Neoliberalizm çöktü de...

Avrupa çok zor durumda. Bırakın on yıllardır AB'nin kaymağını yiyen üç-beş metropolün finansmanını sırtlamış yoksulları, AB çeperindekiler yani, en zengin ülke bile dağılma telaşına kapıldı.

Kapılmadı mı?

Büyük Almanya, yakın çevresindeki uydularıyla birlikte ve sermaye sınıfıyla onun siyasetteki tetikçileri üzerinden, korkuyla sarsılmıyor da, biz başka bir sahne mi yaşıyoruz?

Ödleri kopuyor.

Merkezde, misal Berlin'de, dizginleri ellerinde tutuyor olabilirler, ama AB'nin bu zengin mutfağını sırtında taşıyan yoksul milyonları iç duvarlar çekildiğinde ne olacak?

İhracat üzerine kurulu bir sistem, bu uluslararası kopukluğu üretim ve dağıtım şebekeleri çökerek mi göğüsleyecek?

Soru çok açık ve acımasız: Ne olacak, bu yolun sonu nereye çıkacak?

BÖYLESİNİ GÖRMEMİŞLER!

Neoliberal karşıdevrim, reel sosyalizmi sol liberal tetikçiler (“demokratlar”) eliyle yıktığından bu yana, 30 yıldır, hiç böylesine bir tehditle karşı karşıya kalmamıştı. Koronavirüsten söz etmiyoruz, o işin bahanesi gerçekten, hadi “deklanşör” diyelim, dünya finans sisteminin büyük bir çöküşün eşiğinde olduğunu son birkaç yılda, aklı basan herkes söylüyordu. AfD türünden faşizan ve hatta faşist kitle hareketlerinin, nazizmin doğduğu topraklarda yeniden boy vermesi bile büyük bir göstergeydi. “Bütün resesyonların anası bir resesyona girdik”, böyle bağırıyorlar. Reel ekonomi de tıkanmış durumda. Oysa...

Oysa, iktisat dışındaki göstergelere de bakanlar, AB'nin korkunç bir barbarlık içerdiğini görebiliyordu. Tabii bizdeki sol liberal karşıdevrim cephesinin militanları (“demokratlar”) ellerinde AB bayraklarıyla solculuk dersi verip bu felaketin tohumlarını ekmekte kararlıydı.

Şimdi ortalık fena dağılıyor. Bu, AB militanlarını da dağıtıyor.

Kriz, örgütlü toplumun önemini, örgütlenmenin neden komünistçe bir iş olduğunu her gün yeniden kanıtlıyor topluma ve çalışan-çalışamayan milyonlara. İstemeden kanıtlıyor tabii. Ama sermaye böyle bir şey değil midir? Kendi mezarını kazmaz mı aralıksız? O mezara girer çıkar...

Toplum, ölümle karşı karşıya kaldığında, böylesi çöküş sahnelerine beklenmedik tepkiler gösterebilir. Bu derin endişe sermayenin lügatinden hâlâ silinmiş değil. Demokrat militanlar kendini inandırmaya devam etsin, biz biliyoruz ki, “sermayedar”, solun içine gönderdiği bu inançlı-cahil demokratlardan çok daha akıllıdır.

Her durumda neoliberalizm ölüyor. Kimilerine göre Covid-19, tetiği çekti ve işi bitirdi bile.

Öyle mi?

ASIL KORKU: YENİ KOMÜNİSTLER Mİ?

Emperyalist-kapitalist sistemin barutu buraya kadar. Barut ikmali yapacak. Büyük bir dönüşüm yaşamak zorunda. Bu dönüşümü, yoksulların finanse edeceğine inanmak istiyor sermayedarlar. Rahatlar şimdilik. Çünkü ortada bu çöküşten sosyalizm çıkaracak ciddi bir kitlesel örgütlenme yok. O nedenle rahatlar.

Bir şeyi çok çabuk unuttular: Kriz, kitlelerde ve aydın adaylarında birkaç güne sığabilen bir dönüşümü de tetikleyebiliyor. Yani koronavirüsten daha hızlı yayılabilecek bir devrim düşüncesi, derinlerde bir yerlerde duruyor.

Şöyle anlatalım: Doğrudur, Uluslararası Frankfurt Borsası'ndaki Dax Endeksi, bir ay içinde yüzde 40'a varan bir gerileme yaşadı diye dünyayı ayağa kaldıran olmayabilir. Trilyonlarca dolar ve avro tekrar ("helikopter paraları") yukarıdan aşağı sistemin kaymağını yiyen yönetim kurulu odalarına boca edilebilir. Dev şirketler kurtarılabilir. Hatta halkın birkaç ay tepkisini yumuşatmak için ve “tüketimin gerilememesi adına” alt katmanlara para da dağıtılabilir. Bu sayede kapitalist sistemin bir alternatifi olmadığı gerçeğinin kitlelerin beynine iyice kazınması sağlanabilir. Daha doğrusu, böyle bir yanlış duyguya kapılabilir büyük sermaye ve siyaset sınıfı. O nedenle, diyelim AB merkezlerinde, sosyal demokratlaşmış Hıristiyan demokratlar (ve tersi) ile nedense hep -bizzat yönetenlerinin bile canhıraş tepkilerle reddettiği- bir solculuk vehmedilen Yeşiller, hatta Almanya'daki Sol Parti tipindeki “sosyalistler”, iktidara yapışırlar ve neoliberalizmi gömdüklerini ilan edebilirler.

Berlin'de, Paris ve Roma, hatta Londra'da "Keynesyen" programlar birden moda olabilir.

Bizde de Recep Efendi'nin yerine imamın oğlu Ekrem Efendi oturtulabilir. Kemal Efendi de gözlemci olur. Türk-Kürt demokratları da el çırpar...

Peki, buradan feraha çıkabilirler mi?

Bu bataklık gazlarının, daha doğrusu bu büyük çöplükte biriken metan gazının artık patlamaması mucizedir. Sistem patlayacak.

İnsanın olağanüstü boyutlarda çürüdüğü, dincilikle pornografinin art arda ve hatta aynı anda devreye sokulduğu bu koşullarda, sermayenin acil bir çözüm bulması zor. Kendilerini aldatmasınlar. Bize bakalım: Türkiye'nin derin solculuğundaki derin akışı görmek isteyenler bu sitede cumartesi günü Orhan Gökdemir ve pazar günü de Mehmet Kuzulugil imzalı köşe yazılarına yeniden bir göz atabilirler.

Çürüme korkunç boyutlarda. Doğru. Ama çaresiz değiliz.

Sosyalizm birkaç gün içinde, bu büyük çöplükte biriken gaz tüm bünyeyi sarsacak şekilde patlamaya başlarken, tam da o nedenle, birden sahneye çıkabilir.

Tarih böyle sürprizlerle doludur. Toplumsal çöküş, çözümü de içerir. Egemen sınıflar, sosyalist düşünceyi iktidar alternatifi olarak en derine gömüp üzerine de beton döktüklerine inandıkları anda, acı gerçekle karşı karşıya kalırlar.

Friedrich Engels, 200 yıl önce Wuppertal'de doğmuştu, onu hatırlayarak yineleyelim: Sosyalizm bir tercih değil, bir zorunluluktur. Eğer toplumlar, insana yakışır bir yaşam sürdürmek istiyorsa...