DARBESİ

Geçen hafta “öfke” demiştik. Oradan tutarak meramımızı açık edebiliriz.

Kendi penceremizden baktığımızda, şöyle bir olasılık var: Pleblerin ve aydınların öfkeleri, “plebyen öfke” ile “entelektüel öfke” birleştiği anda, toplumsal dönüşümü tetikleyecek bir enerjinin dönüştürücü etkisi de üretilmiş olacak. 1917 Ekim Devrimi ve sonrasındaki takipçileri, hep bunu yaptı. Bizler de galiba benzer bir noktadayız.

Örnek için Türkiye iyi bir laboratuvar. Ne olursa olsun, dinciliğin, daha doğrusu dinsel yoğunluğu ağır basan “Türk-İslam senteziyle” dünyevi ağırlığı bir öncekine göre biraz daha fazla “Kürt-İslam sentezinin”, bu iki tuhaf sermaye şiddetinin artık Türkiye'yi bütünselliği içinde denetleyemeyeceği, dizginleri elinden kaçıracağı anlaşılıyor. O nedenle, devreye mutlaka demokrasi bayraklı liberal uyuşturucuların girmesi gerekiyor. Liberal onay olmaksızın, dinci ve/veya milliyetçi çözümlerin uygulanması mümkün değil.

Toplumda kaynayan sınıf savaşının günlük tezahürü diyebileceğimiz çıplak öfkenin sürekliliği önlenemez bir şey. Baktığımızda görüyoruz zaten: Üretim ve mülkiyet biçiminin doğurduğu sınıf çatışması ve toplumsal eşitsizlik, Ankaraʼdaki İslamcı iktidar döneminde adeta patladı. İslamcılık kadar liberal demokratizmin (sol versiyonları dahil) bu tehlikeli gazın patlamasını önlediği ve toplumu içinden usul usul çürütücü bir çerçeve oluşturduğu söylenebilir. Her durumda artık “tuz da kokuyor”.

Ancak, tuzun bile koktuğu bir aşamada, bu patlayıcı öfke gazının sosyalist bir entelektüel öfkeyle birleşmesi mümkün. O zaman, toplumu ve tek tek insanları özgürleştirecek bir enerji açığa çıkabilir.

Karamsar finalimiz, bu olasılığı da içeriyor.