İşgal, ilhak ve güvenli bölge telaşı

Hafta sonuna doğru, Türkiye'nin de yer aldığı Almanya'nın arka bahçesine yönelik bazı öneriler gündemi karıştırdı. Biri, Almanya'nın kadın Savunma Bakanı ve Angela Merkel'in halefi gözüyle bakılan Annegret Kramp-Karrenbauer'in, Suriye harekâtını (Erdoğan'ın küplere bineceğini bile bile) bırakın işgali, açıkça “ilhak” olarak adlandırması, bunu bir askeri birlik denetimindeki konuşmasında “ağzından kaçırması” ve hemen ardından da Kuzey Suriye'de BM denetiminde bir güvenli bölge kurulması çağrısıydı. Tabii Alman askerlerinin de devreye gireceği bir denetimdi bu. Federal hükümetin sosyal demokrat ortağı ve muhalefet, göstermelik tepkiler gösterdi. Korktular galiba.

Bu deneyimsiz bakan, densizlik mi yapmıştı ve işgal (“Besatzung”) ile ilhak (“Annexion”) sözcüklerini birbirine karıştıracak kadar cahil veya çocuk ya da heyecanlı mıydı? Ankara'nın hassasiyetinin hiç mi farkında değildi? Çekmecelerde hangi planların bulunduğunu hiç mi bilmiyordu?

Demek, bir şeyler oluyor.

Belki, ne olduğunu anlamak için önce Kemal Okuyan'ın bir değerlendirme ve saptamasından hareket etmek doğru olacak: “Putin ve ekibi Rusya'ya ekonomik gücünün çok üstünde bir siyasi ağırlık kazandırdı.” Bu nitelikli gözlemi aklımızda tutup diğer alanlara yöneldiğimizde, söylenecek çok şey buluyoruz gerçekten.

Biri, Yunan dostlarımızın (KKE) kulaklarını çınlatırsak, şu: Emperyalist piramitte bitmek bilmeyen bir kriz ortamında yeni yer değiştirmeler yaşanıyor ve bunların etkisi gerçekten de hesaba gelmiyor.

Biz, bölgede Türkiye'yi yakından ilgilendiren iki meseleye dikkat çekebiliriz. ABD bölgede yine ucu belirsiz yıkımlar yaratabilecek güçte, ama dünya sisteminde her istediğini yapacak/yaptıracak bir ekonomik gücü yok. Geri çekilmek zorunda, ama bir türlü tamamen çekilemiyor da...

Sahnenin diğer aktörlerini unutmayalım.

EMPERYALİST PİRAMİTTE SÜRTÜŞMELER

Kemal Okuyan'ın Putin Rusyası ile ilgili hatırlatmasını, önce ABD, sonra Avrupa Almanyası'nı öne çekerek, ama görece tersinden yineleyebiliriz: Trump ve ekibi, Putin'in tam tersine, ABD'nin ekonomik gücüne paralel yani düşük ayarlı bir siyasi ağırlığa sahip olduğunu gördü. Askeri girişimlerini rahatça taşıyacak rakipsiz bir süper güç olmadığını öğrendi. Biz de öğrendik. Geri adımları, böyle bir rasyonellikten kaynaklanıyor muhtemelen. Piramidin tepesinde hâlâ gerçi, tamam, ama gücü çok daha sınırlı.

Böyle bir mekânda yükselen güç olduğu zehabına kapılan Rusya'nın, altyapısını doğru değerlendiremezse, yani bazı ittifaklara girmezse burun üstü düşeceği zamanlar gelebilir. Ama Moskova'nın çok yüklü bir siyasi geleneğe sahip olduğunu biliyoruz: Emperyalist piramit içinde (petrol ve doğalgazın yanı sıra) biraz da bu entelektüel enerjisinin yedeğinde “ekonomik gücünün çok ötesinde” müdahalelere cüret edebiliyor. Türkiye'nin bir komşusundan söz ediyoruz.

Fakat, gelmek istediğimiz yer daha başka: Rusya'dan daha önemlisi, Türkiye'nin reel ekonomisini adeta belirleyen bir numaralı dış güç olarak Avrupa Almanyası'dır. Uydulaştırdığı yakın çevresiyle birlikte (Avusturya, İsviçre, Hollanda, Belçika ve özellikle Doğu Avrupa), bu merkezle boy ölçüşebilecek bir başka ekonomik güç yok Türkiye için.

