'Postmodern Hitlerizm': İslamcı Ankara delirdi

Yıllardır söylüyorduk, adımız çoktan şom ağızlıya çıktı, ama işte her şey ortada artık: Türkiye’nin korkunç bir dağılma sürecine itildiği cümle âleme ilan edildi. “Darbe” başlığı altında sahnelenen oyunlar bu haritayı darmaduman edecek. 

Berlin merkezli Türkiye oyunlarından, Türkiye hesaplarından da başlayalım.

Neler mi?

Şöyle: İki ülke, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyalizmin büyük prestji sahibi olduğu on yıllarda komünizme karşı tahkim edilen iki cephe ülkesi, Türkiye ile Federal Almanya, bugün de Avrupa politikalarının kilit coğrafyalarını oluşturuyor. Eski hikâye hâlâ gündemde yani. Gerçi 1989’daki kapitalist restorasyon başarısından sonra bazı şeylerin değişebileceği yolunda işaretler hiç birikmedi de değil. Ama...

Neyse...

“İki cephe ülkesi” dedik.

Bunların birbirinden etkilenmemesi veya ders almaması mümkün olabilir mi? Özellikle uşağın efendiden etkilenmemesi?

Pek olamayacağını düşünenlerden biri de Jörg Kronauer. Geçen hafta değinmiştik: Kısa bir süre önce son bir kitabı “Her Zaman Tetikte” başlığıyla Yazılama Yayınları bünyesinde yayımlanan verimli yazar ve araştırmacı, “Konkret” dergisinin bu ayki sayısında yeni ve bir geniş Türkiye analizine yer verdi. Gerçekten kafa açıcı değerlendirmeler kaleme alabilen Kronauer, “Blood &Honour” başlıklı bu makalesinde, başka şeylerin yanı sıra, Berlin’in aslında Ankara’ya bir rol modeli olduğunu da hatırlattı. Özellikle “azınlıklar” konusunda. Şöyle:

“Ancak bazı açılardan Erdoğan’ın Ankara’sı -ne kadar acı olursa olsun- sonuçta Batılı modellerini taklit ediyor. Türkiye cihadistleri destekliyor, IŞİD’i güçlendiriyor? Önde gelen NATO devletleri vaktiyle Afganistan’daki mücahitleri desteklemişti. Bu mücahitler 80’lerde Sovyet birliklerini kovalamış ve sonra El Kaide ile işbirliğine girmişti. Sözü geçen devletler, cihatçıların şiddet potansiyellerini kendi dış politika hedefleri için kullandılar. Erdoğan da Almanya’daki Türkçe konuşan azınlıktan, entegre olmalarını, ama Türkçe'nin bakımını ihmal etmemelerini ve asimile olmamalarını talep ediyor. Federal hükümet diğer bölgelerden gelen mülteci Almanlar sorunundan ve ulusal azınlıklardan sorumlu bir daire kurmuştu. Bu daire tüm Doğu ve Güneydoğu Avrupa’daki Alman azınlıkların Alman dilini öğrenmesini ve oralarda sözde Alman kültürünün korunmasını, böylece 'Almanca konuşan' değil de 'Alman' azınlıkların 'asimilasyonunun' sistematik bir biçimde bombalanmasını teşvik için çaba harcıyordu. Böyle oluşumlarla Almanya saldırı standartlarını koymuş oldu, Erdoğan döneminde Türkiye aynı çirkin araçlarla geri tepiyor.”

Peki...

Işığı bir başka alana tutarak, burada keselim. Azınlıklar oyununa ve “derslerin yönüne” daha sonra tekrar döneriz.

Bir başka ve paralel düzleme geçiş yapalım: Son olayların ışığında başka bir sahnede de benzer havaların çalındığına tanık oluyoruz.

Neyin mi?

Şu: Türk siyaseti, Amerikan oyunlarından pek fazla anlamaz, sermaye temsilcilerinden söz ediyoruz,  “bizdekiler” asıl Alman siyasetinden etkilenmiştir ve bu etkilenme hiç öyle sadece “demokratik dönemler” ile falan sınırlı değildir. Türk gericiliği, Alman gericiliğinin geçmişteki ve şimdiki zamandaki oyunlarından beslenmeyi önemser.

