Korkunun siyasal iktisadı

Acaba Berlin veya Washington ya da ikisi birden, Ankara’nın egemenleri hakkında yeterince bilgi sahibi mi?

Soru, bu haliyle bir yanıt aslında. Adamlar, bizimkilerin tüm “hesaplarını” biliyor. Ankara zorbalarının yaptıklarını, yapmayı düşündüklerini, yedikleri “tüyü bitmemiş yetim haklarını” hangi banka hesaplarına, menkul ve gayrimenkullere depoladıklarını genelde bilmiyor olsalardı, zaten emperyalizmden söz edemezdik.

Emperyalizm, biraz abartarak söylersek, sadece büyükten küçüğe sermaye ihracı değil, herhalde biraz da küçükten büyüğe böyle bilgilerin ithalidir. Dinci, milliyetçi, liberal, demokrat vs. yönetici zalimler, aralarında bir bilgi hiyerarşisi de kuruyorlar. Obama eğer, NSA üzerinden Angela Merkel’in nefes alışını bile izleyebiliyorsa, bu, dünya sisteminin özetidir ve tersinden aynen geçerli olması mümkün değildir. Yani Merkel ve François Hollande, Barack Obama’nın cep telefonunu aynı şekilde dinleyemez. Ama Obama’nın Moskova ve Pekin’i Berlin kadar dinleyemediğini, hatta hızla büyüyerek dünyanın büyük güçlerinden biri haline gelmiş Berlin’in de artık bu rolden sıkıldığını söyleyebiliriz.

Bu ilişkiler ağı tam yüz yıl önce, 1914’te de, dönemin başkentleri arasında böyleydi ve Birinci Dünya Savaşı o hiyerarşinin bozulmasıyla patlak verdi. Demek değişebilen, değişebilecek bir statükodan söz etmemiz gerekiyor. Avrupa gericiliğinin demokrat hizmetkârı Timothy Garton Ash’in geçtiğimiz yıllardaki bir saptamasını kullanacak olursak, “Alman Avrupa’daki bir Avrupa Almanyası” eski elbiseleri ve rolleri aynen üstlenemez ve büyük savaşın yüzüncü yılında, bunun tehlikeli kokular yaydığını düşünmemek de olmaz.

Mesele şu: Almanya Avrupa’nın hegemon ülkesidir, ama Washington’a bilgi gitmeden Başbakan Angela Merkel’in öksürmesi bile mucizedir. Bu, ilan edilmiş bulunuyor. Peki, biz bu ilişkiler ağındaki Ankara’nın Washington ve Berlin’in bilgisi dışında hareket edebileceğini düşünecek kadar saf mıyız? Daha önce bu köşede de hatırlatmıştık: Washington ya da Berlin, Ankara’nın açgözlü dincilerini yemlememiş, izlememiş, “hesaplarını” kayıtlara geçmemiş olabilir mi?

Yunanistan’da benzer bilgiler şakır şakır ortaya dökülüyor. Çöken komşu sıtmaya razı edilecekse, bir benzeri neden Türkiye için geçerli olmasın? Misal: Siemens veya Leopard bağlantılarının, Türkiye’de hangi hesaplara rüşvet olarak yansıdığını henüz bilmiyoruz, ama bu akışın kaçınılmaz olduğunu, Atina başta, her yerde görüyoruz. Bu bilgilerin “merkezî” bir yerlerde kayda alınmamış olması, demokrat-milliyetçi-dinci fantezilerin inanmak istediği bir yalandır. Realite çok başka.

Dünya sistemindeki sermaye hiyerarşisi (“silsile-i meratib”), büyükleri küçüklerin nefes alışlarını bile izlemek zorunda bırakırken solun bağımsızlığının ne kadar önemli olduğunu da kanıtlıyor. Emperyalist trajedi şurada: Metropoller, kendi uşakları hakkında her türlü öngörüyü yapabiliyor ve elinde onlarla oynayacak yeterince alet bulunduruyorlar, ama bağımsız bir sol kurtuluş projesine müdahale edemiyorlar. Çünkü toplumun derinlerinde akan aydınlanmacı, eşitlikçi, özgürleşmeci, kamucu nehirleri, yani kurtuluşun bir anda kitleselleşebilen entelektüel kaynaklarını kabullenemiyorlar bunları ancak iktidara geldiklerinde fark edebiliyorlar. 1917 Ekim günlerinden beri böyle bu. Haziran İsyanı da aynı şekilde.

Emperyalizm sadece sol cepheye miyoptur.

Sonuçta, “Erdoğan ailesinin”, yani bir cemaatler koalisyonu olarak AkParti’nin ve bu koalisyonla 2002 sonunda bir büyük koalisyona giren “asker partisi” AsParti’nin tüm bilgileri merkezde toplanmış durumda. Ortada bir korku ekonomisi var: Ankara’nın zorbaları burunlarındaki halkanın hangi zincirlerle ve nereye bağlı olduğunu biliyor. Değiştirileceklerini de...