Şunu görüyoruz: Angela Merkel ve ekibi, ki buna sosyal demokrasi ile yeşil hareketi, daha doğrusu tüm bir “liberal solu” da dahil etmek gerek, sosyalizmi kıtadan kazıyarak büyüyen Almanya'ya, eski siyasi dikişlerini attırmaya eğilimli bir ekonomik ağırlık kazandırabildi. Dünya ihracat şampiyonluğunun üstyapıya hiç etki etmemesi nasıl mümkün olabilir? Mümkün değildir.

Değildir ve Berlin'in Erdoğan karşıtı görünen son çıkışları, biraz da böyle aşırı şişmiş bir altyapının üzerinde yükselmektedir. Bu büyük ekonominin, daha doğrusu dev Alman şirketlerinin bölgedeki çıkarlarının dolaysız korumaya alınması gerekiyor. Büyük ekonomi, diplomasiyi, büyük siyaseti, askeri tahkimatı ve ideolojik yüklenmeyi zorla gündeme “giydiriyor”. (Adornolar, Habermaslar vs. bu emperyalist yüklenişin bombalarıdır.) Rusya'nın ise bölgedeki askeri, siyasi, diplomatik etkisini taşıyamayacak zayıflıkta bir ekonomik gücü olduğunda hemfikiriz. Moskova, emperyalist piramidin tepesinde değil ve tek başına sürükleyici bir gücü hiç yok. Ama çok etkili.

Moskova ittifak yapmayı bilir.

Berlin de: Almanya'nın, ekonomik büyüklüğüne “yakışır” bir atılım içinde olması, CDU Başkanı ve Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer'in Kuzey Suriye için güvenli bölge çıkışı örneğinde olduğu gibi, son tahlilde eşyanın tabiatına uygundur. Alman ekonomisi, Avrupa Almanyası, bölgede siyasi, askeri bir ağırlık oluşturmaya mahkûmdur ve o nedenle Angela Merkel'in muhtemel halefinin Kuzey Suriye'daki harekâta, Erdoğan'ı küplere bindirecek bir isim takıp (“ilhak”) müdahaleye yeltenmesi, densizlik olarak adlandırılamaz. Bunlar bir şeyleri korumak zorunda olduklarını biliyorlar. Alman tekellerinin güvenlik alanlarını en iyi Alman askeri birlikleri korumaz mı?

Çekmecelerdeki planların, sosyalizmsiz bir bölgede, yavaş yavaş sahaya giriş yaptığını söyleyebiliriz. Berlin'de bu hesaplar var: Alman tekelleri Suriye'nin yeniden kuruluşunda, her ekonomiden çok daha fazla pay sahibi olmak istiyorsa, buraya, belli etiketler altında, askeri gücünü, diplomatik temsilciliklerini ve hatta kültür endüstrisini yerleştirmek zorundadır.

Alman tekellerinin çıkarlarını eğer Amerikan postalları korumayacaksa, Rus postal ve tanklarının da öncelikle kendi azgelişmiş şirketlerini tercih etmesi normal karşılanacaksa, ABD sonrası dönem için Berlin-Moskova hattının yeniden kurgulanması normaldir. Bir biçimde Pekin'i de tabloya dahil ederek...

Ancak, sosyalizmsiz bu tabloda kimse barış aramamalıdır.

ŞERİATÇI ARAP AZAPLARLA KÜRT KUŞATMASI

Gelişkin siyasi ve askeri gücün dolduramayacağı ekonomik boşlukları, görece az gelişmiş bir siyasi gücün (“Berlin”) aşırı büyümüş ekonomik altyapısıyla korumaya alması, yeni emperyalist sürtüşmelerin ve işbirliklerinin kapısını aralıyor.

Emperyalist piramitteki yer değiştirmeler, büyük depremleri, ağır ek krizleri tetikler. Sosyalizmsiz dünyada, büyük kırılmalara karşı sosyalist bir iktidar direnci ve yeniden kuruluş iradesi dışında hiç öyle çare falan da yoktur.

Moskova ile Berlin'in, Pekin dolayımlı muhtemel işbirlikleri de, ABD'nin merdivenlerde aşağıya doğru yöneldiği bir mekân ve zamanda, krizi hiç atlatamayacak dünya kapitalizmindeki çatırtının biteceğini gösteremiyor. Sadece bölgemizi değil, dünyayı çok kötü günlerin beklediğini okuyabiliriz bu gelişmelerden. Görmek isteyen görüyor.