Nitekim son oyunlarda da bu gölgeyi saptayabiliriz.

Misal: 15 Temmuz darbe oyunu. Bu kanlı maskaralıktan, kısa bir sürede büyük bir trajediye dönüşebilecek ve İslamcı Ankara’nın, yani Erdoğan rejiminin Anadolu’da taş üstünde taş bırakmamacasına önünü açabilecek olan şu son oyundan hareketle düşünelim.

Geçmişte de benzerleri yok muydu?

Eğer 15 Temmuz çatışmalarını ille Alman gericilik tarihinden bazı operasyonlarla ilişkilendirmek gerekiyorsa, onu 1933 şubatında ünlü parlamento binasının kundaklanması (“Reichstagsbrand”) falan değil, büyük ölçüde 1934 yazında SA’ların Ernst Röhm başta olmak üzere yönetici kadrolarının temizlenmesiyle sonuçlanan “Uzun Bıçaklar Gecesi”, biraz da, savaşın bitmeye yüz tutup Hitler rejiminin çökme zamanı yaklaştığında, 20 Temmuz 1944,  eski Nazilerin Claus Schenk Graf von Stauffenberg eliyle gerçekleştirdiği bombalı suikast girişimiyle ilişkilendirebiliriz. Böyle paralellikler kurabiliriz. Özellikle Stauffenberg bombasıyla “esas düşman” SSCB’ye karşı, diğer emperyalist merkezlere rejim içinden “Biz varız! Bizimle konuşun!” sinyali gönderilmişti: Hitler’siz bir milliyetçi Almanya öneriyorlardı. Şimdi tarihe karışmış bir faktör, Kızıl Ordu, bu hesabı vurdu.

Hitler, SA’ların tasfiyesiyle kendi rejimini yerleştirdi. 15 Temmuz bu operasyonla açıklanamaz.

Hitler’e başarısız bombalı suikast ve sonrasındaki intikam operasyonları ise Hitler rejiminin sonunu engelleyemedi. 15 Temmuz süreci işte burayı daha çok andırıyor.

Peki...

Geçmiş üzerinden bugünü mü açıklayacağımızı sanıyoruz?

Değil. Ama sermaye politikasında böyle gölgeler çoktur.

Marx haklıydı, biz de: Hâlâ sınıflı toplumlar, yani tarih öncesinde yaşıyoruz ve bugünü anlamlandırırken geçmiş kuşakların yaşadıklarını rol modeli olarak almaktan her zaman kaçamıyoruz.

İslamcı Ankara, günümüz ölçülerinde bir tür “rötuşlanmış Hitlerizm” sayılabilir. Hitlerizm sağda bir nitel sıçramadır, sadece Yahudi ve Bolşevik kıyması yapmaya meraklı bir fabrika ideolojisi değildir. Türk sağındaki nitel sıçramanın 14’üncü iktidar yılında olduğumuzu unutamayız.

Bugünün tek dişi kalmış, ama çok can yakmaya, cumhuriyetçi-laik idealleri Türkiye’yle birlikte kazımaya yeminli “Türk Hitler’i”ne, Ankara’daki İslamcı kadroya, 15 Temmuz’da kendi içinden bir tepki çıkmıştır. Yani epey bir Türk Stauffenberg’i de var ortada, ama tek dişi kalmış Türk Hitler bunu bahane sayıp tüm devlet mekanizmasını temizlemek üzere harekete geçince, sermayeyi çok sevindirmeyecektir. Emperyalizmin, özellikle Berlin’in dünden itibaren gizleme gereği duymadığı endişeler yayılıyor. Gerçekten de: Türk devlet makinesi birdenbire paralize olursa bu 78 milyonluk tsunami ile kim ne yapacak, nasıl başa çıkacak?

Türkiye, büyük ve nihai bir patlamanın içindedir. Cumhuriyetin enkazının birçok noktasında kozlarını paylaşmaya hazırlar.

Türkiye halkını, sosyalizmsiz, ağır bir bedel bekliyor. Örgütlenemezse, halk bu enkazın altında kalır.  Örgütlenemezsek hep birlikte bu enkazın altında kalacağız. 

Postmodern bir Hitler-Mussolini rejiminin finalinde kanlı bir parodi yaşıyoruz.

Finaldeyiz işte.