Orhan Gökdemir, son yazısında “azapları” hatırlattı. Bu muhteşem saptamanın doğumu 30 yıl öncesine kadar gider, Gökdemir de Yalçın Küçük Hocamıza dikkat çekti. Ancak Gökdemir, yeni koşullardaki azapları irdeleme ihtiyacı duyuyor: Gerçekten de AKP'yi iktidara oturtan, cumhuriyet rejimini bire kadar kırdıran bu liberal-dinci-milliyetçi azapların (“Belge'li Birikim Gericiliği” militanlarının) günümüzdeki yeri yeni ve çok daha ayrıntılı irdelemeler gerektiriyor. AKP protofaşizminin, ki bir tür güncel faşizm veya İslamofaşizm de diyebiliriz, Kürt hareketinin etrafını İslamcı azaplarla veya İslamcılıkla yakın akraba 3.5 milyonluk bir Arap nüfusla kuşattığını soL'da yazmıştık. Cumhuriyetin yıkılışını bu ithal azaplarla garantiye alacaklarından eminler. Parçalanma ektiklerinin bilincindeler.

AKP, tarihsel Kürt coğrafyasını ve İstanbul türünden Kürt diyasporasını , artık kendisine sadık militanlarla ve ideolojiyle kuşatabildiği inancında son bir hesaplaşmaya yürüyor.

Böyle bir sahneye Almanya damgalı Berlin-Paris-Brüksel çizgisi neden uzak dursun ki?

Kürt siyasetinin Belge'li Birikim Gericiliği'nin yakın-uzak tüm döküntülerini solcu diye bünyesine toplaması, “Bizim istediğimiz gibi bir KP olacak” diyerek bunu pratiğe dökmesi, zaten yakın felaketimizin çok daha acılı bir biçimde patlamasına yol açacaktır. Türkiye'nin tarihsel ilerici birikimiyle iç içe geçmiş bir Kürt hareketinin (“sol kürdizm”) büyük olanaklar yaratacağını, emekçi halklara özgürlük, eşitlik ve barış getireceğini, galiba Kürt siyasetindeki mafyöz ilişkiler ağından çok daha çabuk Türk ve Kürt gericiliği anlamış durumda. Bunu şimdilik engellemeyi başardılar. İttifaklarla bir çatı altında topladıkları cemaatler üzerinden sosyalizm inadını Türkiye'den kazımakta eskisinden çok daha ısrarlılar... Ama...

Ama bu ittifakların kalıcı olduğunu kimse iddia edemez. Emperyal ve bölgesel kriz bütün ittifakları çözecek ve yenilerini kurduracak bir şiddetle halkların sırtında şaklıyor.

Böyle, nihai ve yüksek yoğunluklu bir içsavaşa doğru açılan sahnede, ortaya birdenbire “bendine sığmayıp taşan” Alman tekelleri ve onların çıkarlarını korumaya eğilimli aktörler çıkıyor. Tekrar olsun: Alman siyasetinde AKK diye anılan Savunma Bakanı'nın çıkışı cahillikle, kendini bilmezlikle falan açıklanamaz. Çekmecelerdeki planları ağzından kaçırdığı söylenebilir belki. Bu da inanılır değil. Ne yaptıklarını, ne söylediklerini iyi biliyorlar. Her zamanki gibi, sosyal demokrat bir ütüyle ortaya çıkan buruşuklukların üzerinden geçildi. Dışişleri Bakanı Maas apar topar Ankara'ya geldi. Sonuçta, yeni bir barbarlığın önünü açıyorlar.

Unutmadık: “Ya sosyalizm ya barbarlık” diye bağıran bir devrimci kadın, bundan 100 yıl önce sosyal demokrasinin kanlı ellerinde devrim kokan Berlin'de can vermişti.

Her şeyi altüst edecek bir krizin ortasındayız.

Tekellerin çekmeceleri plan ve proje dolu.

Halkları selamete çıkaracak tek şey ise sosyalist bir iktidar iradesi. Bu irade de çoğunlukla, çoklukla, kalabalıklarla falan başlamaz. Aydınla başlar. KKE ve TKP, böyle bir aydın iradesidir. Geçen hafta onu da gördük. Gönendik.

KKE ve TKP'ye bakarak söyleyebiliriz: Sol cemaatlerin bittiği ve sosyalizmi kuracak partilerin serpilmeye başladığı bir zamanın aktörleriyiz.